14 Kasım 2021 Pazar

Burada yaşananları oradakilere duyurmak

Bazen bazı yazılar, bazı konular daha çok ses getirebilmelidirler. Elinizden geldiğince sizi okumalarını sağlamak gerekir. Yazımı bir arkadaşımın sitesinde yayınlamayı önermeleri üzerine tekrardan burada da ( altta )  paylaşıyorum. Kimi konuları Türklere, Türk Yahudilerine biraz daha fazla anlatmayı amaç edinen arkadaşlarım tarafından açılan bu site, Türkiye'de yaşayan ve Israel'de neler olduğundan doğru dürüst fikirleri olmayan arkadaşlarımızı bilgilendirmeyi hedef alan dostlarımın başarılı olmalarını diliyorum.

İstanbul'da varlığını sürdüren, Şalom Gazetesi'nin son senelerde, Amerika ve Avrupa solundan etkilenen ( ?! ) liberal çizgisi, Yahudi olmalarıyla birlikte Israel politikasına karşı olduklarını kanıtlamak kaygısıyla Israeli yerden yere vuran gazetemiz, Türkiye'deki devlet politikasıyla ters düşmemek. Türkiye'de devletin hışmına uğramamak adına doğruları olabildiğince çarpıtan diğer media kuruluşlarından farkları kalmadıkça bizim de bir çok şeyleri gerçek yönleriyle yansıtabileceğimiz platformlar oluşturmamızın  önemi artmaktadır.

Keşke, objektif yayın yapma özgürlüğüne sahip olmayan cemaat gezetemiz Şalom hiç politikaya girmeseymiş diyorum. Doğruları yazamayacaksanız, objektif görüşlerinizi ve gerçekleri insanlarınıza gösterecek cesaret sizin için istenmeyecek sonuçları getirecek diye devletin propaganda aracına dönecekseniz sadece magazin haberciliği yapsaydınız. Birilerini memnun etmek için yazıyorsanız, ya gazeteyi kapatın ya da cemaatin paparazzi sayfası niteliğinde hafif konularla uğraşın derdim onlara. Böylesi dürüst olmuyor!!!

Kendi insanımız, Yahudi ülkesinde neler olduğunu bilmiyor bile. Türkiye'de yaşayan insanlar  kendi özlerinden neredeyse nefret edecek duruma getiriliyorlar. Yalan haberler sadece Müslüman Türkleri değil oradaki elit tabakayı, diğer azınlıklar ve bizimkileri dahi etkiliyor. Bu ortamda yaşayan Yahudilerden bile neredeyse düşman bir kitle yaratılıyor. ( En azından, Israel'de yapılan kötülüklerden konuşan yeterince Yahudi tanıdım!! )

Burada neler yaşamış olduğumuzu, Israel'de neler olup bittiğini birinci ağızdan duymaları gerekiyor.  Türklerin bize olan yanlış tutumunu ve iki ülke arasında yaşanan gerginliklerin ikinci yüzünü de bilmelerinde fayda vardır.


Batya R. Galanti

https://www.shemanews.com/shemanews/index.php/2021/11/14/shemanewsin-israilli-yazarinin-gozunden-turkiyede-turist-olmanin-riskleri-batya-ruso-galanti-yazdi/

 https://www.shemanews.com/shemanews/

12 Kasım 2021 Cuma

Sistemin bizden çaldığı sağlığımız!!

İstanbul'a 2007 senesinde bir satış işlemi için, bir günden diğerine planlanmadan gidişim, genelde, bir andan diğerine kararlar almaya elverişli olmayan hayatım açısından gayet farklı bir durumdu. Kimseden yardım görmeden kendi kendimi idare etmek zorunda kalmış biri olarak bu defa Gal'in gün boyu nerede ve kimin ellerinde olacağını hesaplamaya bile vakit bulamadan ilk uçakla İstanbul'a uçtuğum seyahatin nasıl bittiğini anımsadım dün! İstanbul'da son bulunduğum seyahatteki son saatlerde başımdan geçenleri..

Bugüne dek bir daha gitmemiş olduğum o koca metropolun zihnimde biraktigi son izlerdi bunlar belkide.  

Ve hayallerimde puslu bir perdenin arkasında kalan,  benim icin adeta tarihe karışmış bir yer. Belki bir gün tekrar gidersin oralara dediklerinde;  "Erdoğan hükümetinin" görevde olduğu sürece, en küçük bir şeyde hapse tıkılan insanları hatırladıkça, yazdığım onca yazının ardından bunun ne kadar iyi bir fikir olabileceğinden emin bile değilim ! Şansımı denemeye değer mi bilmem :) !!!

Aynı seyahatimde neredeyse hiç bir arkadaşımı aramaya bile vakit bulamamışken, kaldığım üç dört gün içinde ağbimle koşuşturmamın dışında pek fazla bir şey yapamamıştım. Daha o zamanlardan başlayan yoğun inşaat projelerinin nasıl dikkatimi çektiğini anımsıyorum. İstanbul aynı senelerde, Erdoğan'ın çılgın bir yapılanma projesinin içine girmişti artık. Her tarafta kurulmuş vinçler, yüksek inşaatler gördüğümü anımsıyorum. Daha sonrasına yetişemedim. Bize olan karşıtlık artıkça. Doğrusu pek içimden de gelmedi zaten!!

O seyahatimin sonuysa ayrıca unutulmaz bir macera olmuştu!!

Ağbimin Zekeriyaköy'deki evinden arabayla çıkmıştık. Sabahın erken saatlerinde, havaalanına gitmek için valizimi toparlayarak bindiğim otomobilde, aramızda laflaya laflaya, Belgrad ormanının içinde yol alıyorduk.

İstanbul'un ender yeşil alanlarının birinin içinden geçen dar yol, bir dönemeçten diğerine doğru devam ediyordu. Her iki tarafta kocaman ağaçlar vardı. Yolun kıvrımları hiç durmadan birbirini takip ederken, daha yeni doğan günle birlikte yanımızdan çok seyrek otomobiller geçiyordu.

Biz aramızda tam konuşurken birden karşıdan bir araba çıkmıştı karşımıza. Kontrolden tamamen çıkmış olan araba tam üzerimize doğru geliyordu. Ne olduğunu anlamaya vaktimiz olmadan, ağbim direksyonu olabildiğince yolun sağına doğru kırarken, araçtan kaçmaya çalışıyordu.  Bir anda yaptığı frenle birlikte,  yolun aşağısına doğru inen aracımız sol taraftan direksyonda sızmış olan sarhoşun arabasıyla hızla çarpışmıştı.

O an kalbimin ne kuvvette attığını bilmiyorum. Çarpışmanın hızıyla ve kıyameti andıran koca gürültüyle birlikte uyanan genç adam arabasından çıkarken sersem sersem etrafa bakınırken ne olduğunu bile bilmiyor gibiydi.

Kim bilir gece boyu ne kadar içki içmişti?? Ağbim gence bağırıp çağırırken, gençte bir anda ona kafa tutmaya başlamıştı. Hem suçlu hem güçlü bir hali vardı.  Araba total loss bir durumdaydı. Bense bir an uçağımı, havaalanına yetişmem gerektiğini bile unuturken, bir de bu şımarık çocuğun ailesiyle ağbimin başının derde girmesinden korkmaya başlamıştım. Türkiye'de neyin ne olacağı belli olmazdı ki. Etrafta ne bir polis, ne de bir ambulans, benimse elimde birden bire beliren keskin bir ağrı vardı.

