21 Ekim 2020 Çarşamba

 



                                                   Çok eski bir dosta veda!


Annem dün sabah beni aradığında telefon'da ağlıyordu .. Birlikte büyüdüğü en iyi arkadaşlarından birini kaybetti dün..

Bense geçen gece haberi aldığımda onu hemen aramak istememiştim..

Sabah beni erken saatte kendisi aradı..

Sara öldü!! derken sesi kırıktı..

Ağbisinin vefaatında bile onu daha hazır görmüştüm bir yokluğu kabullenmeye..

Zaten bu son aylar herşeyi biraz değiştirdi.  

Arkadaşlarıyla buluşmaya, çıkmaya, haftada bir , bazen iki akşam bizi ziyaret etmeye alışkın olan annem aylardır evimize adım atmıyor.. Arkadaşlarıyla buluşmayı özledi..

Kız kardeşiyle günde bir kez birlikte yaptıkları yürüyüşün dışında , elinde başka bir şey kalmadı..

Bugünlerde hep üzgün gibi...ilk kez!!

Şimdi de arkadaşını kaybetti..

Sen cenaze'ye gidecekmisin ? diye sordu bana!

Tabii dedim..

Ama , corona günlerinde herşey bambaşka..

Kuzinim, cenazeye yirmi kişiden fazla insanın katılamama  kısıtlaması yüzünden Sara'nın son yolculuğuna iştirak edip etmeme seçimini bize bıraktı.

Ben,  geleceğiz , gerekirse uzak dururuz dedim..

Son dört yılını tamamen annesine adayan, orta yaşa gelen kuzinimin yanına gittiğimde, onu ilk kez bu kadar üzgün ve çökmüş gördüğümü düşündüm.. ( Toparlanacağını biliyorum )

Kendine her zaman iyi bakan, her zaman hayata olumlu yaklaşan bu insan ilk kez bu kadar bitkin görünüyordu.

Sonuçta cenazeye fazla katılan insan olmadı..bense dayanamadım, ona uzak duramadım..yanlızlığına, acısına karşıdan bakamadım.. yaklaştım ve ona sarıldım..

Birisinin sıcaklığına öyle ihtiyacı vardı ki ..

" Seni seviyorum  "  dedim Luna'ya..

O benim aslında ikinci kuzinim..

Ama birinciden daha yakın oldu bana..

Annemin en yakın arkadaşı Sara babamın kuzeniyle evliydi..

Annem ve en iyi arkadaşı , iki kuzenle hayatlarını birleştirmişlerdi..

Sara hep anlatırdı..

Ben aslında babanı istiyordum diye gülerdi!!

" Peki ne oldu?'

Babanı bana Violette ( halam ) tanıştırmıştı..

Senin baban o zaman çok yakışıklıydı .. ve ben önce onu beğeniyordum, o yüzden de anneni ona tanıştırmak istemiyordum, çünkü biliyordum ki her gören onu isterdi!!

Sarayla annem o kadar yakındılar ki aralarında gizli saklı yoktu..

Gerçekten de öyle olmuş.. Babam annemi görünce yedi sene peşini bırakmamış..

Çikolata kutularını ne yapacağımı bilemezdim der ...annem

"Ben çikolata sevmezdim, babansa devamlı getirirdi!"

Annem istemedikçe babam daha çok koşmuş peşinden..

Sara ise babamın en yakın dostu olan kuzeni ile evlenmiş sonunda..

Ve onlar evliliklerinin ilk yıllarında Israel'e göç etmişler..

Sara yıllarca terzlik yapmış.. Hem de Haute-Couture!

Annemse genç kızlığında onun modeliymiş derdi hep..

Dün son yolculuğunda, o simsiyah kumaşa sarılı bedenine son kez baktığımda, ne kadar da küçük duruyordu..

Ona veda etmeye gelen torunlarıysa kocaman erkeklere, genç bayanlara dönüşüvermişler..

Evine ilk geldiğimde salonundaki duvarda kocaman bir çerçevenin içinde bir sürü fotoğraf vardı..

Purim kıyafetleriyle, yuva'daki sıralarda  gülümseyen minicik torunlarının resimleri  baş köşedeydiler.

Onlar için o zaman ne kadar da koşmuştu Sara..

Hepsi kocaman insanlar bugün.. Yaşlı safta'larının ölümünü soğukkanlılıkla karşılamış gibiler..

Hayat bu işte..

Ne kadar uzun yaşadığınız farketmiyor..

Bir göz kırpışı kadar kısa geçen ömrünüze neler sığdırdığınız önemli..

Ve arkanızda neler bıraktığınız..




Batya R. GALANTI




20 Ekim 2020 Salı

                                         

                                 Israel deyince aklınıza ne gelir?



Geçmişten bugüne savaş haberleri ve filistin sorunuyla dünya televizyonlarında gündemini koruyan  ülkedir Israel..

Basit bir dünya vatandaşının gözünde  savaştan başka hiç bir önemli olaya imzası yokmuşçasına bir duygu uyandırır bu Yahudi ülkesi .

Savaşların, intifadaların, ayaklanmaların, füzelerin, mücadelelerin , ateşin, kan ve barutun , hırçınlığın ve kötülüğün ve haksızlıkların ülkesi İsrael..

Dünyanın  nefret odağı  Israel.

Israelliyim demeye çekinesiniz gelecek şekilde ön yargılarla karşılaşacağınızı bildiğiniz bir ülke ismine çevrilmiş olan Israel....

Bir yandan kötülükler, diğer yanda bilinmeyen, karanlıkta kalan  bir yüz Israel..

Bir şey bildiklerinden  değil bunlar.

Bildikleri herşey kısmen..

Bölük pörçük..yalan yanlış..


Dünyalılar için varsa yoksa, Israel dediklerinde Filistin konusundan başka şey yok bilinçlerinde ..

