21 Mayıs 2019 Salı

EUROVİSION 2019!


Bir Eurovison'u daha geride bıraktık. Bu yıl ülkemizde ağırladığımız bu büyük organizasyonun  bittiği anı görene dek kendi açımdan bir çok korkularım vardı. Neyse ki herşey yolunda gitti ve bu da gerimizde kaldı sonunda.
Yıllar evveline kadar , yani çocukluğum ve genç kızlığım süresince büyük bir Eurovision tutkunuydum. Her yıl bu yarışmayı çok büyük bir heyecanla beklerken, her sene şarkıları sanki jüride bir yerim varmışçasına dinler adeta değerlendirme yapardım. Acaba  bu yıl kim birinci olacak?
En çok aklımda kalan şarkılardan biri  1977 yılında Fransa'nın birincilik aldığı L'oiseau et L'enfant 'dır. Çocukluğumda Fransızca öğrenmeye başladığım yıllarda okulumuzda bize verdikleri sözlerini  evde bağıra çağıra söylediğim günler sanki dün gibi . Ne de romantik bir şarkıydı. Romantizm'den o yaşlarda ne anlıyordum bilmem ama duygusal melodisi ve fransızcanın büyüleyen bir dil oluşu benim açımdan yeterliydi sanırım.
Ertesi yıl  A-BA-Nİ-Bİ'nin yani Israel'in birinci olduğu geceyi ise hiç unutmadım. Paris'te sahneye çıkan İzhar Cohen'in kıvırcık saçlarının kendine özgü havası ve tüm ekibininin sahnede beyazlar içindeki kıyafetleriyle dans ederlerken hissettiklerim. Aaaa ne güzel bir şarkı bu!! Israel birinci oldu ya o akşam. Ben nasıl da mutluyum sanki savaş kazandık. Sanki insanlığı kurtardık. Bilmem ben neden bu kadar mutluydum . Ertesi gün okula gittim, sınıftaki çocuklar şarkıdan bahsederlerken ben susuyordum , Israel'in adı bile benim için bir tabuydu ya. Ne kadar gururlu olduğumu sadece kalbimde hissediyordum. Ve bir sonraki  yıl Israel  bu kez  Halleluya !! diyerek yeniden  kazanmıştı Türkler çok fazla  bahsetmemişlerdi bile o yıl ki yarışmadan..  Zaten Israel'de yapıldığı için Türkiye o sene yarışma'yı protesto eder gibi katılmamıştı bile. Yani ilişkiler o derece sıcaktı daha o zamanlardan.
Ben çocukken Eurovision Şarkı Yarışması Avrupa'nın o çok prestijli ülkelerinin katılımıyla başlatılmış ciddi bir yarışmaydı. 1956'da ilk kez yedi ülkenin katılımıyla başlamış. İtalya'daki Sanremo şarkı  yarışmasını örnek alarak başlatılan bu yarışma II. Dünya Savaşı'nın ardından Avrupa'daki olumsuz havayı biraz olsun hafifletmekmiş te ayrıca amaç. Hatırlıyorum yarışmanın sunucuları en az üç linsanda sunup yaparlarıdı gece boyunca. Gerçi bu bugünde böyle. Öyle esprilere ve lağubaliliğe pek yer yoktu. Sanırım o zamanlar insanlar her yerde biraz daha mesafeli , daha ciddi idiler. Yarışma gecesi salona davetli olan seyirciler çok seçilmiş kişilerdi çoğu zaman. Papyonlu erkekler,  tualetler içinde bayanlar yerlerini alırlarken, salonlar bugüne göre çok daha az ihtişamlıydı. Canlı orkestranın sunduğu performans bugüne göre kimi açılardan daha otantik bir ortam yaratırken ses düzeni ve koreografi çok daha primitif kalıyordu bugünkü teknik donanımın yanında.


Ama heyecan aynıydı. Şimdiye göre çok daha az ülkenin katıldığı yarışmanın o senelerde de popülaritesi büyük sayılırdı. Avrupa'da müziğin gelişimini desteklemek için başlatılan bu yarışmaya bugüne kadar katılmış olan çok ünlü simalar varsa da bu yarışma sayesinda uluslararası alanda ABBA dışında  ün kazanmış çok fazla şarkıcı ve grup çıkmamış gibi görünüyor.

Eurovision eskiden müziği geliştirmek için başlatılan bir organizasyondu , son yirmi yılda ise nedense yavaş yavaş eşcinsellerin daha fazla ses getirmek için kullandıkları bir sahneye dönüştü. Eşcinsel olmanın artık eskisi gibi sorun olmadığı yirmibirinci yüzyılda demek hala bu renkli dünyanın insanlarının böyle bir ihtiyacı var. Bu da ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Bence hiç bir şey belli bir grubun etkisi altına girmemeli !  

 


Neyse önemli olan Hamas'ın tehtidlerine rağmen bu yarışma tüm güzelliğiyle olup bitti. BDS 'in son ana kadar Israel'deki yarışmayı protesto çağırılarına ve herkesin güvenlik endişelerine rağmen 18 Mayıs akşamı Tel Aviv'deki muhteşem gecede sadece homoseksüel değil, sağır, kör, şişman, down sendromlu , otist ya da her kişinin özgürce yaşamaya, sevmeye, kabul görmeye, kendini kanıtlamaya, sevilmeye, çalışmaya kısacası varolmaya  hakkı olduğunu anlatmayı başardıkları bu organizasyon , katılan 42 ülke içinden en güzel şarkıyı seçerek sonlandı. Hollanda gelecek yılın oragizatörü olacak! Dilerim hiç bir ülke, hiç bir grup, hiç bir insan haksızlığa uğramaz ve insanlar sahip oldukları tüm gereksiz ön yargılardan, primitif düşüncelerinden , olumsuz duygularından ve nefretlerinden kendilerini soyutlayarak hareket etmeyi öğrenirler.