Sonunda çocukla birbirlerinden telefon numaralarını ve diğer gerekli bilgileri alarak olayı aralarında kapatmak kararı alırlarken (!!)  olayın ilk şoku geçtikçe ben elimi o hızlı fren anında vites koluna çarptığımı kavramıştım. 

Uçaktan indiğim gibi gittiğim hastanede yapılan röntgende elimin iki yerinde kırık çıkmıştı.

Bu kaza sonucunda sigorta şirketi bana 15.000 şekel,  yani yaklaşık 5000 dolar ödemişti.

Bir zaman sonra, sigortanın bana yaptığı ödeme aramızda espiye dönmüştü eşimle. Sürekli iki küçük kırıkla güzel bir para aldın diye gülüp dalga geçmeye başlamıştı eşim benimle.

Bazı kazalar bir anda hayatınızın akışını değiştirirler, Bazı kazalar, mesela bir tren, bir otobüs ya da bir arabanın size bir anda çarpmasıyla ya hayatınızı sonlandırır, ya da sizi sakat bırakır. Bunlar insanın gözünün gördüğü kazalardır. İnsanı havada uçurup yere attığında, aracın altından çıkarılan beden gözle görülür bir travma yaşar. Kimi ağır yaraları olan insanlar hastanede ameliyata alınabilirler. Yaşadıkları gözle görülür, ya da hemen müdahale gerektirecek fiziki, bedensel, açık ve net zararlardır.  Ve tabi ki bu kazalar korkunçtur. Kimileri için iyileşmek kısa sürer, Herşey kazanın insanda yarattığı hasara bağlıdır.  Bazen aylarca tedavi gerektirir. Bazense yıllarca fizik tedavi görenler olur. Kimileriyse sakat kalırlar.

Kazanın insanda bıraktığı hasarın boyutlarına göre devlet o insana bazen maaş bağlar. Devletin sizin yanınızda olduğu durumlardır bunlar. Tüm bürokratik işlemler tamamlandığında, devletin sigorta sistemi,  belirlenen teşhisler ışığında sakatlık raporu verirler.

Bu tip sigortalar sadece devletin belirlediği durumları kapsar. Onun dışında kalan şeylerde ise derdinizi duvarlara anlatabilirsiniz. Zaten eğer başınıza gelen şeyin kimse tarafından tanınıp onaylanmadığını biliyorsanız en baştan bu konuda yapacak fazla bir şeyiniz olmadığını bilerek kendinizi yormazsınız bile. Ama bu durum kimi şeylerin bu şekilde olması gerektiğini ispatlamaz.

Arabada kırılan elim yüzünden yaptırdığım özel sigortadan aldığım parayı her daim düşünmüşlüğüm olmuştur. Elimdeki küçücük bir kırık için bana 15.000 şekel ödemişlerdi.

Ve aradan geçen bir kaç senenin arkasından, bana çok daha büyük bir zarar vermiş başka bir kaza başıma geldi. Hayatımı o iki küçük kırıktan çok daha büyük çapta etkilemiş, kocaman bir kaza idi bu.  ( Araba çarpması ya da buna benzer bir kaza değildi !! Bu bambaşka bir şeydi. ) 

Ben bu kazadan dolayı devletten destek görmek şöyle dursun, zaman zaman konuyu açmak durumunda kaldığım doktorların bu konudan en ufak bir haberleri olmadıklarını farkederek, kimselerden yardım görmemin söz konusu olmadığını ayrıca anladım. Beni kendi elleriyle daha çok hasta eden sistemin yeni bir  kurbanıydım sadece.

Senelerce kullandığım Cipramil'i bırakmak zorunda olduğumu anladığım gün hayatımın çok daha zor zamanlardan geçeceğinden haberim bile yoktu!

Bu ilaçlar yüzünden başıma gelenlerden dolayı kimi suçlayacaktım acaba?

Senelerce hiç olmaması gereken bir şekilde,  ( beynime açıkça zarar verdiğini bildiğim ilaclarla )  hayatımı gerçek anlamda cehenneme çevirmeyi bilen sağlık sistemi kesinlikle bana verdiği zararı ( ben ve benim gibi milyonlarca insana)  ne kabul eder ne de rekompanse etmek için bir teşebbüs içinde görünür.

Zihnimde kimi boşluk hisleriyle, kimi unutkanlıklarla kendini göstermeye başlayan ilk belirtiler, bana neler olduğunu farkedemeyeceğim bir durumun daha en başlarındayken, beynimde oluşan zararı yaşadığım stresin sonuçları olarak algıladığım zamanlardı. Bana neler olduğunu bilmediğim!! Ve hala aynı ilacı kullanmaya devam ettiğim zamanlar!!  Sadece, çok stresli bir dönemden geçtiğim için kendimi rahatsız hissettiğime inanıyordum. Aylar geçtikçe ve içimde hissettiğim elektrik beni iyice rahatsız etmeye, kimi unutkanlıklarım gittikçe artmaya başladığında bir nöroloğa gitmiştim. Nöroloğun bana tek söylediği şey ilaçları bırakmam gerektiği idi. Bunun dışındaysa hiç bir uyarı yapmayı düşünmemişti.

Doktorların sizin hayatınızı hiçe saymaları çok üzücü bir durum.

Bir yandan doktorun tavsiyelerinin ardindan ilaçları bırakmışken diğer taraftan geçen zamanla daha iyiye gitmeyen şeylerin getirdiği rahatsızlıklarla, google'da yaptığım aramalarda,  kullandığım SSRİ ve uzun süre, ufak dozda aldığım için zarar vermeyeceğine inandırıldığım Xanax'in yarattığı fiziksel bağımlılığın getirdiği sonuçlara bir zaman daha katlanmak zorunda olduğumu her gün biraz daha iyi anlıyordum. Doğru dürüst uyarılmamış olmanın verdiği bir başı boşluktu benimkisi. Serseriler gibi, alkolikler hatta belki narkomanlar gibiydim.   

Tek hatam halbuki, doktora gitmekti. Yardıma ihtiyaç duyduğum için!! Saf bir insan olarak, yetkili insanlara güvenmenin ne derece büyük bir aptallık olduğunu bilmediğimden düştüğüm tuzaktı bu. Kullandığım kadarıyla bile kendime yeterli zararı verecek bu maddelerle rus ruleti benzeri bir oyun içinde olduğumun farkında değildim. Ben Gal'le meşguldüm!!! 