Israel'in yerini haritada zor bulacak milyonlara Israel hakkında bildiklerini sorsanız verebilecekleri cevapları genelde çok sığ kalır..


Örneğin, çoğu insan  Ortadoğunun ortasında teknoloji ve bilim ürettiğini pek bilmez .

Kim anlatmış ki onlar bilsinler?

Avrupalılara, Amerikalılara  sorarsanız, çoğunluk  develerin üzerinde seyahat edilen bir çöl ülkesidir derler. Bir Ortadoğu klasiği olarak bilirler Israel'i.. ( gerçekten de taşıdığı kimi Ortadoğu özelliklerine rağmen Israel çok büyük farklılıklar bütünüdür..yakından tanımak gerekir)

Yazık ki Filistin konusu da hep tek taraflı bir görüş açısıyla anlatılmıştır insanlara.

Savaşın olduğu yerde yüzde yüz haklı taraf bulmak tabi ki mümkün değil ancak  Israel burada " yüzde yüz "  haksız ve "şeytansı"  bir ifadeyle şekillenen taraf olarak tanıtılmaya devam edilmektedir..

İnsanlar genelde savaşın tek yüzü olmadığını bilmiyorlar..

Böylece, ( bir çeşit düşmanlık gibi ) hiç bir yerde tam olarak Israel'i tanıtıcı, tarafsız programlar ya yoktur ya da çok sınırlıdır nedense.. ( Buna Avrupa dahil!! )

Anlatılacak hiç bir şey yokmuş gibi sanki!!

Halbuki bu ne kadar yanlış!

Geçen yıl bir toplantıda sohbet ettiğim İngiliz bir bayan, " Tel Aviv'de insanlar aynen bizim gibi giyiniyorlar.. burası çok modern bir şehirmiş meğer..hiç böyle beklemiyordum şaşırdım !" demişti..

Şu hale bakın ne durumlardayız??  Acaba nasıl giyinildiğini düşünüyordu Israel'de? Galabiyalarla mı geziyoruz zannetmişti?

Aslında insanların, bilgisizliği, cehaleti ve ön yargıları affedilir şeylerdir çünkü çoğu zaman kötü niyetli değildir bu tip çıkışlar. Kendisine, Israel'de yaşayan insanların çoğunluğu normal sayılır, belki  Jerusalem'e gittiğinde biraz farklı olacak ancak o kadarı da olur ... diyerek gülmüştüm..

O da Jerusalem'i ziyaret etmekten çekindiğini, korktuğunu söylemişti.. Rehberle, özel bir turla gidildikten sonra korkulacak bir şeyin genelde pek olmadığını ve Israel'in tarihi, kültürel, ve farklı yönlerini ve dini çeşitliliğini tanımak ve anlamak için Jerusalem'i mutlaka görmesi gerektiğini anlatmaya çalışmıştım..


Israel Avrupa basınında hep Filistin probleminin gölgesi altında yansıtılıyor.

Israel ekonomisi, kültürel özellikleri, yemeği, müziği, ilim ve bilimdeki yeri ve hastaneleri hakkında kaç program yayınlanır dünya'da? , Hele işin içine kimi politik yorumlar ve yargılar sokulmadan??!

Örneğin İngiltere'de sokaktaki insana sorsam ;  "Silicon Wadi" ismini duymuşlar mı ? diye . herhalde bir çok insan;  O nedir ?  der

Amerika'nın California Eyaleti'nde  High-Tech'in  yani yüksek teknolojinin sembolü olmuş olan Silicon Valley'i bilirler sanırım.... İşte, aynı isimden etkilenerek; " Israel'in Akdeniz kıyısının orta yerinde , ekonominin öncüsü uluslararası şirketlerin bulunduğu, dünya'da teknoloji üretiminde öncü merkezlerden birine verilmiş isimdir; Silicon Wadi!!  Silicon Valley'den sonra bilgisayar teknolojisinde dünyaya getirdiği yeniliklere imzasını atan milyarlarca dolarlık şirketlerin yeridir burası..

Amerika'da 2009' da çıkan , "Start-up Nation " adli kitapta Dan Senor ve Saul Singer, 60 yıl içinde Israel'in gösterdiği ekonomik mucizeyi anlatır..

2009 yılı başında , NASDAQ (American Stock Exchange at Öne Liberty Plaza in New York City ) listesine, 63 şirketle girmeyi başaran  tek yabancı ülke olduğunu anlatır , " Start-Up Nation!

Israel Sulama sistemi , Netafim ise dünyaya sattığı geliştirilımış sulama sistemleriyle, Israel'in en bilinmiş  teknoloji örneklerinden  biridir..


Bunlar sadece  iki genel örnektir..

Bu konu kesinlikle uzun bir yazıyı kapsayacak kadar çok fazla detaylar içerir..

Ancak yine de , Arap-Israel kavgası bir tarafa bırakılamadan, Israel hakkında bir şeyleri tanımak, tanıtmak mümkün görünmüyor.

Ekonomide ve bilim'de aştığı mesafeler.. Uluslararası alanda değer taşıyan başarılara atılan imzaların çoğunluk tarafından bilinmemesi, tanınması bizim açımızdan üzücüdür.

Günlük hayatlarında kullandıkları bir çok şeyin Israel ürünü olduğunu bilmeyen milyarlar  hala bizleri çöl bedevileri zannediyorlar..

Yaşadığı bölge'de tek olan demokrasisini , ülkesinde yaşayan iki milyon Arap vatandaşına bölgedeki tüm arap ülkelerinde bulunmayan haklarını veren tek yer olduğunu...

Kardiyoloji , nöroloji, oftalmoloji ve ortopedi de dünya öncülerinden olduğunu da bilmiyorlar..

Her felakette, karşısında hangi ülke olursa olsun yardıma koşmaya hazır bir ülke olduğundan ...

Kendisiyle çatışma halinde olan kimi Arap yöneticilere dahi yeri geldiğinde uzanan yardım elinden de genelde dünya vatandaşının  haberi yoktur ..