Daha nice BDS'siz, ve nefret söylemsiz Eurovision'lar dileklerimle!!



Batya R. Galanti.

8 Mayıs 2019 Çarşamba


ŞEHİTLERİN GÖLGESİNDE BAYRAMLAR!


Geçtiğimiz hafta Soykırım'da ölenlerimizi hatırladık.  Her yıl Yahudi takvimine göre farklı tarihlere denk  gelen bu anma haftası Israel'de belli bir duygu rüzgarı gibi hafiften eser. Önce Soykırım anılır , ardından gelen Şehitler Günü ve hemen çıkışında kutlanan Cumhuriyet Bayramı.  Binlerce yıldan sonra  kavuşulan özgürlüğün bedelini hiç unutmadan yaşamanın ne demek olduğunu bilen bir halkın bugüne dek devam eden varoluş savaşının bir özeti gibidir bu hafta Israel'de....

Bugün Şehitler Günü!! Ne tuhaf . 24 saat boyunca ölenlerine ağlayacak olan bu halk yirmi dört saatin sonunda havai fişekler atarak sevinecek. Arkada kalan şehitlerin gölgesinde var olmaya devam eden umutla . Belki bir gün toprak için ölmek zorunda kalmayacakları günler için çabalayarak, umut ederek ve daha ileri gitmek için hiç durmadan çalışmaya devam ederek..Barışa olan sonsuz özlemle.



Dün gece bayrakların yarıya indirilişiyle, her sene olduğu gibi hüzünlü bir törenle başlayan bu anma gününde aklıma gelen ilk şey daha geçtiğimiz haftasonu şehit edilen masum insanlarımız oldu.
Hamas tarafından başlatılan ateşle bir anda ortalığı yangın yerine çeviren teröristlerin yaklaşık üç gün içinde verdikleri büyük zararı düşündüm .
                                                                                                                                                      

Nefeslerini her an ensemizde hissettiğimiz teröristlerin dünyada bilinmeyen , anlaşılmayan karanlık, kapkaranlık yüzleri yine buranın kaderini çizmek için iş başındaydı. . İki tarafta ölenlerin en büyük sorumluları. Bunu kimsenin bilmemesi ya da kabul etmek istememesi gerçekleri değiştirmedi ve değiştirmeyecek. Ceplerine girecek olan 480 milyonluk Katar yardımının arkasından çevirdikleri oyunlar ve hedef aldıkları siviller.. Bir iki gün içinde üzerimize düşen yüzlerce roket. Zarar gören sayısız ev , onlarca yaralı ve sonuçta dört masum sivilin ölümü.. Bu dört kişi de son anda Şehitler Gününün uzun listesine dahil oldular.  Onlarla birlikte bu yıl, 23.741 Şehiti  ( Savaslarda ve teror saldirilarinda kaybettiklerimizi ) anıyoruz!!! Hamas'ın Gazze'deki despot yönetimi altında ezdiği Filistin halkının hakları bahanesiyle yarattığı kaos ve bitmeyen saldırganlığının  hesabını  Israel tarafında da ödeyen  masum insanlar.

20'li yaşlarımda iken artık bitsin bu savaş diyordum.  Israel'de iktidardaki sol  hükümet barışa şans vermeye hazırdı.  Her iki tarafta bunu isteyen  insanlar vardı .  1987 yılından itibaren başlayan sivil ayaklanmanın yani I,İntifada'nın sonuçları, ödenen bedel belki de bu ihtiyacı daha da belirgin hale getirmişti.  Bu doğrultuda Uluslararası cemiyet iki tarafı bir barış için biraraya getirmişti. 1993'te  Oslo Barış Antlaşması çerçevesinde Arafat ve Rabin Camp David'te  Bill Clinton'un iki yanında yer alıp el sıkıştıkları gün televizyon'da gördüklerime inanmakta zorluk çekiyordum. Gözyaşlarıma hakim olamadığımı anımsıyorum. Kalbim ilk kez barış umuduyla çarpıyordu.

Oslo Antlaşmasıyla  1994 Nobel Barış ödülüne layık görülen taraflar içinde  bu önemli törene general kıyafeti ile gelen Arafat'ın gerçek niyetinin silahı elinden bırakmak olmadığını anlayamamak galiba saflıktı. Bir yanda barış konuşan diğer tarafta hiç olmadığı kadar teröre gaz verenler dünya kamuoyu karşısında hala en büyük desteği görenlerdi.   Israel'de ise tarihinde hiç görülmemiş intihar saldırıları Oslo ile başlamıştı!!! Uluslararası sahnede barıştan bahsedenler içeride farklı bir dil konuşuyorlardı . Sağ'ın yükselişi Oslo'nun getirdiklerinin bir sonucudur.