Aynı dönemlerde, zaman zaman kendimi daha iyi hissetmeye başlayacağımı umarken, sinir sistemimi içten içe sallayan bir şeyler olmaya başlamıştı. Öyle bir sallanıştı ki bu bir yerde durmak bile zor gibiydi.  İlk kez o günlerde, Dr. Joseph Benbanaste'nin kliniğindeki o genç adamın neler yaşadığını anlamıştım.   Otuz yaşlarındaki bu genç erkek sürekli hareket halindeydi. Hayatımda böyle bir şey görmemiştim. Adamın bağımlılık sendromu yaşadığını bilmiyordum. Bıraktığı ilaçların vücudunda yarattığı yan etkilerdi bunlar. Onu deli sanmıştım zavallı :(( ( Halbuki adamda sadece ilaç bağımlılığı yüzünden ortaya çıkan akathisia durumu vardı ) 

Benimse kötü günlerimin daha en başlarını anımsıyorum. Kızım bir gün bana ileride bir noktaya bakmamı söylemişti. Unutmuyorum, ileride bir noktada bana bir şey göstermek istiyordu. Gözlerimi söylediği noktaya çevirdiğimde beynimden tüm bedenime bir elektrik akımı yayılmaya başlamıştı.  Dik durup ileride bir noktaya bakmak bir anda sanki bir imkansızı başarmaya dönmüştü!! Neydi bu?? Bana neler oluyordu??

Bu daha herşeyin başıydı. Epileptik bir elektriklenmeye banzeyen bu tip akımlar düşüncelerimin kafamda karışmasına neden olacak kadar kuvvetliydiler. Sanki alıcılarıma bir şeyler olmuştu. Radyo'da kanalları ararken düğmeleri çevirdiğinizde çıkan cızırtılar gibiydi beynim. Kanal sanki yerinden kaçmıştı. Ve beynim kendi kendine arama yapıyordu. Ve frekanslarda hata vardı. Sürekli cızırtılar, inip çıkan dalgalar bedenimi deliye çeviriyordu. Bazen kendi sesim beynimde elektrikleniyor, bazen bir dokunuş bile yeni yeni dalgalar yaratıyordu. Sanki sürekli  epileptik bir nöbete yaklaşır gibiydi beynim. Korkunçtu,

O günlerde, ilaçlar üzerinde  daha çok kendime cevaplar aramaya başladım. Bu konuda en geniş bilginin ingilizce olduğu açıktı. SSRİ ya da Benzodiazepine Withdrawal Syndrome sayfalarına giriyordum. Facebook'ta bir Support Group bulmuştum. Bu destek grubu genelde anglosakson kişilerin çoğunluğu oluşturduğu bir platform olduğu için kendimi biraz yabancı hissetmekle beraber orada çok insanla iletişim kurmuştum. Bu tip ilaçları bırakanların içinden azımsanmayacak sayıda insanların çok zor dönemler geçirdiklerini anladım. Hepsi çok ekstrem semtomlardan bahsediyorlardı. Halbuki girdiğiniz bir çok sayfalarda Bağımlılık Sendromu hiçte bu kadar korkulacak bir durum olarak anlatılmıyordu.

En tuhaf şeyse bu iyileşme sürecinin belli bir motif izlemesiydi. Bir dönem tam herşeyin düzelmeye başladığını zannederken, birden yeniden kendinizi kötü hissetmeye  başlıyorsunuz. Sanki beyin bir bilgisayar gibi restart yapmak ihtiyacı duyuyor ve bunu yapmakta zorlanır gibi oluyor.

İnsanların yaşadıkları semtomlar kişiden kişiye faklılıklar gösteriyor. Kimileri hafif bir iki semtomla atlatabiliyorlar bu dönemi, bir diğerleri bir çok şey hissedebiliyorlar. Bilinen en yaygın olan semtomlar: endişe durumları, depresyon, uykusuzluk, mental şikayetler.. Bu tip semtomlar insanları genelde ilaçları bıraktıkları için esas sorunlarına yeniden bir geri dönüş yaşadıkları şeklinde yanıltan belirtilerdir. Çok kez insanlar sorunun ilaçtan kaynaklanan bir şey olduğunu anlamazlar. Bunalımın kendi sorunları olduğunu düşünüp yeniden ilaca başlarlar.

Fiziksel semtomlarsa, kimi bedensel ağrılar olabilir, ciltte yanma hissi çok duyulan şikayetlerdendir.. ya da mide ile ilgili sorunlar olabilir. Bulantı, kusma, ishal gibi semtomlar görülebilir.

Bazı kişilerde, baş dönmesi baş ağrıları, titreme, sallantılar, koordinasyon bozuklukları, elektriklenme şikayetleri olur.

İlaç birden kesilirse epileptik nöbetler görülebilir. Koma'ya girmek tehlikesi bile mevcuttur. Bu yüzden psikiatrik ilaçlar aniden kesilmemelidirler.

Bir dönem bacaklarımda yoğunlaşan elektriklenmeler yüzünden yürümekte zorlandığımı hissettiğim zamanlar yaşadım. Başımdan tüm bedenime yayılan eletrik akımı bir anda yerimde mıhlanıp kalmama bile neden olabiliyordu.  Bu yüzden kendimi ister istemez  Ein Karem'de Hadassah Hastanesinin Nöroloji bölümünde bulmuştum. Bu şekilde devam edemeyeceğimi anladığımda, senelerden sonra tekrardan ( bu kez en iyilerini bulmuştum) muayene edilmem gerektiğini anlamıştım. ( Parkinson ya da olası başka bir şeyle ilgili olarak durumumdan emin olmak istiyordum )

Bugün artık normatif bir hayata geri dönmüş olsam d hala daha kimi semtomlar yüzde yüz beni bırakmadılar ne yazık ki. Seneler boyu ilaçların, kısaca serotonin ve kimi başka kimyasalların beynimde yarattığı bozukluğun hayatımı ne derece etkilediğini anlatabileceğim bir adresse kesinlikle yok!!!

Zamanında, Dr. Peter R. Breggin'in Fox News'a verdiği röportajları dinledim.  Mesleğinin en az kırk senesini psikiatrik ilaçlar hakkında insanları eğitmeye adayan İngiliz Prof Heather Ashton'un makalelerini okudum. Bu insanlar bu konuda kocaman bir endüstriye karşı savaşan tek tük doktorlardan ikisidir sadece. ( https://www.benzo.org.uk/manual/bzcha01.htm ) 

Doktorların kimi zaman bilinçsizce bir çok defa ise menfaatleri yüzünden insanları zehirlemeye devam ettikleri bir düzen mevcut bugüne dek. İlaç endüstrisinin kurbanı olan milyonlar var dünyada!!

İlaç bağımlılığının ne derece zor olduğu üzerine hala daha çok çok az konuşuluyor. Hala daha bu konuda konuşmak isteyenler susturuluyorlar. Hatta Dr. Peter Breggin'in röportajında söylediği gibi, ölümle tehtid edilebiliyorlar.  Bazılarının işine gelmeyen şeyler var!!!

Elimdeki küçücük bir kırık yüzünden bana binlerce şekel ödeyen sistem sonuna kadar adil olsaydı ilaçların bana yaşattığı cehennem için bugün bana ödenmesi gereken zarar milyonlarca şekel olmalıydı.  Ancak paranın ötesinde,  sağlıklarını kaybedenlerin hayatlarını birilerinden geri alamayan insanlara ne demeli?? Bu dünya'da adil olmayan çok fazla şey var!!!!



https://www.youtube.com/watch?v=GCCIRWj3TnM


11 Kasım 2021 Perşembe

Herşeyi yemeğe alışmak herkese göre değilmiş demek


Annem çocukluğum hakkında hep aynı mantrayı tekrarlar dururdu. "Senin kusma problemin olmasa ben daha fazla çocuk yapardım!"  

Kusma problemim derken? 