Onların tabi ki suçu yok. Suç medyada, suç politik figürlerde ve bilinçli propagandanın başrol oyuncularında.

Afrika'da, Haiti'de Türkiye'de ve her yerde meydana gelen doğal felaketlerde Israel  ilk yardıma koşan ülkelerin başındadır her zaman.

Geçtiğimiz hafta,  Batı Şeria'da , Filistin Ulusal Yönetimi başkanı Abu Mazen'in baş danışmanlarından ve  Filistin halkının Avrupa'daki sözcülerinden olan Saeb Erekat  yakalandığı Covid-19 yüzünden durumu ağırlaşınca , yaşadığı Yeriho şehrinden ambulansla Israel'de, Yeruşalayim'deki Hadassah Hastanesine kaldırıldı.

Geçmişte geçirdiği kalp krizi ve akciğer transplantasyonu yüzünden pandemi'de büyük risk grubu içinde olan Erekat yakalandığı Corona'dan kısa sürede durumu ağırlaşınca Ürdün ya da çevredeki başka ülkelerde değil Israel'deki Hadassah hastanesinde tedavi görmek istedi.

Şu an durumunun son derece kritik olduğu söyleniyor. (Umarım kurtulur) 

Dilerim yüz yılın barışı olarak başlayan bugünkü yeni süreçte Filistin Yönetiminin şu anki karşı çıkmalarına rağmen sonunda bir şekilde antlaşmaya varılır..

Umarım sonunda adil bir barış bu bölgeyi hiç olmadığı kadar değiştirir .. Umarım bir gün gerçekten  bu bölgenin sadece ekonomik gelişiminden , biliminden ve güzelliklerinden  bahsedecekleri günler de gelir ..




Batya R. GALANTI

17 Ekim 2020 Cumartesi

 

                                                    

                                           Karşılıklı tolerans!


Facebook'ta aylar önce,  Genel  Seçim Sonuçları açıklanmadan dakikalar evvel..sayfamda " İyi haberler!" diye bir başlık atmıştım..

Sadece iyi haberler şeklinde bir başlık bile bazen farklı insanların  kafalarında kendi görüş ve düşüncelerine göre farklı algılanabiliyor..

İbranice'de kısaca  İyi haberler!  demek; " Dilerim iyi haberler gelir!" olarak algılanabilir.. Ve bir de tabii, " Haberler iyi ! "  şeklinde bir anlam da ifade edebilir!!

Benimse o günkü mesajım, " Dilerim sonuçlar hayırlı olur şeklinde idi!! Fakat bu başlığı atar atmaz  sayfamdan , sanırım siyasi görüşlerinde radikal olan birisi, hiç vakit kaybetmeden  " Yoksa sen Bibi'yi mi destekliyorsun? "!! Eğer öyleyse beni sayfandan hemen  çıkar gibilerinden bir yorum yapmıştı!!"

Senelerce saygıyla ve sempatiyle yazıştığım bir insan bir anda böylesi bir tepki verebiliyordu.

Yani insanlar sizin siyasi fikirleriniz yüzünden bir anda sizi silebiliyorlar..

Facebook'taki arkadaşlarımla , hatta normal hayattaki ahbaplarımla , dostlarımla arama siyaseti genelde karıştırmamayı tercih ederim. Çünkü her insanın benimle aynı düşünmediğinin farkındayım. Ve bir çok kez kişilerin siyasi fikirleri yüzünden birbirlerine olan toleranslarını kaybedettiklerine şahit oldum bugüne dek.

Bense karşımda çok uç fikirler savunan insanlara bile genelde cevap vermemeyi tercih ediyorum. Politika yüzünden insanlarla kişisel bir savaşa girmek bana ne getirebilir. Sinir, kavga ve gereksiz bir çatışmadan başka...

Yanılıyor da olabilirim..

Son seçimlerde Bibi Netanyahu'ya bir kez bile oyumu vermememe rağmen, yargısı daha bitmemiş, bir insanı  direk infaza götürmeğe hevesli olan insanları anlamakta zorlanıyorum. Fakat konu bu değil.

Konu insanların başkalarının kendilerinden farklı fikirlere sahip olmalarına bile tahammül gösterememeleriyle  ilgili.. Ve bu çok çok üzücüdür.

Bir taraftan, sol görüşlü olmaktan, adaletten , demokrasiden, çok seslilikten, liberalizmden bahseden insanlar bunlar.. Ne mutlu onlara!!  Ancak diğer taraftan aynı insanlar kendileri gibi düşünmeyene karşı çok büyük bir fanatizmle tepki verebiliyorlar ki. Bu tepkileri, ifade etmeğe çalıştıkları  o ideolojiyle büyük bir zıtlık gösteriyor mutlaka..

Bir insan eğer liberal ise gerçekten..demokrat ve çok sesli bir toplum içinde yaşamak için savaştığını iddia ediyorsa, kendi gibi olmayanı hor görmemeli, küçümsememeli ve onu bertaraf etmeğe çalışmamalı..

Onların amacı toplumda sadece sol gürüşü hakim kılmak ise eğer, o zaman o çok savundukları liberal toplum nerede ? Ya demokrasi????

Liberalizm, her görüşün, her düşüncenin toplumda kabul görülmesi değilmidir?

İdeal bir toplum için düşündükleri kriteryonlarda bir çelişki var bence!!

Halbuki tahammül göstermeği bilmek önemli..

Ben sanırım ne yeterince sağ ya da sol 'um ..

Ama yine önemli olan bu değil..

İnsanların büyük çoğunluğu benim gibiler aslında..

İnsanların çoğu sadece adil  bir yönetim istiyorlar. Rahat bir yaşam ve daha güvenli  bir gelecek için kendilerine hizmet verecek bir lider arayışındalar.