Anma günü, Cumhuriyet Bayramı ve arkasından Uluslararası alanda en büyük müzik organizasyonu olan Eurovision Şarkı yarışmasının yine Israel'de düzenlecek olması durumları ile Hamas'ın bunu değerlendirerek  istediklerini elde etmek için Israel'e geçtiğimiz günlerde hiç yoktan yüzlerce roket atması  artık Hamas'ın  kimi çok tehlikeli şeyleri basit bir oyun haline geltirdiği izlenimi yaratıyor bende.  Şimdilik ara verilen çatışma ise sanırım Eurovision sonrasına kadar ertelenmiş görünüyor.!

Sadece 71 yıl evvel kurulan Israel'e baktığımda  bugün karşımda  bir  çok hususta dünyanın sayılı ülkeleriyle boy ölçüşebilecek seviyeleri yakalamış olan  gencecik bir ülke görüyorum.. Doğduğu günden beri savaşmasına rağmen, eğitim, teknoloji ,bilim ve tıpta yüzümüzü güldüren Israel , her gün yeni yeni buluşlara imza atan Israelli bilim adamları, akademik başarılarıyla dünya'da parmak gösterilen değerli insanlarımız bizim için en büyük gurur kaynaklarıdırlar. Tarihimiz boyu geçirdiğimiz şeylerden sonra bugünler bir mucizedir! Etrafımızda muatap olmak zorunda kaldığımız mantalitenin bölgede ürettiği onca karanlık ülkeler içinde  parlayan bir güneş gibidir Israel. Keşke bilimin, eğitimin önemini onlara da anlatacak insanlarcıkıp karşımızdaki toplumu uyandırmayı başarabilseler. Keşke karanlık zihniyeti aydınlatmaya hazır insanların önlerindeki engelleri kaldıracak mucizeler olsa. Çünkü biliyorum ki her toplumda bunu yapabilecek insanlar vardır. Birilerinin bazı şeyleri değiştireceği günleri bekliyorum.

Daha fazla şehitler vermemek için. Çocukların bir karış toprak uğruna babasız büyümemeleri için, annelerin ağızları daha süt kokan evlatlarını toprağa verdikleri günleri görmemeleri için. Kardeş sevgisinden mahrum kalmamak için. Sağlıklı ve mutlu bir toplum olmak için.

Daha güzel bir ISRAEL için.. .  " CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN! "...



Batya R. Galanti

1 Mayıs 2019 Çarşamba

 



                          
                         


                                     Bu akşam Soykırım'ı anıyoruz.


Yad Vashem'e ilk ziyaretimi dokuz yaşımda iken yapmıştım. 

Holocaust müzesini gezdiğim o gün öyle çok detaylarıyla aklımda değildir. Zaten çocukluğumla ilgili bir çok anı,  bir çok insan hatırımdan silinmiş gitmiştir.

Fakat o günle ilgili  bir an hep aklımda kalmıştır.  Annemlerle beraber müzeyi gezerken girdiğimiz odalardan birinde bir vitrinin arkasında  koyu krem renginde hatırladığım bir iki kalıp sabun duruyordu. Annem bana o an gayet sakin  " Bunları insan derilerinden yaptılar !" demişti.

Anlamamıştım. Nasıl yani? İnsan derisinden sabun yapmak ne demek? 

Neden ? Peki niye?  Nasıl yapmışlar?  Bu sorular kafamda dönmüşsede de sanırım şaşkınlığımdan o an kimseye sonuçta bu soruları yöneltmemiştim. Kafamın içinde kalmış sorular bunlar.

Hiç cevaplanmamış...

Seneler sonra 27 yaşımda idim Yad Vashem'e yeniden gittiğimde. İnsandan sabun nasıl yapmışlar sorusunun cevabını aramamıştım hala ama bir insanı sabun yapacak kadar zalim nasıl olunur sorusunun yanıtını yine insanoğlunun kendisinden öğrenecek kadar büyümüştüm artık.

Ben Holocaust'un pek konuşulmadığı bir ülkede büyüdüm. Çocukken Holocaust'u sadece kendi büyüklerimden duymuştum. Annemden , babamdan.. Yaşadığim ülke ve insanının bu konuyla uzaktan yakından pek ilgileri yoktu. Zaman zaman televizyonda ya da sinemada yayınlanan bir filmin içinden bir kesit olarak karşımıza çıkabilse de Holocaust bir müslümanı neden ilgilendirsindi ki? 

Hani Türklerin dedikleri gibi " Ateş düştüğü yeri yakar ". 

Peki tarih bilgisi olarak ta mı okutulmamıştı bu olay? ..diye doğal bir soru sorsak onun da cevabı bellidir.  Türkiye'de içinde Türkler'in adı  geçmeyen tarih'in yeri yoktu.


Yad Vashem'i ikinci ziyaretimde  beni en çok etkileyen şey,   hani o çizgili pijamaların içinde bir deri bir kemiğe dönmüş, açlıktan avurtları çökmüş yüzleri korkunç bir hal almış insan resimlerinden ba
şka  ya da yüzlercesi bir yığın halinde bir vitrinin içinde duran ayakkabılardan da sonra  (  Holocaust sonrası toplanmış ayakkabılardı bunlar.)   Ölenlerden geriye kalan, bir çoğunun  tabanı yok olup gitmiş, geçirilen eziyetlerden  kalan parçalar gibi,  katledilenler gibi onlar da bir yığın olarak duruyorlardı vitrinde...

Her boyutta, kadın,  erkek , ve kimi çocuk ayakkabıları...



Orada sergilenen her resim, her nesne, her şey  insan yüreği taşıyan her normal kişiyi etkileyecek kadar büyük bir acıyı yansıtıyorlardı . 