Bebekliğimde, yuttuğum yemeğin bir anda geri gelişiyle başlayan bir durum yüzünden,  annemin girdiği stresten, ( yeterli beslenemezsem ölürüm belki kaygısından herhalde) ve bu duruma karşı giriştiği savaştan ortaya çıkan bir tepkiydi bu diye tahmin ediyorum o  "sözde kusma" lar !!!

Bir zaman sonra yediklerimi çıkarırken ben, artık her öğün aramızda bir mücadeleye dönerke, ben sonunda ağzımı kilitleyip bir türlü açmak istemediğimde bu kez annemin burnumu sıkarak kaşıkları ağzıma zorla sokmasiyla devam eden ziyafetler tam bir eglenceydi mutlaka.Ama tüm bunlara rağmen altı yaşıma geldiğimde normal bir yemek düzenine girmişim.

Hem de herşeyi severek yediğimi anımsarım.  

Ancak sıram gelip anne oluğumda durum farklı oldu.

Eşim ve onun kardeşlerinin yemekte seçicilik huyları çocuklarımda da bire bir ortaya çıktığında benim politikam hiç bir şekilde kimseyi bir şeyleri yemeğe zorlamamak oldu. Ve insanlar bana hep bir gün gelip çocuklarımın büyüyeceklerini ve bu seçiciliğin zamanla kaybolacağını iddia etmişlerse de sanırım bu her insan için geçerli bir şey değildi. Bugüne dek kızım hala çok fazla şeye el sürmezken oğlumsa bu konuda başlı başına bir şampyon gibidir!!

Zaten otizmin temel özelliklerinden biri de çoğu kez yemek ve beslenme konusunda yaşanan problemler oluyor. Bu tüm otistik insanlar için geçerli olmasa da.  

Gal en başından beri yemeğe karşı katıksız bir direnç göstermişti. Ve bu yüzden, daha bebeklik çağlarında başlayan sorun yüzünden dört yaşlarına dek sadece biberon yemeği  kabul etmişti.  Ben de mecburen o acıktıkça şişeyi dayıyordum. Bunun dışında hiç bir şeyi denemeyi bile kabul etmezken, ne kadar buna karşı savaşmasanız da tek yönlü bir beslenmenin onun sağlığını nasıl etkileyebileceği yönünde kişide başlayan endişe yeterince huzursuz edebiliyor insanı.

Bir zaman sonra mecburen şişeye son vermek durumu olduğunda, elimde onu besleyecek çok fazla seçenek bırakmamıştı Gal bana. Oğlum sadece bir iki şey yemeği kabul ediyordu. Çoğu kuru şeylerdi bunlar. Peki, sandwich içine sürülen çikolata gibi aptal bir şeyle bir insan nasıl sağlıklı bir şekilde büyüyebilirdi?

Eşimle bu konuda düştüğümüz fikir ayrıcalıklarımız yeterince yıpratıcı olduğundaysa bir yerden sonra  pes edebiliyorsunuz.  ( Aslında tek yapılacak şey, sadece dolap stokunda her an bulunan (!)  çikolata ezmesini kesip onu daha faydalı bir şeyler yemek zorunda kalması için, Nutella'yı eve sokmamak kadar basitti!!! ...Buna karşı verdiğim savaş bile sonuçsuz kaldı. ) Ikiye karşı birdim!!! 

Geçtiğimiz günlerde kendini bir defa daha pek kuvvetli hissetmediğini söyleyen oğluma,  doğru beslenmenin ne kadar önemli olduğu konusunda yeni bir vaaz vermek için milyonuncu defa, "Bak Gal, görüyormusun, vücudunun ihtiyacı olan besinleri almazsan......!!!" derken daha sözün başında iken siz, alıp başını gidenin arkasından bakakalıyorsunuz!!

Küçücük olduğu günlerden bugünlere el sürmediği, sebze ve meyvelerin, normal bir insanın menüsünde yer alan sağlıklı ürünlerin yerini alan kimyasal şeylerle onu ayakta tutmaya çalıştım. Verdiğim vitaminleri dönem dönem bir süreliğine keser sonra tekrardan başlarım.

Bir zamanlar doktoru bize bazı otistik kişilerin büyüdükçe kimi yeni yemekleri menülerine ekledikleri görülebilir demişti. Gal son senelerde her gün yumurta yemeğe başladı ve en önemlisi de avokado yiyor artık. Son iki senedir avokado yemesi benim için bir zafer gibi.

Hepimizin çok sevdiği bu yeşil, sebzemsi meyve erzak balkonunda satışa sunulacak kadar çok miktarlarda depolanmış durur. Çünkü avokadoyu bir tek o yemiyor, hepimiz seviyoruz bu yemyeşil şeyi.

Geçenlerde kızım bana, "Anne bütün hayatım boyunca sadece avocado yiyebilirim!"diyecek kadar ileri giderken benim için bu meyveyle tanışıklığım sadece gençlik yıllarımı bulur.

Ancak başka hiç bir besin maddesinde olmayan bir şey var avokadoda.  Avokado yediğim zaman tenime bambaşka bir parlaklık geliyor. Ve her zaman kuruluğundan şikayet ettiğim saçımda bile hemen bir değişim hissediyorum. Bu yüzden avokadonun mucizevi bir besin maddesi olduğuna inanıyorum ben. Her gün yemenin her insan için bir ilaç gibi olduğundan eminim. Besleyici olduğu kadar enerji veren. Lifli oluşuyla sindirim sistemi için de faydalı olan avokadonun bilmediğimiz daha bir çok yararlı tarafları olduğundan eminim.

Israel'e ilk geldiğim günlerde, elli yaşına gelen her kadının günde yarım avokado yemesini tevsiye eden reklam panoları vardı her yerde. Ben Türkiye'de endüstriyel şeylerin reklamlarını görmeye alışkın olduğum için, çok ilginç gelmişti, şehrin her bir tarafında koca panolarda, orta yaşlı hoş bir bayanın elindeki avokadoyu görmek.

Keşke gençler de doğal beslenmenin ne derece önemli olduğunu daha iyi anlasalardı.

Gençlikte sağlığı korumak her zaman ilk tercih konusu olmayabiliyor. Belki de ileri yaşlara gelen insanlar da her zaman sağlıklı beslenmek üzerinde çok fazla durmayabiliyorlar. Bense her daim kendimi biraz boşladığımda bedenimde bunun direk etkisini hissetmiştim. Çocukluğumdan beri anemik olduğum için hep et yemeğe özen göstermem gerekirdi. İyi yemezsem kuvvetten düşerdim, derken bu yüzden insanların doğru dürüst yemeden yaşamaya devam edebilmelerine hayret ederim.

Otistik kişilerinse, yemek konusundaki katı muhafazakarlıklarından, patolojik inatçılıkları ve kafalarının dikine giden yaşam tarzları yüzünden,  farklı tatlara karşı gösterdikleri tepkilerle sürdürdükleri tek yönlü beslenme tarzları sonucunda ne yazık ki yaşam süreleri bile etkilenmektedir. Normatif zekaya sahip oldukları halde, sağlıklı insanlar olabilemeleri için onlara doğru yolu gösterememek ne kadar zor bir duygu!!