Bu arayış içinde, belki her grubun görüş açıları farklılıklar gösterebilir.

Bu da eğitim, inanç ve aile değerlerine göre oluşan şeyler.

Sağ ya da sol'da birbirlerinin gözlerini çıkarmak isteyecek kadar radikallerse bence çoğunluk değiller..

Sokaklara çıkan insanların büyük bir bölümü de yine çoğu zaman daha iyi imkanlar için bağırıyorlar.

Ama dilerim her ne pahasına olursa bugünkü çekişmelere yağ döken kimi siyasi avantaj arayışı güden ve sivil bir devrim gerçekleştirmek pahasına olayları kullananarak  insanları kızıştırmaya çalışan kimi menfaat peşindekiler dileklerine kavuşamazlar..


Batya R. Galanti





16 Ekim 2020 Cuma

                                 Herkes kendisiyle Tanrı ise herkesle..



Geçen gün Israel'de yaklaşık bir ay evvel geçmiş bir hikayeyi anlattım. Corona virüs'le beraber gelen aile içi şiddetten bahsederken, Israel'in güneyinde bir yerleşim yerinde bir kocanın eşini bıçak darbeleriyle öldürmeye teşebbüs ettiği anlarda bıçaklanan kadının yardımına koşan genç bir kadından bahsettim kısaca..

Olayın yarattığı yankı o kadar büyük ve o kadar derinken kimse olaya müdahale eden o genç kadının cesaretinden çok fazla bahsetmedi gibi...

Halbuki benim kanımca o gün o kadının gösterdiği  insanı davranış kolay rastlanır türden bir şey değildi..

Yabancı birine sokakta, halka açık herhangi bir yerde , tehlike anında yardım elini uzatacak kaç insan  vardır?

Tanımadığı bir yabancı için  kendi hayatını düşünmeden tehlikenin içine atacak cesarete sahip kaç kişi tanırız?

Yıllar evvel okuduğum bir sosyal psikolojik  deneyde, topluma açık bir alanda meydana gelen bir saldırı olayında etrafta bulunan görgü tanıklarının olaya müdahale etmedikleri sonucu ortaya çıkmıştı... İnsanlar topluma açık yerlerde gelişen olaylara genelde duyarsız kalma eğilimindeler.

Deneklerin çoğu  kendileri yerine bir başkasının müdahele etmesini beklemek eğilimi gösteriyorlar

Yardıma koşmayan onlarca kişiden sadece biri bir insanın hayatını kurtarırken bazen saldırıya maruz kalan kurban bir çok kişinin gözleri önünde bile bile kaderine terk edilebiliyor.

İşte bu yüzden anlattığım olaydaki gibi az duyulan kimi kahramanları tanıtmak, anlatmak bence önemlidir..

İnsanların olumlu hareketlerini dile getirmek, toplumda  duyarlılık yaratmak önemlidir.

Tabi tehlikede olan birisine yardım ederken kendi hayatınızı riske atmadığınızdan emin olmamız ise en akıllısıdır..

.........................

Bu olay beni bir anlamda yeniden iyilik kavramı üzerinde düşünmeye  ve son senelerde çok kez düşündüğüm insan ilişkileri hakkında da bir anlamda tekrar analize itti..

İnsanların yakınlarına, çevrelerine ve belli bir yere kadar da  yabancılara karşı ne kadar duyarlı olup ne kadar olmadıklarını düşündüm.

İlgi, ilgisizlik..sevgiyle bencillik arasında gittim geldim.

Kendi yakınlarımla olan ilişkimi, arkadaşlarımı, dostlarımı, komşularımı ya da sokakta rastaldığım yabancıları düşündüm..

Kısaca insanları!!

İhtiyacı olduğunda sevdiklerini yanlız bırakmayan ne kadar insan var diye sordum?

Son senelerde özellikle sosyal medya'daki paylaşımlarda insanların sık sık zor günlerinde yanlız kaldıklarından şikayet ettiklerini farkettim..

Her an her saniye sosyal ortamlar içinden paylaşttıkları resimlere rağmen aynı insanlar sorunlarıyla ne kadar yanlız kaldıklarını ifade ederlerken herşeyin bir anlamda ne kadar sahte olabildiğini hatırladım.

Eğlenmek için biraraya gelinen ortamların ardından evlerine dönen insanlar dört duvar arasındaki sorunlarıyla tek başlarına kalırlarken fotoğraflarda gülümseyen kalabalıklarla içlerindeki hüzün çelişir gibi kimi anlamda..


....,.............


Hayat boyu iyi ve kötü çok insan tanıdım (herkes gibi ) ..

Ancak insanları belli kategorilere, sınıflara ayırmak o kadar da kolay değil belki de...

Peki kimin iyi, kimin kötü olduğuna, neye göre karar verebiliriz ? Yaptıkları doğru ya da  yanlışlara göre mi ? Peki kaç yanlış kaç doğruyu götürür o zaman?

Belkide  insanların çoğu aslında tam olarak  ne iyi ne de kötüler!


İnsanlardan karşılık beklemeden onlara verebilmek  iyi bir insan olmanın ilk şartıdır herhalde.

Mesela, güler yüzlü  ve olumlu olmak   ( tabii burada çekingen insanların ciddiliğini anlayışla karşılamak önemli )  , İnsanları bilerek ve isteyerek incitmemek, iyi bir insan olmanın en büyük şartlarından biri dahadır.

Ve herşeyden önemlisi, insanlara çaresiz kaldıklarında onlara elimizi uzatabilmek!!

Konu işte buraya geldiğinde çoğu zaman hayat sizi şaşırtıyor..  Zor anlarında insanlar yanlız bırakıldıklarından şikayet ediyorlar..

Peki hayat neden böyle?

Bunun sebepleri nedir?

Zamansızlık mı?

Kişisel sorunlar mı?

Bireyselcilik?

Modern hayat felsefesi mi belki?