Tek tek büyük bir dikkatle baktığım sergilerin ardından, geçtiğim son koridorun sol tarafında, tüm duvarı kaplayan  kocaman bir fotoğraf bir anda yerimde kalakalmama neden olmuştu

O güne dek hiç görmediğim bir resim. Halbuki ne kadar da ünlüymüş!  Daha sonra öğrendim. Eh, söyledim ya Soykırımı neredeyse tanımayan bir ülkede büyüyen bir Yahudi o zamanlar yaşanılanları ne kadar öğrenmek ve tanımak istese de bu konuda eline geçecek yazı ve kitaplar ya da filmler çok azdı.

Resimde karşılaştığım bir çift göz.. . sekiz yaşlarında bir çocuğun korku dolu bakışları idi...Herşeyi bir anda özetleyen bakışlar.  Arkasındaki Nazi askerinin doğrulttuğu silahından her an çıkacak kurşunun dehşetiyle ellerini havaya kaldırmış, çaresizlik içindeki bir Yahudi çocuğu.. 

Milyonlarca insanın yaşadığı kaderin bakışlarıydı bu.  

Dünyaya sayılı yıllar evvelinde gelmiş, kendisine yapılanları kavrayamayacak kadar küçük bir varlığın masumiyetinde gizlenen dehşeti anlatan fotoğraf.



O gün o fotoğrafın önünde dakikalarca durdum.

Ne tuhaf.. 74 yıl evvel Avrupa'da altı milyon insanı sistematik bir şekilde yok ettiler. Ve bugün bize yapılanları andıkça Yahudilere daha da sinir oluyorlar. Yeter diyenler çok var!! .Yalan söylemeyin o kadar kişi ölmedi diyenler yığınla. Hatta gittikçe daha fazla insan  şimdiden Soykırım'in  yasanmamis oldugunu iddia ediyorlar. Onca belgeye, kanıtlara, dokümanterlere, ve yaşayan şahitlere rağmen...

Holocaust'tan kurtulmayı başaran ve hala hayatta olan insanların kollarındaki numaralar çok şeyi anlatsa da dünyanın dört bir tarafına yayılmış antisetizmin gözü kör olmaya devam ediyor.. .

Bu dehşetten kurtulanların torunlarına kadar yansıyan psikolojik sorunlar ise toplumumuzun içinde bugüne dek var olan bir problemi teşkil ediyor.. 

1939-45 yılları arası yaşananların izleri Yahudi toplumunun özünde kendini hissettiren bir olgudur hala Bir çok soru işaretinin cevabıdır Holocaust.

Soykırım çoğu zaman sadece Yahudileri ilgilendiren bir konu olsa da  bir milleti kökünden temizleyecek kadar vahşileşebilen sözümona dünyanın en gelişmiş toplumlarının bile içlerindeki katıksız nefretin sonucu kendilerini ne kadar kaybedebileceklerinin açık bir kanıtıdır Holocaust.

Bir hiç yere milyonlarca kişiyi gözlerini kırpmadan ortadan kaldıracak kadar korkunçlaşabilen Avrupa'nın gerçek yüzüdür Holocaust!!

Bu yüzden o şık giyimlerinin arkasında, o entel ve ileri görüşlü, o güzel görünümlü şahısların , demokrat ve hümanist insanların aslında Ortadoğunun o vahşi görünümlü simsiyah sakallarının arasından Allahuakbar diyerek kafa kesen barbarlardan hiç farklı olmadıklarını hatırlatıyor bana tarih!! Hatta içlerinde ağızlarını açmaktan çekinmeyenler bunu açıkça ifade ediyorlar bugüne dek her yerde, her zaman.

İnsanların değiştiklerine inandığımı söylüyorum bazen. İçimde hala bir yerlerde yaşayan o küçük kız başını kaldırıyor kimi zaman, beni kandırmaya çalışır gibi oluyor. Hayat değişti, insanlar aynı değiller diyorum bazen.  Sonra yeniden kendime geliyorum. Herşey sadece bir rolden ibaret diyorum.. Hiç bir şey değimedi ve değişmeyecek !

Her yerde iyi insanların  olduğunu hic unutmasam da masif kitlelere baktığımda, ya da Antisemitizm'in kalkan burnunu yere sürtecek neredeyse kimsecikler olmadığını hissettiğim anlarda yeniden moralim bozuluyor. 

Bir yerlerde biri kalkıp beyaz ırkın üstünlüğünden bahsederek sinagog'da dua eden  60 yaşındaki kadına kurşun sıkarak katlettigi an nasil bir dunyada yasadigimi tekrardan hatirliyorum!






Batya R. Galanti

19 Nisan 2019 Cuma

PESAH!



Israel'de insanların bir alışkanlığı vardır  Perşembe gününden birbirlerine Şabat Şalom derler. . Bayram'dan neredeyse bir iki hafta evvelse İyi Bayramlar mesajları başlar! Bu bir yahudi alışkanlığımıdır heryerde böylemidir  pek bilmiyorum. Türkiye'de nasıl olduğunu nedense hatırlamıyorum bile.

1995 yılında Israel'e dokuz yıl aradan sonra geldiğimde bir perşembe günü otobüs alıp bir yerlere gitmistim tek başıma. Dönüşte  şoför Tel Aviv'deki otobüs garına vardığımızda otomatik kapıları açarken, " Hepinize Şabat Şalom!" demişti. Benim gibi gola'da yani Israel dışında büyümüş bir yahudi için bu küçük teferruatların  büyük anlamları vardı. Böyle küçük şeylerden bile heyecanlanıyordum o zaman.

