15 Şubat 2021 Pazartesi

   İstanbul'da 1987 karı


Burada şimdilik hala yazı yaşarken duydum ki İstanbul' a kar düşmüş..

Biraz evvel (dün gece)  İstanbul Belediyesi' nin internet sitesinden turistik Kameralara girdim; bir bakayım İstanbul'a hala kar yağıyor mu diye.. Beyazıt Kulesi Kamerası'nı açtım, Golden Horn,  Fransızca deyişiyle La Corne d'Or, Türkçesiyle tüm Haliç pırıl pırıl çıktı karşıma.

İstanbul'da eski şehir olarak anılan mahallelere bir bakış bu...

Gerçekten hafiften kar çiselediğini gördüm.. İç içe evlerin, yan yana dizili damları beyaz bir örtüyle kaplanmış çoktan.. İstanbul'un o en bilindik manzarasına gözüm dalıyor bir an.. Turistlerin tanıdığı eski İstanbul bu! İngilizlere, Amerikalılara mütahasip bir İstanbul'un örneği eski şehir. Tüm tarih buralarda yazılı! Her yerde camiler,  başı örtülü kadınlar var. Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı; baharat kokularıyla Kahire'yle aynı tonlarda bir atmosfere taşıyor insanı. Buralarda dolaşırken sizin gezdiğiniz, sizin bildiğinizle bir çok yönlerden çok daha farklı bir yaşantının İstanbul'uyla karşı karşıyasınız... Beyazıt, Eyüp Sultan, Fatih gibi semtler size daha uzak kimi gelenek ve görenekleri temsil ediyorlar.. Müslüman olmayanın yabancılaştığı, Müslüman olupta modern, laik Türklerin bile kendilerini muhtemelen daha az ait hissettiği ama esasen en otantik, en çekici yerler de belki de yine buraları. Özellikle İstanbul'u ziyarete gelen bir turist için! Aslında kameralara yansıyan manzara bana çok aşina geliyor, iyisiyle kötüsüyle çok şey yaşatıyorlar beynimde..

Hiç mi özlemez insan? diye hep bıkmadan soranlar var! Görüntüler, beynimde yer etmiş çocukluktan, gençlikten bir sürü iz taşıyorlar. Her noktada, her yerde bir şeyler geçirmişim. Bunun adı da nostalji..

Neyse sadece kar yağıyor mu hala diye bakacaktım ben! Çocukken ne sevinirdim, yavaştan kar başladığı zaman. Yeterince soğuk olan gecelerde, kar yağışını beklemeye başlardım.. koridorun sonundaki oturma odasından salona gider, kocaman pencerelerden sokak ışıklarına gözümü dikerdim, dikkatle bakardım, hafiften yağan bir şeyler varsa gözümden kaçmasın diye.. Kar yağacağı zaman gökyüzü kırmızıya çalardı. Bayılırdım işte o renge!  Karı müjdeleyen işaretlerden biri de gecenin kızıllığı idi. Yatana kadar kaç kez pencereye geri dönerdim bilmiyorum. Arada kameralardan yağan kara bakarken, Haliç'in diğer tarafındaki Galata Kulesinin biraz ötesinde eski bir binayı hayal ediyorum. 1987 yılında yağan kar aklıma geliyor.

Yanılmıyorsam, o sene yağan kardı bizi ilk etapta okulda yakalayan ve yoğun bir tipiyle başlayıp  günlerce durmayan bir kar fırtınasıydı bu. Öyle bir başlamıştıki.. İstanbul'da genelde hafiften serpiştirip en fazla bir iki gün devam eden kar yağışlarına benzemiyordu bu. Biz daha okuldayken bir anda bastırmıştı. Eve gitme zamanı geldiğinde artık tüm yolları örten kar yüzünden arabalar işlemiyorlardı Bense Beşiktaş yönünde yürümeye başladığımda nasıl büyük bir hata yaptığımı düşünememiştim..

Karaköy'ü daha az tanıyordum belki. Nasıl da aklıma gelmemişti, Tünel'e gidip. direk İstiklal caddesine çıkmak! Dolmuşla tanıdığım yolu izlemeye kalkmıştım..salak gibi! Herşey bir anda durmuştu...çare yoktu! ( Öyle hatırlıyorum ) Ve İnönü Stadyumundan yukarı çıktıktan sonra  o karda o şekilde Şişli'ye kadar yürümüştüm. Eve vardığımda, kapıdan girdiğim gibi ağlamaya başladığımı anımsıyorum. Botlarımın içinde donmuş olan  parmaklarım kesiliyorlardı sanki. Tecrübesizliğimin cezasını çok ağır ödemiştim. Ve bizim için o kar bir ilk ve bir son olmuştu..