Ya bencillik....?

ve yabancılaşma...


vs.....


En yakınlarımdan bana en uzak yabancılara kadar şahit olduğum bir tek  felsefe var bugün.

Gün, gün daha ve daha ben merkezci bir hale gelen yeni bir yaşam felsefesidir bu..

Bir çokları için çok ideal bir yaşam bu

İnsanlar kendileri için olumlu olmayan her tür durum ve olaydan kaçmak eğilimi gösteriyorlar.. Başkaları için kendilerini yormamaya alışanlar kendileri için her günün bir diğerinden daha anlamlı ve daha büyük hazlar getirmesi peşinde koşar gibiler.

Yaşam  sürekli bir yarış  gibi.  İnsanlar her gün kendilerine tek bir soru sormaya alıştılar; " Bugün kendim için ne yaptım? Ve yarın kendim için  ne yapacağım? .( bu bir yere kadar iyi tabi ) 

Mevcut umursamazlık, yabancılaşmaya kadar varırken, " yapmadıkları" şeyler için bahaneler bulmaya alışkın olanların baş rolde olduğu bir yeniçağ insanı var karşımızda..

Çocukluklarından bugüne çoğu kez algıladıkları mesaj " sadece " kendin için en iyisini yap..mesajıdır.. (kendini düşünmek iyi tabii ki , yanlış anlaşılma olmasın, burada kastettiğim sadece kendi için yaşayan toplum!)


........................


Gelişmiş toplumlarda her ne kadar " toplum düzenini korumak " adına  köklü bir idrak ve ortak davranış kalıpları varsa da kişiler bir noktadan sonra kendi hazlarını tatmin çevresinde yaşamaya alışıyorlar.

Bireyin mutluluğu herşeyin üstünde geliyor..

Böylece kurulu  yasal düzende düzgün yürüyen toplumsal ilişkiler içindeki insanlar birbirlerinden duygusal anlamda uzaklaşmak eğilimindeler..

Her birey kendi sonsuz hazlarını tatmin etmek, bir kez yaşanan hayati değerlendirmekle meşgul.


Egoizm  en açık toplum felsefesine dönüştü.. Açık ve net bir kural haline geldi. Bundan utanmak şöyle dursun, akıllı insanın , örnek insanın , güçlü insanın açık duruşu haline geldi " Egoistik" yaşamı!!


.........................


Kimi anlamda varolma felsefesinin belki de en gerekli insiyaki davranışlarından bitridir bireyselcilik. Yaşama savaşını kazananlar belki de  kendileri için savaşanlardır..

Başkaları için kendilerini feda edenler belki de kaybedebileceklerini bilenlerdir..

Ağır aksak kalmamak ve yoluna maddi , manevi aynı güçle devam edebilmek için insanlar kendilerini her tür olumsuzluktan korumayı ve dışlamayı öğreniyorlar.

Bu da hayatın en acımasız taraflarından biri belki de..


...................................


Kanımca gerçek anlamda iyiler ve gerçekten kötü niyetli insanlar azınlıktadırlar..

İnsanların büyük çoğunluğunun ne suya ne sabuna cinsinden bir hayat felsefesine sahip olduklarını düşünüyorum..

Size bilerek ve isteyerek şeytani şeyler yapacaklar da , gerçekten yardımınıza koşmak ve sizi zor durumdan kortaracak nitelikte fedakar kişiler de azınlıkta olan  tiplerdir sanki.

Çoğunluk kendi yağında kavrulmaya devam edenlerden, kendini kurtarmak savaşı içinde yaşayan bireylerden oluşur gibi toplum...

Ve işte bu yüzden kimi zaman kimi kötüler meydanı boş bulmaktalar.

Çünkü kendi savaşı içinde meşgul olan büyük toplumun başkalarını durdurmaya vakti ve sabri olmayacaktır..

Böylesi bir yanlız savaşta tek dileğim Tanrının bireylerin yanında olmasıdır...

Bu da aklıma Fransızca bir deyimi getirdi şu an.; "Chacun pour soi et Dieu pour tous!".....

Herkes kendiyle, Tanrı ise herkesle...


Batya R. Galanti

12 Ekim 2020 Pazartesi

                                            

                               



                                                    Pandemiyle gelen şiddet!



Pandeminin getirdiği en olumsuz şeylerden biri de  aile içi şiddette görülen artış sanırım...

Alt üst olan istatistikler içinde aile içi şiddette ilk sıralarda.

Zorlaşan hayat koşullarıyla artan ailevi problemler, depresyon, kaygı sorunu ve tüm bunların getirdiği  alkol, uyuşturucu gibi şeylerde olan büyük artış insan davranışlarını yeterince olumsuz etkilemiş gibi görünüyor..

Son bir senede Israel'de cinayete kurban giden kadınların sayısında da bu yüzden belli bir artış gözleniyor..

İşte bu son sene yaşanan hadiselerden bir tanesi de geçen ay ülkeyi yeterince sarsan bir cinayete teşebbüs olayıydı..

Beer Şeva şehrinin 85 kilometre güneyinde , Negev Çölünün tam orta yerinde küçücük bir yerleşim yeri olan Mitzpe Ramon'da meydaha gelen olay insanların kanını donduracak nitelikteydi...


Kocası tarafından belli bir zamandır şiddete maruz kalan Şira'nın üzücü hikayesi bir çok açıdan insanı düşündürecek nitelikte .

Eşi tarafından sürekli horlanan, dayak yiyen güzel bir genç kadının hikayesi..

Uzun süredir ( bir çokları gibi)  herkesten sakladığı şiddete sonunda dayanamayarak kocasına boşanmaל isteğini belirten kadının yüz yüze geldiği ölümün nasıl da korkutucu  olduğu gerçeği!!

Son aylarda yaşanan aile içi şiddet olaylarından  biri daha sadece ..