Batya R. Galanti




10 Kasım 2021 Çarşamba

Tarihten ders almak

 Okulda en nefret ettiğim derslerden biri tarihti. Papağan gibi tekrarlaya tekrarlaya kafamıza zorla sokulan savaşlar ve bir sürü gerekli gereksiz tarihler beni hiç ama hiç ilgilendirmiyordu. İlkokuldan başladığımız ezberlerle kafam çorba olurken,  pek anlam veremediğim andımızla başlayan, ortaokulda İnkılaplar ve Kurtuluş Savaşı ve gerisiyle devam ederken doğduğum ülkenin tarihini bir şekilde bilmemin aslında gerçekten önemli olduğunu, biraz Türkiye'deki eğitimin bende yarattığı sıkıntıdan ve biraz derslerden gelen yılgınlıktan dolayı sanırım anlamak istemiyordum. Sonuçta okulu bitirdiğimiz günün ertesine aklımızda kalmayacak bir sürü gereksiz bilgiyle dolduruyorlardı beynimizi. Belki de bunu sadece ben ya da benim gibi ezber sorunu olanlar yaşıyordu. Her öğrendiğim savaşı aklıma sokmak kavgasına girdiğimde, okuduğum savaşlardan çok aşık olduğum kişiyi hayal ediyordum.

Bugün tarih konusunu düşündüğümde, keşke bu dersi bize başka yoldan öğretselerdi derim. Çünkü aslında tarihi bilmenin ne kadar önemli olduğunun bilincindeyim. Geçmişi "tam olarak" bilmeyen nesillerin, dünden alacak dersleri olmayanların bugünü anlamalarının mümkün olmadığının farkındayım. Tarihte yaşanmış hataları tekrarlamamanın birinci şartı " insanlığın " geçmişini gerçekten sindirebilmiş olmaktan geçiyor.

Sonuçta bunun esas yolu tarihi ezberlemek değil, tarihi tartışmaktan geliyor.

Tarih dersleri tartışılmaya açık olmalı. Öğretmen tarihi bir futbol maçı anlatır gibi vermemelidir. Savaşların nedenleri ve niçinleri çok daha fazla konuşulmalıdır. Kimin kiminle nerede ve hangi savaşta karşı karşıya geldiği ve kimin hangi savaşı kazandığı ve kimin kaybettiğinin önemi olsa da, ülkelerin neden savaştıklarını bilmek ve anlamak önemli.

Dünya tarihini tamamen bir bütün olarak ele almak önemli. Ülkelerin tek başlarına var olmadıklarını biliyoruz. Bu yüzden tüm dünyanın geçirdiği dönemleri genel olarak anlamak önemli. Her ülkenin bu bütünün içinde  bir yeri olduğunu bilmek ve bu bütünü genel olarak ele almak ve menfaat çatışmalarının arkasındaki nedenleri ögrenmek önemli bence. Savaşların neleri değiştirdiğini anlamak.

Tarihi sıkıcı bir ezber bütününden çıkartıp, insanlığın yapısını oluşturan bir hikaye, toplumsal bir evrim olarak incelemeye açılmalıdır. Çocukların tarihi sevmeleri için bu dersi çok daha fazla konuşmaya açmak lazım. Bu şekilde çok daha akılda kalıcı bir eğitim sağlamakta mümkün olacaktır bence...

Yoksa, seneler önce, Sainte-Pulcherie'de ( okul dönemlerimde ) en iyi dostlarımdan 😥 birinin yaptığı hatalara düşmeye devam edecektir insanlar her defasında bir kez ve bir kez daha. II. Dünya Savaşında öldürülen Yahudiler için en ufak bir esef duymadığını ifade ettiği bir paylaşımında ne kadar aptalca konuştuğunun farkında bile değildi. ( Içinde var olan o koca nefret bir tarafa ).  Onun için Adolf Hitler sadece Yahudileri öldürmüştü. Ve bu onu ilgilendirmiyordu. Öldürülenlere öncelikle insan olarak bakmıyordu. Dünyanın bir yerinde 6 milyon insanın sistematik olarak yok edilmiş olması onun kılını bile kımıldatmıyordu. ( Ve bu insan benim zamanında en iyi dostlarından biriydi ne yazık ki!!)

Bu tip kişiler, insanlığın yapabilecekleri kötülüklerin derecesini düşünerek bile okuduklarından rahatsız olmayacak kadar fanatizmlerinin kurbanlarıdırlar.  ( Bu tip insanların kendi toplumları için bile yararlı olabileceklerine inanmakta zorluk çekiyorum. İçinde insanca duygular taşımayan birinin kendi çevresine bile zararlı olacağı açıktır aslında.) 

Türk ya da bir başka milletin, Yahudilerin yok edilme konusuna hassasiyet göstermeyi reddetmeleri hali.  akıllarınca, kendilerine yapılmamış bir zulme kayıtsız kalmaları, tarihten en ufak bir ders çıkarmayı beceremeyen insanlığın bencilliğinin bir yansımasıdır. Bu egoizmin getireceği en açık şey, tarihin her daim farklı şekillerde tekerrürü olacaktır.

Unutulan kötülüklerden çıkarılmayan derslerin yenilenmeleri kaçınılmazdır. İnsanın zaten en büyük sorunu da budur.

Sadece kendi tarihlerini daracık, eksik,  yalan yanlış öğrenmeye devam edenler hiç bir zaman objektif bir bakış açısına  kavuşamayacaklardır. Yeryüzündeki  savaşların, soykırımların sebeplerini sindirmeyenler,  bu tıp kötülüklerin yeniden ve bir defa daha başkalarının da başına gelebilceğini kavrayamayacaklardır.

Bu anlamda, 1938 yılı, 9 Kasımı 10 Kasım'a bağlayan Kristal Gece' de Almanya ve Avusturya'da yaşanmış olan pogromları sadece ve sadece  Yahudiler anımsamaya devam edecekler. 30.000 yahudi erkeğin çalışma kamplarına göndermeleriyle başlayan soykırımı sadece bizler konuştukça hiç bir şey değişmeyecek.

Bugunku bencil insanlarin  bencillikleriyle sonlandırmaya doğru götürdüğümüz yerküreye yaptığımız eziyet yine aynı kayıtsızlığın bir parçasının neticesidir.

Sonuçlarsa gözümüzün önündedir!!!


Batya R. Galanti

  

8 Kasım 2021 Pazartesi

Çocukların her savaş yaşadıkları travma herşeyden zor!!


Geçtiğimiz Pazar Israel'de 2013'ten bugüne her iki senede bir tekrarlayan "Mavi Bayrak" tatbikatı başlatıldı.  Kara, Hava ve Deniz Birliklerini içeren ve bir ay boyunca devam etmesi planlanan tatbikat, bugüne dek yapılanlardan en kapsamlısı.  Özellikle dışarıdan yedi ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen Hava Tatbikatı şimdiye dek olanların en büyüğü olarak nitelendirildi. ABD, Fransa, Almanya, İngiltere ve Hindistan'dan gelen birliklerle birlikte hava tatbikatına 70'ten fazla uçak iştirak ederken, böylesi bir durum Israel'in kurulduğu 1948 yılından bu yana ilk kez oldu. Hava tatbikatına ayrıca 1500 personel de katıldı.