1996 ylında Aliya yaptığımdaysa,  Ulpan'da İbranice öğrendiğim ilk ayları hiç unutmadım.
Kita Alef 'e yani dil okulunun  birinci sınıfına gittiğim zamanlarda insanlara ilkokul talebesi gibi  kita alef'teyim dediğim zamanlarda bana gülmelerinin dışında, otuz yaşıma yaklaştığım o günlerde küçücük Israelli çocuklar gibi klasik bayram şarkılarını da bize öğretmelerinin beni son derece mutlu etmesinin yanında  bayramların bu halk için  insanları birarada tutan çok temel bir aile kavramı olduğunu öğretmişlerdi bana. Bayram'da her " Bu gece kime davetlesin? "   sorusunun ardında  yanlız kalmamamızın ne kadar önemli olduğunu hissettirirlerdi insana bu ülke'de.
Herşeye rağmen yine de çocukluğumda gola'da kutladığımız Pesah ile Israel 'deki bayramı zaman zaman mukayese etmeğe devam ederim kimi anlamda. Bu da sanırım çocukluğuna ait anılara belli bir özlem duyan insanın kalbinden geçen doğal duygulardır.
Benim için Pesah'ı yaşamak mesela sanki siz diğerlerinin sahip olmadığı bir özelliğe sahipmişsiniz gibi bir histi. Yaşadığınız çevredeki insanların çoğunluğunun o gün anlam taşıyan bir şeyleri yokken siz sanki çok özel bir anı yaşıyormuşsunuz duygusu gibi. Sadece size ait olan bir şeyi! Bu belki de bana özgü bir hismiydi bilmem.

Çocuklar için  ne olursa olsun bayramlar her zaman ayrı bir anlam taşır. Kutladığınız bayramın ne olduğu aslında çok ta önemli değildir. Pesah, Paskalya ya da Ramazan.. sonuçta özel bir gündür o gün. Diğerlerinden farklı .Her biri kendine ait ritüelleri , şarkıları ve hikayeleriyle, harçlıkları ve hediyeleriyle. Sonuçta ne olursa olsun, ne kutlanırsa kutlansın çocuk için farketmez!



Pesah ta işte benim için belki de bütün bir yıl beklediğim en anlamlı günlerdendi. Öncesi hazırlıklarıyla, aynı akşam bizim Ladino olarak okuduğumuz  Hagada yani Mısır'dan , Firavunun esareti altında yaşayan Yahudilerin kölelikten özgürlüğe doğru, Kenaan topraklarına yani bugünkü Israel'e doğru çıkışın , çölde kırk yıl yaşanan göçün hikayesi olan Hagada'yla ve kuzenlerimle biraraya gelişimizle içimi sevinçle dolduran bir bayramdı Pesah hep .. Mayasız ekmekle yediğimiz yemeklerin bayramı. Dayımın her Pesah bize göndermeyi ihmal etmediği tropik buketin içindeki rengarenk çiçekleri salonun en baş köşesine koyan  annemin o geceki ziyafeti hazırlamak için mutfaktaki yoğun çabası bile benim için o günü çok özel yapan anılardan bir tanesi .. Salonun sonuna kadar açılan kapılarının ardında saklanan şatafatlı eşyalar bir anda bir sergi gibi ortaya çıkarlarken. ahşap masanın üzerine serilen şık örtüyle beraber dizilen porselen tabaklar ve kristal bardakların tepedeki ahizeden yansıyan ışıkla pırıl pırıl parladıkları o günde en güzel kıyafetlerimizle ailenin diğer üyelerini beklemenin keyfi nasıl da büyüktü benim için..

Bayramdan bayrama yaşanan kimi klasik olgular, bugün tarihe karışmış kimi törensel gelenekler ve kaybettiğim kimi büyüklerimle birlikte gittikçe solmaya yüz tutan anılar bunlar.

Bu akşam eşimin ailesine davetliyiz yine Seder için. Dinimiz ve geldiğimiz köklerimiz bir bile olsa , yine de yerden yere, kasabadan kasabaya, bir şehirden diğerine bile değişen kimi gelenek farklılıklarıyla hayat daha da renkli kimi açıdan. Bugün Israel'de kutladığımız Pesah her ailede kimi değişik alışkanlıkları da birlikte yaşatıyor insana. Sonuçta kutlanan bayram aynı olsa da.




Batya R. Galanti



16 Nisan 2019 Salı

               

                                               NOTRE DAME'IN YANGINI




Dün gece tam bir haberin ortasında idik, birden son dakika gelişmesi olarak geçti muhabir; " Notre Dame de Paris" yanıyor diye!  Ve ekranda Katedralin son an görüntüleri belirdi.  O muhteşem Katedralin tepesinden fışkıran alevlerin görüntüleri.  Tüylerim ürperdi birden.  Paris'in simgesi olan Notre Dame'ın ateşlerle boğuşan hali ekranlardaydı. Avrupa'nın en güzel, en ihtişamlı yapılarından birinin bu şekilde yandığını görmek ne kadar üzücüydü. Viktor Hugo'nun kitabına konu olmuş, dünyanın her yerinden gelen turistlerin ziyaret etmeden geçmedikleri bu büyük tapınak nasıl da yanıyordu alev alev.
Peki nasıl başlamıştı bu yangın? Bunu bilmek için daha çok çok erkendi.
Paris halkının ve tüm Fransızların nasıl bir şok içinde olduklarını düşündüm o an. Kim bilir nasıl da canları acıyordur, ateşlerin içinde eriyen bir tarihe tanıklık ederken.