Her şiddet içeren olay  özellikle yaşayanı bağlarken , , artış gösteren böylesi olayların nedenlerini, niçinlerini araştırıp  çözüm aramak devlete düşen görevlerden bir tanesi..( Ben şiddet uygulayanlara da tedavi ve  terapi yollarının  önünü açmak önemli diye düşünüyorum..)

İnsanlık, ulaşabildiği en ileri noktada en primitif hayvandan bile daha acımasız, daha vahşi olabiliyor..

Kendisinden boşanmak istediğini söyleyen eşinin canını alarak ondan intikam almak isteyen koca, karısını sevdiğini söyleyebilecek kadar hasta olabiliyor..

Kadını kendi mülkiyeti altında gören bir erkeğin ona köleliği layik gören ruh halinin in bir uzantı,  bir yansıması bu...

Aşık olarak evlendiği insanın kendisinin katili olabileceğini düşünemeyecek kadar saf olan kadınların varlığı ise ayrıca şaşkınlık verici.

Nasıl olur da bir kadın, kendisini istismar eden bir erkekle evlenir. İşte bu hep beynimi kurcalıyor..

Bir kadın nasıl olur da böyle bir erkeği kendine eş olarak seçer?

Eminim ki bu tip erkekler ne mal olduklarını ilişkilerinin daha ilk günlerden bir şekilde gösterirler..

Belki ilk zamanlar, basit bir kıskançlık krizi gibi başlar herşey

Bu da belki de güçlü bir erkek arayışında olan  kadınların önce gururlarını okşar..

Eşlerinin sevgilerinin bir işareti olarak algılarlar bu kıskançlığı.

Sanırım , her kadın belli bir kıskançlığı hoş karşılayabilir. Ama bunun gerçekten normal bir sınırı olmalı...

Sonra bu kıskançlıklar yaşanmaz , yaşatılmaz bir hal alır ve derken  hakaret başlar ve bir gün bir tokat gelir ve tabii sonrası ...


O gün Şira'nın bir buçuk yaşındaki bebeği olay yerinde çığlık çığlığa ağlarken aynı anlarda oradan geçen  yan komşularının beş yaşındaki çocuğu annesine koşmuş hemen..

Çocuk  bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetmiş adeta..

Bu hikaye'de böylece, bir tarafta insanın tüylerini diken diken eden bir adamın korkunç eylemi söz konusu ama diğer taraftan daha beş yaşında olan bir çocuğun etrafına olan duyarlılığı. hassasiyeti ve zekası..

Çocuk koşarak ; " Anne karşı  evdeki bebek çok ağlıyor !" diye annesine haber verdiğinde.genç kadın, bebeklerin ağlamasının normal olduğunu,  anne ve babasının mutlaka ona baktıklarını söylediği halde çocuk bebeğin ağlamasının doğal olmadığında inat ediyor ve annesini olay yerine gitmeye ikna ediyor..

İşte o an o evde bir erkeğin bir kadına darbeler indirdiğini duyuyor kadın!!

Tüm cesaretiyle, insanlığı, hassasiyetiyle ve o an ona  göklerden gelen  güçle korkmadan kapıya yumruklar indirererek bağırıyor.. " Bırak onu!!"  diye.. Elinde bıçakla üstü başı kan içinde kapıyı açan erkeğe bağırmaya devam ediyor:  " Bırak onu!!

"Lütfen yardım edin ! diye yardım isterken etraftan, elinden geldiğince başkalarının kendisini duymasını sağlıyor..

Genç Şira kocası tarafından, bir çoğu yüzüne olmak üzere,  20 bıçak darbesi almış.. Görüşünün yüzde yetmişini kaybederken..yüzünü normal bir hale getirebilmek için bir çok estetik ameliyatlar geçirmesi gerekeceğini yazdı basın..

Korkusuzca onu kurtarmak için elinden geleni yapan komşusuna hayatını borçlu olan  Şira dilerim yaşadığı travmayı atlatmayı ve kendine normal bir yaşam kurmayı başarır..

Dilerim bu krizi atlattığımızda iyice karmaşaya dönen yaşamımızı sonunda  normal istatistiki verilere çekerek yeniden toparlamayı başarırız..

Bir taraftan pandemi yüzünden artan şiddet, diğer taraftan politik çıkmaz..ekonomik sorunlar..toplumsal karmaşa, uzaktan eğitimle,  öğrenim kapasitesi düşen çocuklar, işsizlik yüzünden evde kalan, şimdilik kayıp giden gençler.. artan alkol, uyuşturucu kullanımı ve bir çok şey daha!!

Bu kadar şeye mutlaka çözüm bulacağız sonunda !! Yeter ki pandemiyi bir atlatalım yoksa o bizi atalatacak gibi!!



Batya R. GALANTI

4 Ekim 2020 Pazar

 


                                            Otist bir çocuk için okul herseydir


Covid-19' un zirve yaptığı şu son günlerinde Israel'de herkes karantinadayken oğlumun okula gitmeye devam etmesine sevinmelimiyim üzülmeli mi aslında bir anlamda karar vermek zor..

Tek emin olduğum şey, evde geçirdiği saatlerde, günler ve haftalarda onun gittikçe daha çok içine kapanması gerçeğidir . Otizmin sınırları içinde geçirdiği yanlız anlarda, odasının duvarları arkasında saklanan o küçücük dünyasında bir kez daha tamamen kaybolduğunu farketsem de arada her defasında ona uzattiğim eli kabul etmekte zorlanan bu insanı bir yerden sonra kendisiyle bıraktığımda bir kez daha Corona'nın verdiği zararların boyutlarını ölçmenin  ne kadar zor olduğun da karar kılıyorum..

Bu yüzden, geçtiğimiz günlerde 9000 pozitif vakaya ulaşmayı becermiş Israel'de bu kez otistik öğrencilere her ne olursa olsun okuldaki aktivitelerine  devam etmeleri için devlet onay verdi..