Ayrıca tüm ülkede bir anda kopması beklenen savaşa, yedek birliklerin ne derece hazır olduklarını  ortaya koyması açısından da önemli bir tatbikat bu. Bu kapsamda,  geçen hafta süpriz bir şekilde, yedek birlik askerleri birden askeriyeden çağırı alarak tatbikata katıldılar. Ayrıca tüm ülkedeki acil servisler de bu geniş çaplı harekete  istirak ederek sivillere acil müdahaledeki yeterliliklerini gözden geçirmekteler.

Ve bunun yanında çoğu Negev Çölünde yapılan tatbikatta, havadan ve karadan havaya saldırılar simüle edilerek, İran'dan gelecek füze tehtidine karşı hazırlanılıyor.

Buradaki yoğun hazırlığa karşılık geçtiğimiz günlerde İran Israel ve Amerika'yı uyararak, kendisini hedef alacaklara karşılık çok ağır cevap vereceklerini söyledi ve aynı günlerde mollalar da askeri tatbikat başlattılar.

Tatbikatın başladığı ikinci günde bulunduğum Hertzeliya deniz kıyısında ikide bir duyulan patlama sesleri kimseyi rahatsız eder gibi değildi. İnsanlar bu ülkede her  duruma alışıklar. İnsanlar ister istemez her olasılığa psikolojik olarak hazırlıklı olmayı öğrenmişler. Zaten kimi ses hızını geçen uçakların hava sahasında devamlı bulunduklarını da bildikleri için paniğe kapılmalarını gerektirecek bir durum görmez insanlar. Aslında bu öyle sevinilecek övünülecek bir durum mudur, yoksa bu tip şartlarda yaşamak zorunda olmak üzücümüdür? Sanırım bu bölgenin koşulları budur!!

Bazen kendinizi bulunduğunuz şartlara adapte etmekten başka çareniz olmadığını bilerek yaşamaya devam edersiniz. Kimse yarın eğer şu ya da bu olursa ne yaparız diyerek, korku senaryoları çizerek yaşayamayacağını bilir. Bir yerden sonra kendinizi kaderin ellerine teslim etmek dahil bir şekilde rahatlatmayı öğrenirsiniz. "Herşey iyi olacak!"der çoğu kişi. Bu yüzdenmidir bilinmez, tüm askeri tatbikatlara, gerçekten yaşanan kimi çatışmalara ve her daim var olan gerginliklere rağmen bu ülke insanı sabah yatağından kalkıp işine gider, gece eğlencesine devam eder, çocuklarını spora, müziğe yönlendirir. Çalışır didinir, öğrenir. İnsanlar her şey bir yana çok çalışkandırlar. Ama gerçekten çok çalışırlar. Ve yorulmazlar. Hem çalışırlar, hem okurlar hem de hayat yaparlar. Ve askere giderler!!!

Bazen bunca enerji nereden diye sorarsınız kendiniz.   Ya yarın ölürsek diye bir korku yoktur burada sanki. O ihtimal varsa da yoktur buradaki insan için. Gece karşımızdaki spor tesisleri her yaştan insanla dolup taşar,,Hayat normal syrindedir her an.  Ve üretim ve tüketim hiç durmaz. Ve insanlar yaşamın her alanında çok aktif bir şekilde yer almaya devam ederler. Yediden yetmişe bir şeylerle meşgul olan insanlar gerçekten çok büyük bir enerji sergilerler. Bu insanlar yaşamı seviyorlar. Ölmeyi değil. Ölmemek için de her tür gayreti göstermeye hazırlar. Sanırım Arap toplumuyla aramızdaki en büyük ayrıcalıkta burada. Yaşamak gayreti. Ve bunun ardından herşeyi yapmaya hazır olmak. Ölmek için değil, daha iyi yaşam şartları için gayret göstermek.  

Ancak yine de son hafta tekrardan konuşulanlar ve ortaya konulan senaryolar gerçek anlamda insanı ürküten şeyler. Her koldan bir saldırı, son senelerin en çok gündeme getirilen ihtimallerin başında.

Hizbullah, Lübnan'da hiç olmadığı kadar büyük bir sorunun içinde. 80'lerdeki iç savaştan beri girdikleri en büyük krizi yaşayan Lübnan halkının artık içlerinde görmek bile istemedikleri bu milis kuvvetlerin tek desteği İran. Ancak en az Lübnan kadar ekonomisi batık olan İran nasıl bir savaşı göze alır ki diye düşünsekte, bu insanların sağları solları belli olur mu? diye düşünüyorum. Onlara göre savaş her zaman tek çare olarak görülebilir!! Şu an tüm bölgedeki hareketleri nedir ki zaten? Hizbullahi senelerdir Suriye'de kim destekliyor? Israel'in kuzeyine binlerce balistik füze nakliyatı yapanlar kim? Yemen'de Suudilere karşı savaşanlar kimler?

İçerideki kaynamayı durdurmak için daha ne kadar Israel'i kullanabilirler bilmiyorum. Ancak İran gün geçtikçe Ortadoğunun tümüne hakim olma çabalarını güçlendirmiş görünüyor. Belki de bu yüzden Rusya Israel'in bu ülkenin hegemonyasına, Ürdün, Suriye ve Lübnan üçgeni içinde engel olma çabalarına ses çıkarmıyor.

Bugün Yahudi ülkesinin en büyük endişesi, bu ülke sınırları içinde konuşlanma çabalarına devamlı hız veren molla rejimiyle devam eden ufaklı çatışmaların bir anda çok cepheli bir savaşa dönüşebilme olasılığıdır.

Ortadoğu kazanında kaynayan ekstrem uçların halkın sosyal ve ekonomik yaşam şartları onları ilgilendirmiyor. Tahran'daki hastanelerde Corona'dan, ilaç yokluğundan, elektrik ve susuzluktan ölen insanlar, bir lokma yiyeceği olmayan çocuklar önemli değiller.  Ayetullalar  kurdukları Şii İslam rejimibu yerlerin kontrolünü tamamen ele geçirmek istiyorlar. Zannediyorlar ki onların gücü herşeye yetecek!! Ve ne isterlerse o olacak. Sonuçta, güç bende artık oyunlarıyla bu bölgeden yükselecek alevlerin neleri getireceği bilinir mi? Bilinmez.  Şu an için Körfez ülkeleri, Israel'in kuruluşundan bugünlere ilk kez, sadece Yahudi Devletini tanımakla kalmadılar, askeri işbirliği de yapmaya başladılar. İran yüzünden, Körfezdeki ülkeler Israel'e yaklaştırmaya devam ederken, son tatbikat çerçevesinde Arap Emirlikleri Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Nasser Mohammad  Al Alawi Israel'e geldi. Önümüzdeki  sene içinde Suudi Arabistan'nın da Israelle diplomatik ilişki kurması bekleniyor.

Geçen hafta aynı tatbikat kapsamında, Rishon Le Tsion'da  bir defalık alarm çalacağı haber verildi. Oğluma bunu söylediğim an girdiği sıkıntı o derece büyüktü ki, onu yatıştırmam mümkün değildi. Bu sadece alarm Gal, gerçek değil desem de sadece sirenin sesi ona yetiyor. Anne o saatte Rishon'da olmasak. Peki dedim. Hemen yani başımızdaki bir şehirde bir saatlik küçük bir oyalanmamızın ardından eve döndük.