İstanbul'un bir daha öylesi bir kar gördüğünü sanmıyorum. Günlerce hiç durmamıştı.. Kimi yerlerde ilk günden park yerinde kalan arabalar kar yığının içine gömülmüş kaybolmuşlardı. İnsanlar iki hafta boyunca ne okula ne işe gidememişlerdi. Günlük ihtiyaçlarımızı karşılamak için evden çıktığımızda bakkala kadar ancak yürüyebiliyorduk. Bense hayatımından çok ama çok memnundum. Şehir bembeyaz bir geline dönerken, çirkin olan herşeyi kapatmıştı. Geriye kalan tek şey sadece her yeri kaplayan bembeyaz bir gelinlikti. Ara tatiliyle denk gelen bu yağış evde oturduğumuz günleri yeterince uzatmıştı. Hapishane'den ( yani okuldan 😄 ) uzak olmanın rahatlığı ise hiç bir şeyle mukayese kabul edilmeyecek kadar iyiydi! Bana kalsa bu kar bir sene daha devam etse daha da iyi olabilirdi.. Ne Madame Cathy'nin, ne sarhoş matematik hocamız Boivin'nin, hele  hele o hiç mi hiç sempatik olmayan Coğrafya Hocamız Şenay'ın özlenecek tarafları yoktu.. En azından benim için!! Bir tek matrak olan Üstün Gürtuna'ydı.. Adam durup durup bana döner; "Vahşi Güzelim!"😅 derdi. Bir günse bana "Sen Israelli kız askerlere benziyorsun!" demişti. Sanırım folklor ekibiyle Israel'e gelmişliği vardı. Tabi Yahudi olduğum için kafasında öyle bağlantılar kurmuştu. En azından öğrencileriyle samimi, arkadaş gibi olan ender hocalarımızdandı.

Neyse buraya Çarşamba gecesi yağacak kar. Buraya derken, evimden kırk dakika ötelere. Ama her defasında oralara kar yağdığında bütün Israel arabalarına atlar kar görecekler diye. Dibinizdeki bir şehre varmanız saatler alır!! Neymiş o beyaz şeyi görecez. İyi ki kameralar var..ben açar oradan bakarım daha kolay...hem de daha sıcak!!!



Batya R, Galanti




Stres'in insan performansı üzerindeki etkileri!


Hayatımda ilk kez gerçek yapabilirliklerimle, bildiklerimi icra etmekte problem yaşadığımı farkettiğimde daha çok gençtim.  Sanırım 15 yaşlarımdaydım. Bir şeyleri bildiğim halde girdiğim sıkıntı, heyecan, başararamama korkusu, hatta bile bile aptal olarak adlandırılma endişemi anladığımda ne yazık ki çevremde yardım isteyebileceğim birileri yoktu.

Daha çocuk yaşta beynimin bir yerlerinde bir şeylerin,  farklı  işleyen  bazı fonksyonların kimi yoğun duygulardan ( heyecan, endişe gibi )  nasıl etkilendiklerini farketmiş olmam  çaresizliğimi değiştirmiyordu..Bir taraftan yaşadığım zorluklara rağmen yine de içimde okula duyduğum belli bir ilgi vardı ve yine bir o kadar yanlız olmanın cefası !.

Hayatımda yaşadığım en yoğun performans endişelerimden biri ilk kez özel okul sınavlarına girişte olmuştu.. Bu şekilde Saint-Benoit Lisesi'yle ilk tanışmam gerçekleşmişti.

Yazın en sıcak günlerinden birinde, kız tarafının bahçesinde toplanmış olan yoğun kalabalığı, velileri küçücük çocukları ve bendeki; "Burada işim ne? "duygularıyla karışık bir farkındalıkla kaybolmuşluk arasındaki durumumu anımsıyorum.

Sizin için toplumun koyduğu standartları tutturmak, ailenize ve onların egolarına küçücük yaştan borçlu olduğunuz şeyler üzerinize hiç hazır olmadığınız bir yük gibi bindiriliyor bazen. Hele bir de bazı insanlardan kimi açılardan farklıysanız bu yük sizi çok daha fazla ezerken aklınızdan  anlam veremediğiniz sorular geçiyor. Cevap verecek kimse yoksa da!!

Neden sınavlardan geçiriliyorum? Özel okul ne demek? Başaramazsam ne olacak ?

Hele İlkokul'da geçen senelerimden sonra... Bize hiç bir şey öğretmeyen o cadı öğretmenin sınavlarından aldığım ilk düşük notlardan ve birileri benden bir yaş büyük kuzenimin ne kadar zeki ve  iyi bir talebe olduğundan bahsederlerken yaşadığım utançtan sonra şimdi de bu çok önemli sınavlar....

Peki eğer kazanırsam  ne olacak? Bu kimi mutlu edecek? Aile mi? Beni??? Belki birisi sonunda affeder mi!! Artık belki kızmaz bana annem.. Sonuçta sınava gelmiştik ve sanırım bahçede bizi gruplara ayırmışlardı.. Avludan direk girilen bir sınıf vardı. Sanırım hemen çeşmelerin yanında idiGaliba hazırlık sınıflarıydı oraları..Mideme giren sancıyı anımsıyorum.. Ya da bulantımıydı....ikisi birbirine mi karışıyordu yoksa? Neden bu kadar korkuyordum? Öylesi büyük bir heyecana kapılmıştım ki o anlar.  Avucumda tuttuğum kalemler, silgim bir anda terden ıslanırken ellerim iyice titremeye başlamışlardı.Bu da başıma gelebilecek en kötü şeydi o an.. eğer ellerim çok titrerlerse nasıl yazacaktım ben?!