Karantina günlerinde , Sukot Bayramı tatili dışındaki günlerde normal çocuklar zoom'la eğitime devam edeceklerken Otist öğrenciler, diğer tüm talebelerden boşaltılmış kocaman binalardaki  küçük sınıflarında birlikte olmaya devam edecekler..

Çünkü bu çocuklar için okul sadece matematik, tarih ya da fizik gibi derslerin öğrenildiği bir ortam olmakla sınırlı değil. Gal okul'da " Bireyle toplum arasındaki bağları " 'da birlikte öğreniyor. İnsan ilişkilerini, toplumsal kodları.. yaşam içinde  normal bir insan için otomatik olan kimi sosyal duurumları, kişiler arası muhabbeti ve insan davranışının şifrelesini de öğreniyor onlar..

Ve okul onların kendi dünyalarına kapanmadıkları belki de tek ortam oluyor bir yerde..

Okula gitmedikleri her gün bu çocuklar yanlızlıklarıyla baş başa kalıyorlar..

Gal okuldan , her gün ister istemez bir araya geldiği sınıf arkadaşlarından, eğitmen ve terapistlerden uzak kaldığında insanlardan tamamen kopuyor.

Gal'in her eve kapanışı toplumsal iletişiminde bir adım geriye gitmesi  demek oluyor..

Zaten çoğu zaman onun için hayat genel olarak aile sınırları içinde sınırlı kalıyor..

Anne baba ve kimi aile bireyleri bu çocukların çoğu zaman tüm dünyaları demek oluyor..

Bir aralar kendisi ile aynı adı taşıyan bir arkadaşı vardı.. Zaman zaman bize gelmek isterdi. Bir süre Gal onunla görüşmüştü ama bir zaman sonra Gal bana arkadaşının hep sustuğunu , hiç konuşmadığını, bu yüzden de onunla çok sıkıldığını söylemeye başlamıştı.. Gal onunla görüşmek istemiyordu..

Bir başka arkadaşıyla ise ilgi alanları uymuyordu, Biri hep aynı bilgisayar oyununu oynamak isterken diğeri kendi kafasındaki video kliplerini izlemek istiyordu.. Beraber aynı odada oturup ayrı dünyalarda gibiydiler. Böylece anlamsızca geçen saatlerin sonunda , bir kaç görüşmeyle sınırlı kalan kısa ve anlamsız arkadaşlıklar oluyor bunlar çoğu zaman . )Ama neticede sorarsanız Gal için bu insanlar yine de onun  arkadaşlarıdır..)

Bu durumlar otistik tiplerin karşılaştıkları genel sorunlardır hep.. Çoğu zaman birinin obsesif fikirleriyle diğerinin ki farklı olduğu için anlaşmaları zor oluyor. Her biri karşısındakinin tuhaflıklarını fark ederken kendi saplantılarıyla da başkalarının yaşamasının zor olduğunu kavramak onlar için yine de zor oluyor..

Onlar için sadece devletin verdiği imkanlarla biraraya getirildikleri toplantılar değerli..

O toplantılardan çıktıkları an ise biri diğerini aramayı düşünemeyecek kadar kendi içlerine dönükler.. 

Belki bir gün yine devletin desteğiyle, kimi kendi gibi bir kaç arkadaşla birlikte aynı yaşam alanını da paylaşacağı bir evi olacak..

"Bu da Gal'in buna hazır olup olmayacağı ile de bağlantılı."

Boylece Gal ve gibilerinin çoğu zaman tek gerçek arkadaşları  anne babaları oluyor.. (hayatta oldukları sürece....)


Batya R. GALANTI







2 Ekim 2020 Cuma

Kumsal'da  bir akşam 

Ne zaman canım sıkılsa kendimi evimden on dakika uzaklıktaki kumsala atarım..

Arabayla iki sokak ileriden çıktığımızda Moşe Dayan caddesine saptığımız gibi dümdüz giden yaklaşık beş kilometrenin sonunda, ülkenin bir ucundan diğerine, güneyden kuzeye devam eden Akdeniz sahiline varırsınız.

Moşe Dayan caddesi, ortada yüksek palmiye ağaçlarıyla dolu, yolun iki yanında da kaldırımı çevreleyen, el emeği küçük yeşil tepelerde yine çoğu zeytin ağaçları dizilmiş sevimli bir caddedir..  ( Israel dünya'da kişi başına en çok ağaç diken ülke imiş! ) ..Kaldırımlara dikili bitkilerin dallarında açan çiçekler aynı tepeleri kısmen örterler... Bir yandan yeşilin ve diğer taraftan toprağın rengi kısım kısım devam eder yol boyu..  ( Şimdilerde akıllarına hafif tren inşa etmek geldi..herşey allak bullak oldu birden,  😕  )


Bir arkadaşım Hollanda seyahati dönüşü demişti bana; " Hollanda'daki  yeşilin tonu bambaşka, çok daha koyu ve güzel ! ".. Doğru tabii  çünkü Hollanda'da yeşil doğanın insana kendi hediyesidir. Hollandanın soluk güneşinin altında bitmeyen yağmurlarından beslenen doğanın renkleri bir kaç ton daha canlıdır.. Rişon merkezini deniz kıyısına bağlayan Moşe Dayan Caddesinde yol alırken gördüğüm renklerse insan ellerinin,  emeğinin, çabasının  bir ürünü. Ama sonuçta ortaya çıkan görüntü yine de doğanın bir parçası..

Uzun süren Corona günlerinin hiç bitmeyen kısıtlamalarının arasında değişen hayatın temposuna kendinlerini  uydurmaya çalışan insanların zaman zaman bir kaçış yeri gibi buradaki sahiller..

Kıyıya doğru yaklaştıkça gittikçe sıklaşan palmiyeler göklere değecek gibiler ve karşıda batan günün kızıllığı yeniden muhteşem bir görüntü sergiliyor.. Arabadan çıkarken yüzüme çarpan sıcak rüzgarsa hala bitmeyen yazın bizi bir kez daha çok çabuk terketmeğe niyeti olmadığını hatırlatıyor..