Gerçek savaş olduğunda, sığınaklarda günlerce durmak zorunda kalacağımızda, ( söylenildiği, yazıldığı gibi!)  kafamızda hiç bitmeyen füzeler ve patlamalarla oğlumun geçireceği paniği nasıl yatıştırabileceğimizi  bilmiyorum. Ölüm değil de sanki bu daha mı korkutucu acaba? Ölüm bir sondur!! Çocukların her savaşta yaşadıkları travma ise belki de herşeyden zor!!

Dilerim senaryolar  gerçeğe dönüşmezler.


Batya R. Galanti


 





4 Kasım 2021 Perşembe

Kurallara uymak buralara göre değil

 

Israel'de üçüncü aşının yapılmasının ardından geçen haftalarla birlikte veriler olumlu işaretler göstermeye başladı. Rakkamlar yeterince iyi olduğu için burada artık Corona yeniden gerimizde kalmış gibi bir hisler içindeyiz. Etrafta gezenlere bakarsanız salgının bu ülkeyi neredeyse tamamen terkettiğinden emin olabilirsiniz. Yurt dışına sık çıkan bu insanların, dünyadan izole olmayan bu ülkeye yarın sokabilecekleri yeni variantları da çok kafalarına takmadıkları belli. Önemli olan keyfimiz şimdilik yerinde!!!

Corona artık bitti diyenler çok duyorum son günlerde. Media'da bu konuda hala devam eden uyarılara rağmen nasıl ikna olmuşlarsa??  Dükkanlarda asansörlerde, alışveriş merkezlerinde genel bir koyvermişlik söz konusu. Kapalı alanlarda, sözde maskeli insanların ağızları burunları ortada olan halleri komik gerçekten. Kandırdıkları kimler acaba? Daha bu sabah, biri orta diğeri artık yaşlı sayılacak iki maskesizle birlikte 1 metrekarelik asansörü paylaştım. Bu tipler bir taraftan rahat insanlar olabilirler ama böyle kişilerin ikinci ve çirkin bir özellikleri  saygısızlıklarıdır.  Kimse artık  kapalı yerde maske takılmayabilir diye bir açıklama duymadı daha. Siz kendinizden çekinmeyebilirsiniz ama umumi bir alanda başkaları adına kurallara uymak zorundasınız.

İnsanların bir çok şeyi kendi sağlıkları ya da kendi güvenlikleri için yapmadıklarının büyük bir işaretidir bu. İklim konferansı üzerinde fikirlerimi yazdığımda söylediğim şeyi burada da tekrarlayacağım ben. İnsan denen hayvanın en belirgin özelliklerinden biri rahatına düşkünlüğüdür. Boş verciliği ve umursamazlığı çoğu kez bu dünyanın sonunu getirecek kadar baskındır.

Hiç bir şeyi insana sadece; bunu yaparsan daha iyi olur diye anlatamazsınız. Hiç bir şey sadece bir öneri olarak bırakılamaz çünkü insan önerilere uymaz. Rahatına geleni yapmaya devam eder.

Nasıl ki; " Otomobil'de kemer takmazsanız kaza anında ölme şansınız çok daha yüksektir!"gibi bir uyarıyla insanlar gerekeni yapmamışlardır. Trafik kurallarından sadece biri olan bu örnek gibi daha çok şey vardır.  İnsanlar kuralları cezai yaptırım uygulanmadığı sürece uygulamaktan rahatlıkla kaçınmakatalar. İnsanların çoğu ceza almaktan korkmasalar  ya da ceza vermeyeceklerini bilseler kemer takmayacak kadar rahat davranabilirler.

Bunun gibi toplumun sağlığı ve emniyeti için getirilen kurallar hep zorlamayla uyulmaları sağlanan kurallardır.

Biz insanların çocuklardan farkımız yoktur. Eğer bir yanlışı bir kişi yaparsa arkasından insanların çoğu aynı yanlışı taklit etmeye başlayacaklardır. Doğru ya da yanlış olmasının önemi olmayan bir çok davranışı sadece başkaları yaptığı için taklit eder insanlar.

Almanya'da gayet disiplinli olan bir Alman iki gün sonra buradaki koyvermişliğe adapte olur. Yapılması gereken şeyi ne olduğu değil bulunduğunuz çevrenin benimsediği davranışı taklit önde gelir.

Korona ya da başka şeyler. Akdeniz toplumlarında disiplin aramak zordur.  Kendi bildiklerinden şaşmayanların yarattığı karmaşa içinde bir yere kadar bir şeyleri götürürsünüz. Bu yüzden mükemmeliyetçiliği bu sıcak bölgenin insanlarından beklemek zordur. Bu bölgedeki insanlar kendi bildiklerini okumak eğilimindedirler. Hele bir de cezalar hafifse, ne sağlık, ne güvenlik ne başka şeyler onları kurallara uymaya zorlayamaz!!!


Batya R. Galanti

3 Kasım 2021 Çarşamba

Kendi ellerimizle yerküredeki yaşamı bitiriyoruz


Kasım ayı geldi. Bir senenin daha sonuna doğru yaklaşırken sıcak havalar insanı adeta hayretlere düşürecek seviyelere çıkmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz 29 Ekim sabahı erkenden yurt dışından gelen bir dostumla buluşmak için hazırlandığımda pencereden görünen puslu hava beni yeterince aldatırken, dışarıda hafiften yağan yağmura ve gri renge bürünmüş olan gökyüzüne rağmen dışarıda yoğun bir sıcak olduğunu düşünemedim bile. Hala çocukluğumun İstanbul'unu hayal eder gibiyim. Kasım ayı geldiğinde serinleyen havalarla dışarı çıkan rüzgarlık ya da ceketleri düşlüyor benim beynim. Bir gün önceden havanın ne kadar sıcak olacağını duymamışım, bile. Ne haberlerde ne de internette. Olsun üzerime aldığım ceketi çıkarmak kolay ancak ayağıma geçirdiğim botlar bu hava için biraz fazla kapalılar.

Oturduğumuz restoranın kenarlarına iliştirilen çiçeklerin arasından marinadaki yatlara bakarken gittikçe bunaltan havanın adeta beynime basınç yaptığını hissediyorum. Ekim ayı sonunda havada böylesi bir ağrılık olması doğal gelmiyor insana.  Fırtınadan önceki sessizlik gibi. Kıyamet kopmadan önce çöken bir ağırlığa benziyor. İnsanı gerçekten rahatsız eden bir basınç mevcut. Kızım telefonda başının ağrıdığını söylerken tek aklıma gelen şey hava şartları. Benim de başım bir tuhaf diyorum ona. Nefes almakta güçlük çekilen ağır bir hamsini yaşarken yeniden, değişen iklim için bir gün sonra biraraya gelecek dünya liderleri aklıma geliyor.

İskoçyanın ana metropolü, Birleşik Krallığın üçüncü büyük şehri olan Glasgow'da biraraya gelecek liderler ne yapacaklar acaba? Bol bol konuşmaktan, sözler vermekten başka. Son konferanstan bu yana çok laf az iş oldu. Umarım bugünden sonra durum değişir diyorum.