Bense böylesi eserlerin sadece belli bir ülkeye değil tüm insanlığa ait olduklarına inanıyorum.
Tüm insanlık için büyük bir değer taşıyan bu dev sanat eserinin ve tabii Katolikliğin Paris'teki  sembolü olan böylesi bir yapının kaybı her normal insanın yüreğine acı vermesi gereken bir şey olmalı.

Dün gece France 24'ten olayı canlı olarak izlerken  dikkatimi çeken studio'ya davet edilen bir konuk oldu.  Polonya kökenli bir yahudi yazar olan Marek Halter'i dinledim. Notre Dame'ın hıristiyanlığın büyük bir mirası olduğunu anlatırken bu Katedral'le bir zamanlar özdeşleşmiş olan bir kişilikten  bahsetti. Kardinal Lustıger'den.  Sonradan Hıristiyanlığa geçen Jean-Marie Lustıger'in mezarının Katedralin hemen yanında olduğunu anlattı.  Hıristiyan geleneklerine göre gömülmüş olan  Kardinal'in yahudiliğini de asla unutmamış olduğu için ölmeden evvel cenazesinde ayrıca Kadiş okunmasını rica ettiğinden bahsetti.

Fransızların böyle bir anda studio'ya bir yahudi yazarı çağırmaları ,  Hıristiyanlığın sembollerinden biri olmuş Notre Dame de Paris'nin yokolmakla karşı karşıya kaldığı bir gecede yaşanan derin duyguları farklı bir inanca ait birisinin ağızdan,; bir yahudiden dinlemek değişen çağın farklı düşüncelere, görüşlere, dinlere nasıl eşit mesafeden bakmak için gayret gösterdiğini kanıtlıyor bir kez daha. Yanmakta olan bir Katedral olsa da studio'ya gelen konuşmacının Yahudi olması bir şey  değiştirmiyor . Dinler arası harmoni sanırım böyle bir şey olmalı! .

Dilerim bu yangın sadece restorasyona bağlı bir elektrik kaçağı sorunundan çıkmıştır. Söylenenlere göre, meydana gelen  hasarin büyüklüğü nedeniyle sebebi ortaya çıkaracak dellilerin yok olmuş olmaları ihtimalinin büyük olduğu ve araştırmalardan bir sonuç elde etmenin çok kolay olmayacağı yönünde.

Geçen yazdan beri restorasyonda olan yapının yeniden eski haline getirilmesi sanırım kolay olmayacak. Ama bugünün insanı zoru başarmaya alışık gibi görünüyor.  Gelişen teknoloji ve süper beyinler herşeye muktedir gibiler. Ayrıca böyle zamanlarda huzur ve birlikteliğin ne kadar önemli olduğunu insanlar anlasın diye umut ediyorum.. Yıkmak, yakmak yerine birlikte inşaa etmek için birleşilmesini diliyorum. . Keşke!!!





Batya R. Galanti

1 Nisan 2019 Pazartesi

BARIŞ ELÇİLERİ!



İki gün önce Papa Francis Fas'ın başkenti Rabat'ta Fas Kralıyla biraraya geldi.
Son yıllarda Vatikan çok büyük bir değişim gösteriyor. Farklı dinler ve kültürlerle barış yönünde büyük çaba harcayan Katolik Kilisesi kendini 21. yüzyıla her yönüyle adapte etmek için gayret ediyor gibi.
Ne mutlu ki, dini bir lider farklı dinlere barış elini uzatabilsin.
Aynı sebepten 2014 yılında Israel'i de ziyaret etmişti Francis. Bu ziyarete Israel hükümetinin ne kadar önem verdiğini, medyanın büyük ilgisini çok iyi hatırlıyorum.

İki gün önce Rabat'ta Fas Kralı VI. Muhammad de  Papa Francis'i çok büyük bir ilgiyiyle karşıladı .
Bugün Fas'ta hala ikamet eden çok küçük miktardaki azınlığın rahat yaşaması için elinden geleni yapan Kral genel anlamda ılımlı bir lidere benziyor..
Tüm bunlar ne güzel haberler.  Dünyanın bir yerlerinde insanlar dinleri yüzünden zarar görürlerken birileri bir yerlerde hala kardeşçe bir yaşam sürmek adına çaba harcıyor. Rahat, huzurlu bir hayat için.


Geçtiğimiz hafta aslında internette bu gözle görülen dostlukla hiç bağdaşmayan olaylar hakkında haberlere rastladım internette. Fransa'da son yıllarda artış gösteren kilise yangınları hakkında çıkan haberler çok endişe verici geldi bana... Birileri ( ?! ) sürekli kiliseleri hedef alıyormuş Fransa'nın farklı bölgelerinde .. Bir çok kilise tahrib edilmiş, duvarlarına dışkıyla haçlar, işaretler bırakılmış!! Ve ilginç olan ise tüm bu yaşanan vandalizm karşısında gayet tedirgin olan kilise yetkililerinin suskunluğu!! 2016'da çok daha korkunç bir olay yaşanmıştı.. 86 yasındaki Rahip Jacques Hamel hizmet verdiği kilisesinde boğazı kesilerek öldürülmüştü.