Kumsala doğru yürürken, kimi tekerlekli iskemleleriyle gelmiş sakat insanların kendilerine ayrılmış noktada  hep birlikte , ( mesafeye kısmen dikkat ederek ) sohbet ettiklerini gördüm bir kez daha .Her zamanki yerlerindeler!.. Hayat bazen mükemmel olmasa da, yaşam sevgisini elinden bırakmayan insanların birlikte yine de belli bir keyfi, mutluluğu paylaşabilmelerine tanıklık ediyorsunuz her an. Her birinin elindeki bir meyve kabı, bir içecek gülerek konuşurlarken insanın tüm zorluklara rağmen hayatı sevebileceğini hatırlatıyorlar size...

Küçücük çocuklar kumsalda ellerindeki kürekleriyle kumları kazarken, biraz ileride yeniden denize girmek yasaktır diyen siyah bayrakları görüyorum.. Kıyıya çarpan dalgalarda ayaklarını ıslatanların yanında yürüyüş yapanlara katılıyorum ben de..

O an içime hiç olmadığı kadar huzur veren denizin uçsuz bucaksız güzelliğini seyrederken hayatın içinde ne kadar büyük bir ikilem olduğunu hatırlıyorum . Geçtiğimiz günlerde şu an bana o kusursuz dinginliği yaşatan masmavi denizin orta yerinde bir genç adam boğulmuştu .. Bu evrenin içinde yaşadığımız koşullar ..kimi gereksinimimizi karşılayan en değerli, kimi anlamda en güzel hayat kaynakları, yaşamla sembolleşmiş şeyler insana bir taraftan hayatı bir taraftan da ölümü yaşatabiliyorlar..

Deniz, su , ateş ..hava.. gibi var olan en temel kaynaklar...

Rişon Le Tsion'un sahiline geldiğimde, 1986 yılındaki Israel yolculuğumu hatırlarım bazen.. 17 yaşımdaydım o zaman..

Bir gece amcam bizi aynı sahile getirmişti... O zaman sahil bugüne göre çok daha el değmemiş bir haldeydi..Çölün bittiği yerde bu kez kumsal ve deniz vardı. Restoranlar kafeler olduğunu  hatırlamıyorum.. Yer yer aydınlatılmış olsa da sahil neredeyse tamamen doğal halindeydi.. Ve o seyahatimden zihnimde güzel bir görüntü yer etmiştir .

Geceleri sahilde bir araya gelen gençler ateş yakıp çevresinde gitar çalıp şarkı söylüyorlardı o zamanlarda da.. O karanlık sahilde  gençlerin söylediği şarkılar dalgaların seslerine karışıyordu.. Yaktıkları ateş gecenin karanlığını aydınlatırken onları adeta kıskandığımı anımsıyorum.. Çünkü onlar ait oldukları  yerdeydiler.

 18-20 yaşlarındaki o çocuklar hep birlikte özgürlüğün sesi gibiydiler benim yüreğimde.

O gün o ateşin çevresinde gördüğüm gençlerin yüzlerindeki mutluluk hep aklımda kalmıştı.

Bir de galiba ben hayatın en çok o doğal hallerini sevdim. O çok fazla ihtişama, ıspata  gerek olmayan, içten ve doğal taraflarını.. Biz bize yaşanan şeyleri! . Kimseye  kanıtlamak zorunda olmadıkları zenginlikleri, kimi maddi değerleri bir an için bir kenara itmiş dostlukların  daha çok duygu,  daha çok fikre önem veren beyinlerin, kalplerin farklı şeyleri paylaşabilen insanların güzelliğiydi o an belki beni en çok çeken şey..

Kumsalda ayaklarım kumlara bata çıka yürürken kimi matkot oynayan insanlar, kimi köpekleriyle kumsalın tadını çıkaranlar var dağınık halde . Herşeye rağmen ortam her zamanki gibi değil..insan sayısı daha az..hayat kimi anlamda çok farklı hisler yaşatıyor son zamanlarda..

Yeniden karantinaya girmemize sayılı günler kala hayat içindeki ikilemi düşünüyorum. Görünürde herşeyin kusursuz olduğu hayatın içinde gözle görülmeyen bir şeyin sonuçta büyük etkilerini hissediyoruz üzerimizde.. İnsanlar bazen bunu unutmaya çalışsalar da ..

Doğa zaten hep ikilemlerle dolu..

Bize verilen imkanları doğru şekilde kullanmayı öğrenemedikçe doğanın kendisinin bizden aldığı bir intikam gibi olacak hep yaşam..

Sol tarafımda bir biri ardına kıyıya vuran dalgaların sesi beni dinlendirirken, aynı dalgalarda insanın boğulabileceğini düşünmek bir an için ürkütücü olabiliyor..

O ateş yakan gençlerin mutluluğunun bir parçası olan alevler ihtiyacımız olan ısıyı, enerjiyi bize veren ateşten yeri geldiğinde  yanabilmemiz gibi..

Doğa çelişkilerle mi dolu ne?  

Yoksa biz doğa'nın bize sunduğu  nimetlere biraz daha bilinçle, dikkatle mi yanaşmalıyız.. Onu daha iyi anlamalıyız sanki. Yerinde bizi hayatta tutan, gereksinim duyduğumuz enerji, ihtiyacımız olan hayati kaynaklar bizim için  en büyük tehlikeleri de getiren şeyler olabiliyor ..

Sanırım doğayı gerçek anlamda sevmeye , anlamaya, korumaya  başlamamızın zamanı geldi..

Daha çok geç olmadan!

Bugünler ne zaman geride kalır bilmem, bildiğim tek şey sahili, kumsalı, denizi tekrardan özlediğim..



Batya R. GALANTI