Geçtiğimiz yaz son derece korkutucu doğal afetlere tanıklık eden Akdeniz Bölgesi ve dünyanın farklı yerlerinde yaşanan yangınlar insanlığın kararlar almanın ötesinde bir şeyler yapmalarının vaktinin geçtiğini hatırlatır gibiydiler. Bir seneden diğerine beni kurtarın haykırışları atan yerküre için konuşmaktan başka yapılacak çok şeyler olduğunun bilincinde olmalılar artık insanlar, özellikle de liderler

Burada yaşanan bu ekstrem sıcaklar küresel ısınmanın sadece bir ufak göstergesi. Evet doğru Israel her zaman sıcak bir ülkeydi ancak biliyoruz ki bu sıcaklık bir seneden diğerine yavaş yavaş belli bir artış göstermekte.

Bu seferki konferans'ta gelişmiş ülkeler olaya daha ciddi yaklaşmaktalar sanki.  Kaba tabiriyle, insanlığın kıçı sıkışmaya mı başladı acaba? Yoksa yanılıyormuyum? Göstergeler alarm verirken bir an önce tedbirlerin hayata geçirilme zorunluluğu var. 

Halbuki biz insanların en iyi bildiğimiz şey sadece  konuşmak!! 1990'lardan bugüne iklim değişikliklerinin sonuçlarından bahsediliyor. O yıllardan bugünlere otuz sene geçti. Bizlerse ne hükümetler tarafından yeterince aydınlatıldık, ne de devletler kendi üzerlerine düşen şeyleri gerçekten yerine getirdiler.

Biz insanlar, keyfimize, rahatımıza ve en çokta paraya düşkünüz. Bugünü çıkaralım da yarın ne olacağı çoğu kez bizi fazla ilgilendirmez. Yarattığımız çöplerden, artıklarımızdan doğayı kurtarmamızı sağlayacak çözümler üzerinde yeterince durmadık. Yeryüzünü kendi çöplüğümüze çevirdik. Gelişmiş ülkelerde kısmen bu konuda bir farkındalık oluşturulmasının öyle büyük bir etkisi görülmezken, dünyanın geleceğini kurtarmak için ihtiyaç duyulan somut adımlardan hala daha çok uzakta olduğumuz gerçeği ürkütüyor.

Örneğin senede 8.3 milyon ton plastik denize atılırken. okyanuslarda 5,25 trilyon plastik artık olduğu söyleniyor. Ayrıca yine aynı denizlerde 269.000 ton başka artıklar mevcut. Bu artıkların % 70'i okyanusların dibine çökerlerken, % 15'i deniz seviyesinde kalıyor, kalanlar kıyılara vuruyorlar. Okyanuslardaki yaşamın bu artıklardan nasıl etkilendiğini tahmin etmek zor değil.

Bizim yüzümüzden yeryüzü bir çok hayvanı barındıramaz hale geldi. Doğadan kaybolan böcekler ve bir çok canlılar hayatın normal düzende seyretmesini sağlayan zincirin halkalarının yok olması gibi. Bu şekilde dünyanın dengesini bozmaya devam ediyoruz.( Ortaya çıkan virüsler ve Corona da bunların sonuçlarıdır!!!)

Geçmişte yaşanan mütevazı hayatların yerini alan çılgın sömürü düzeninde insanların kendi yarattıkları çöplükte yok olmaları söz konusu artık.

Otuz kırk sene önce yaşayanların tek hayalleri küçük bir ev, bir araba ve senede bir seyahatti.  Bugün bu söylediklerim bir çokları için son derece yetersiz kaldı. İnsan eriştikçe hep daha fazlasını hayal etti. Seyahatler arttıkça, uçak sayısı arttı. Uçak sayısı arttıkça insanlar daha çok uçmaya başladılar. Nüfus arttı, beklentiler de yine aynı oranda arttı. Daha fazla ailenin daha çok otomobilleri oldu. Yeryüzündeki otomobil miktarı kat kat fazlalaştı. İnsanlar kendi ihtiyaçlarından fazlasını almaya alıştılar. Tükettiklerinden fazlasını almak alışkanlık oldu. Yediklerinden fazla alışveriş yapmaya alıştılar. Yiyeceklerin en az üçte biri çöpe giderken, çöplerde biriken yiyeceklerden atmosfere çıkan gazların oranı ulaşım araçlarından çıkan gaz oranını bile geçti.

Bugün en acil alınan kararların başında öncelikle gelişmiş ülkelerin ürettikleri enerjilerin çıkardığı metan gazı seviyesini ellerinden geldiğince düşürmeye çalışmak. En fazla metan gazi üreten AB, Amerika, Hindistan, Japonya, Kanada 2030'lara gelene kadar ürettikleri gaz oranını  % 45-50 arasında düşürmeyi hedeflediklerini açıkladılar. Kanada bu hedefi yüzde % 70 olarak belirleyen tek ülke oldu. Cin, Glasgow'dki toplantıya  katılmamayı tercih ederken, Rusya fosil gazlarından oluşan elektrik santrallerindeki üretimlerinin önümüzdeki yirmi yılda azalmak şöyle dursun ilk aşamada artmasının söz konusu olduğunu bildirdi.. Eğer herkes Rusya gibi davranırsa, insanlığın önümüzdeki yirmi yılda belirlediği ısınma oranının 1,5 derecenin üzerine çıkmamasını sağlamak hedefi ancak bir hayal olarak kalabilir.

Eğer önümüzdeki yıllarda yer küredeki ortalama hava sıcaklığı 1,5 derece değil de 2 derece artarsa,  bunun bile atmosferde yaratacağı değişimin korkunç sonuçlar getirmesi bekleniyor.

Tüm bu yaşadıklarımızın biz insanların bencilliğimizle yakından ilgisi olduğunu düşünüyorum. Birincisi bencilliğimiz, ikincisi boş verciliğimiz. Hep bir şey olmaz derken, bugünkü avantajlarımızın peşindeyken yarın ne olacağı umuruuzda değil. Doğaya iyi davranmak şöyle dursun, bu mükemmel yaradılışın bize verdiklerini dilediğimizce sömürdük bugünlere dek ve hala buna devam ediyoruz. Her birimiz bireyler olarak ve toplum ve devletler olarak olaylara yaklaşımımız genel olarak bu anlayışta diye düşünüyorum. Yeryüzünde bir çok insan aç yaşarken, bir diğerlerimiz ihtiyacımızdan çok fazlasını aldık, tükettik ve attık..ve hala bu sömürü devam ediyor!! Halbuki ihtiyaç duymadığımızda attığımız zannettiğimiz şeylerin büyük çoğunluğu doğada kaybolmuyor, her adımda yerküre biraz daha zarar  görüyor.

Kasım ayında hala daha güneşin yaktığı İsrael'de kimi sabahlar güne uyandığımızda gökyüzünü kaplayan bir tül varken, kimi puslu havalar, kimi is kokan caddeler, kimi atılan pet şişeler hiç bir şeye yaterince saygı duymayan insanların yeterince  koyverimiş yaşantılarının bir sonucu.

İki yüz yıl önce insanlar belki çok daha kısıtlı bir yaşam yaşıyorlardı. Belki bugünkü imkanlar o zaman yoktu. Belki daha basit bir yaşamdı, ancak bugünkü tüketim deliliğinin getirdiği tatminsizlik yetmemiş gibi sonlandırdığımız yaşam alanlarına  bakıp şu anlara dek uyanmak zamanının geldiğinin farkında değiliz hala.

İşte insan denen varlik bu derece aptal ve bencil!!!!


Batya R. Galanti