Şimdi gelelim, kardeşliğe.. Papa Francis belki kendi açısından haklıdır. Belki barışçıl yollardan bir yere varmayı deniyordur.  Birilerine kardeşçe mesajlar vererek. Tüm gelişen radikal akımlara karşı zeytin dalı uzatarak. Bu yolda, karşı tarafta aynı dilden anlayan liderlerle görüşerek.
Tabii ki kutsalsavaş, cihad fikirleriyle beyinleri doldurulmuş kimi radikal akımlarla aynı dilden konuşmayacak kadar medeni bu insanlar. 21. Yüzyılda kendileri de din savaşı mı başlatsınlar? Hayır! Kilise tabii ki bunu yapmayacak. Çünkü birinin mesajı diğerininkinden çok farklı. Peki barışçıl yollardan, olumlu mesajlarla, iyi niyet ziyaretleriyle bu insanları durdurmak mümkün mü?  Bugüne dek, her tür reformu reddeden. en  minimal eleştiriye karşı insanları ölümle tehdit edenler. Ve  onunla bununla dost olmayacaksınız diyenlerle mi?  Bilmem??!!

Ama bakın geçen gün Papa ile  Fas Kralı toplantılarının sonunda birlikte önemli bir bildiriye imza atmışlar. Oynanan dostluk tiyatrosunun ardından kabak yine Yahudilerin başına patlamış gibi bir intiba uyandı bende.


Bu iki barış elçisi zat iki din arasındaki sorunları ne güzel de çözmüşler. Bravo! Tek engel galiba  Yahudilerin oyun bozanlığı! Efendim, Yeruşalaim'in Uluslararası Statüsünün korunmasının önemini belirtmişler..  Aman çok iyi yapmışlar tabii.

Burada üç dinin " ÖZGÜR "  olarak yaşadığı konusunda birisinin şüphesi var sanırım.  Eh, bu şekilde bir beyanname çıkarılınca intiba bu oluyor.

Halbuki ben ne zaman Jerusalem'e ( Yeruşalaim-Kudüs!) gitsem ( ki pek dindar biri olmadığım için öyle çok gitmesem de bir iki yıl da bir Eski Kudüs'te bulunmak şansım olur)
Benim şahit olduğum, eski şehirde yaşanan  huşu'dur  . ( Askerlerin varlığı kimileri için rahatsız edici olsa da ne yazık ki bölge şartları başka türlüsünü el vermiyor!)
Francisken rahiplerine, çevredeki manastırlarda yaşayan rahibelere rastlarız hep eski şehrin sokaklarında gezerken. Hani çoğu arap dükkan sahiplerinin sizleri karşıladığı tipik Ortadoğu dükkanlarının olduğu o daracık taş yollarda yürürken. Her milletten, her dinden insan yanınızdan geçer.. Bir çok dil duyarsınız bir anda etrafınızda. Bazen anlamadan bakarsınız bir anda karşınızda Ortodoks Kilisesinin yerini soran Rus Turiste.. St-Sepulcre Kilisesini görmeye taa Amerika'dan gelen gruplar geçer Ağlama Duvarının önünde dua eden Hasid Yahudilerinin biraz ötesinden.
Yukarıda kalan Al-Aksa'ya ise sadece Kuran'dan kimi sureleri ezbere söyleyebilenleri alır kapıdaki Arap görevliler.. Buranın normal şartlar altında tek sorumluları onlardır.
Üç din burada dua eder  kimi günde üç,  kimi  beş kere ya da kaç kez gerekiyorsa.

Al Aksa'dan birilerine karşı terör estirmek için önlerine gelene taş atmadıkları, saldırmadıkları sürece onlar için de kesinlikle sorun yoktur burada ! Ama cami'de barut, patlayıcı madde , kafa göz yarmak için koca taşlar ve silah saklayanlar  kutsal mekan kelimesini ağızlarına almaya utanmalıdırlar.


Papa'nın Jerusalem'i Israel'in başkenti olarak kabul etmemesini Rabat'taki toplantıda hatırlatması ilginç bir yer ve zamanlamadır bence.  Bu toplantı sonrası böyle bir açıklamayla Papa Israel'e karşı Arap dostlarımızın yanındayız ve 1967'de Ürdün'den alınan bu topraklardaki Israel'in varlığını reddederken , Ürdün, Mısır ve Suriye'nin Israel'in güvenliğini tehtid eden hareketlerinin bir sonucu olarak başlayan bu savaşın getirilerini reddederken Uluslararası alanda BM tarafından geçmişte açıklanmış olan bildiriyi bugün de hatırlatarak bir kez daha  kınıyoruz demiştir Israel'e.


Ortadoğu kaynayan bir kazan.
Her tarafta savaşlar var.
Sünniler ve Şiiler yıllardır birbirlerinin boğazlarını kesiyorlar.
Ortadoğunun dört bir yanında yüzyıllardır ne savaşlar bitti, ne fakirlik, ne bağnazlık ne cehalet ve eşitsizlik.
Son yıllarda tekrardan iyice alevlenen kabile ve din savaşları Ortadoğunun her köşesinde insanları cehenneme sürüklemeye devam ediyor.
Sadece Suriye'de son sekiz yılda milyonlar savaşa yenik düştü.
Irak'ta , Yemen'de Suudi Arabistan ve İran hiç bitmeyeceğe benzeyen bir savaşın içindeler
Yemen'de  her on dakikada bir çocuk ölüyor.
Jerusalem'de barış istediklerini söyleyen Fas Kralı Ortadoğu'da her dinin özgür yaşandığı tek adresin neresi olduğunu görmezden gelmeye devam ediyor. Onlar gerçekleri görmezden gelmeye devam ederken bu bölgede yaşayan   Hıristiyan'ları buldukları yerde öldüren Daaş militanları başka inançların mezarlarına bile tahammül göstermiyorlar. Kırdıkları heykeller, yıktıkları ibadet yerleri onlar için sürdürdükleri kutsal savaşın bir parçası.

Tüm bu kaos'un orta yerinde küçücük bir ülke var ki tüm savaşlara rağmen hala daha Şalom Aleihem şarkısını bağıra bağıra söyleyen gençlerin Ağlama Duvarı'ndaki Hora'sına karışan kilise çanları ve müezzin sesiyle birlikte masmavi gökyüzünün altında gülümsemeye devam ediyor!!

Papa'ya, Avrupa'ya , Türkiye'ye, İran'a ve tüm karşı gelenlere rağmen!!!




Batya R. Galanti


26 Mart 2019 Salı



DEĞİŞMEYEN  ZİHNİYET!


Erdoğan son günlerde hiç olmadığı kadar Israel televizyonlarında boy gösterisi yapıyor.
Her gün ağzından çıkardığı yeni, yepyeni inciler kulakları dolduruyor.
Ne şanslıyım ki bu adamın ülkesinde yaşamıyorum derken birden adamı her gün salonumda görür oldum.
Netahyahu'ya sözde laf yetiştiriyor..
" Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz!", sizler katılsınız!" demiş geçen hafta sanırım.
Kendileri ülkede azınlık bırakmadılar o ayrı..
Anadolu'da Osmanlı'ya kadar yaşayan, var olan, soluyan yüzde yirmilik hıristiyan nüfus bugün  yüzde ikilerde!
Bu nasıl oldu acaba???

Geçtiğimiz gün bir kez daha  kükredi.. Eh ne yapsın, seçimleri var ya.
Olan bize oluyor,  her seferinde bu sempatik sürati tv'de görmek!.
Neymiş Trump Golan Tepeleri üzerindeki Israel hakimiyetini tanıyacakmış.
Şöyle demiş kendisi. " Biz buna izin vermeyiz!"
O izin vermezse olmaz tabii!!
Erdoğan'ın hani o 1000 küsur odalı sarayı var ya ( Görmemişin sarayı olmuş içine 1000 tane oda koymuş) .. İşte bana öyle geliyor ki o odalardan birine bir dev aynası koymuşlar, her sabah kendine o ayna'da bakıp " Ben neymişim be abi!  desin diye!
İstediğim olmazsa " Kükrerim ben!" diyor mahallenin kabadayısı.
Kim korkar hain kurttan!
Netanyahu yetmedi, Netanyahu'nun oğluyla da çatıştı bu sefer.
Hani sürekli kendilerinin Yeruşalayım'ın bekçileri olduğunu söylüyor ya.
Efendim " Kudüs Müslümanınmış!"
Müslüman'dan evvelini ona kimse öğretmemiş.
Adamın tarih bilgisi de sıfır.
Zaten ne bilir ki bu adam ve peşindeki koyunları sadece Kuran'dan medreseden başka.
Bu kez, Yair Netanyahu ona  İstanbul'un senelerce nerenin başkenti olduğunu hatırlattı tabii..
Ona Bizansı Constantinopolis'i anımsattı ..



Taa İ.S 354'ten II.Mehmed'in orayı aldığı güne dek..
1000 yıldan fazla Doğu Bizans Imparatorluğunun Başkenti değilmiydi İstanbul.
Yalan mı??
Aman efendim Erdoğan çok sinirlendi.
Orası Constantinopolis değil,  Artık; "  İslam' bol " muş!!
Zaten ne varsa bu sözcüğün içinde var!

Ve en sonunda döndü dolandı getirdi lafı Hagia Sophia'ya!!
Aya Sofya için karar vermiş artık müze değil cami olacakmış..
Zaten yıllardır içlerinde ukteydi.
Türkiye'nin başka derdi yoktu ki
Ekonomi, geçim, işsizlik, sağlık, bilim, kültür..
Bunlar dan kime ne??
Varsa yoksa Aya Sofia...
1453'ten beri Aya Sofia taklidi camii inşaa etmekten yorulmadılar şimdi sonunda özünde Kilise olan bu mekanı yeniden camii'ye çevirecekler ve kurtulacaklar.
Onların da dine verdikleri saygı bu kadar..
Ne mantık ama!!
                                                                                Hagia Sophia

Başkasının inancına el atmak.. Bundan daha çirkin ne olabilir?
Geçmişte, 11. ile 13. yüzyıllar arası çıktıkları Haçlı Seferleri'nde  Hıristiyanlar da fethettikleri şehirlerdeki camileri sinagogları Kilise'ye çevirmişler..
İspanya'da Andalusya'da örneğin bu şekilde çok sinagog ve camii örnekleri vardır.
Ancak bugün acaba hangi Hıristiyan böyle bir şeyi yapar? Yapmayı kabul eder?
Çünkü kimileri tarih içinde evrim geçirdi, geliştiler ve değiştiler . Kimileri ise hep aynı noktada kalakaldılar.

Aynı çürümüş zihniyetle yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Sonra da soruyorlar, biz niye ilerlemedik diye?





Batya R. Galantı







\