.............................


Yıllar sonra o bahçeye tekrardan geri geldiğimde 16 yaşımdaydım. Aynı senenin başında Madame Janet Çekmez'in sınavında Panik Atak gelmişti ilk kez! O sene yaşadığım heyecana yenik düştüğümü  biliyorum. Aptal gibiydim bir yandan..öyle olduğuma inanmaya başlamıştım artık. Günlük hayatta bir çok arkadaşımdan daha becerikli, çözüm bulmaktaysa hızlı olsam da! Yine de anlamıyordum neden?Pratik zekam bir çoklarınkinden çabuk işliyor, günlük yaşam içinde bir çoklarının beceremediklerini beceriyordum. Sorunum bu değildi. Dikkat Problemimle birlikte yaşadığım kimi öğrenme güçlükleri yetmemiş gibi büyük bir heyecan sorunum vardı!!!  Zaten bütün bunlar birbiriyle yakından alakalı problemlerdi.


............................


İnsanların büyük bir bölümü normal zekaya sahiptirler. Yani açıklamalarda şöyle deniyor; insanların yaklaşık yüzde 68'ínin IQ' su 85'le 115 arası bir yerdeymiş..

Ortalama % 95'ín IQ'su 70 ile 130 arası seviyelerde yer değiştirirken . % 99.7' si 55 ile 140 arasında bulunuyorlarmış. Yani genel nüfusun yalaşık %70'i normal seviyelerde bir yerlerdeler.. Geri kalan da daha aşağı ya da üstün zeka grupları içinde yüzdeyi değiştirenler..

Mesela Pfızer aşısını geliştiren, Amerika'da Manhattan'da gökdelenler dikenler, uzayı araştırıp yepyeni buluşlara imza atan kimi Da Vinci ya da Nikola Tesla gibi muhteşem zekalar küçücük bir yüzde içinde hayatımızı değiştiren dehalar grubundalar .

Ve kocaman bir normal kitle içinde ufak tefek farklılıkla yaşayan insanlar çoğunluğu oluşturuyorlar. Ve tabi bir de ben gibiler var .. Aslında sanıldığından daha çokuz ben gibiler. Diğerlerinden kimi konularda belki biraz daha zayıfken, kimi konularda daha üstün olabiliriz. Ama yine de yaşadığımız zorluklar hafife alınamaz. 

Normal zekalarına rağmen kimi performans sıkıntısı yaşayan insanların hayatları kolay değildir!!

Yıllar evvel bana ilk kez kimi psikolojik ve zeka testleri yapmış bir psikoloğu hatırladım..Ilk panik ataklarımın peşinden Dr. Joseph Benbanaste'ye yaptığım tek seferlik ziyaretimde, bana olanları anlattığımda beni Türkiye'de çok  ünlü bir isim olan psikolog Suna Tanaltay' ın kliniğine göndermişti.

Suna Tanaltay yine kendi gibi psikolog olan eşiyle birlikte çalışıyorlardı.Bana bir kaç defada yapacakları psikolojik testlerden sonra problemimin gerçekten sadece bir Panik Atak sorunundan ibaret olup olmadığını anlamak istiyordu sanırım.

Sonuçta muayehanesine geldiğimde doktora  kendi kendime yabancılaşmaktan bahsetmiştim. Ve bu sorun sadece endişe bozukluğunda değil  Şizofreni hastalarında da adı geçen bir şikayetti. Ancak endişe bozukluğundaki kendinden bir an için uzaklaşıyor olma hissiyle Şizofreni'de görülen yabancılaşma aynı değildir. Bendeki durum sadece yaşadığım  yoğun endişenin verdiği bir hisle alakalıydı. Bir bulutun içine girer gibi olmaktır bu.  Ve bu uzaklaşma kesinlikle mantığın kaybolması demek değildir

Sonuçta  gittiğim klinikte,  bu iki psikologla doktorun  temel amaçlarının bana yardımdan çok, iki ihtisas sahibi tarafın birbirleri arasında  hastayı paslaşmaktan ileri hiç bir şey yoktu belki de..Suna Tanaltay, yeterince güleryüzlü tatlı bir bayandı, Ama o kadar!

İlk randevumuzda bana Rorschach Testi yapmıştı. Elime verdiği kartlarda bulunan kocaman lekeleri içinde ne gibi şekiller, neler gördüğümü söylüyordum. Benzettiklerim hakkımda biraz daha ipucu veriyordu kadına. Bu test hoşuma gitmişti. Bu tam benlikti..Konuştukça konuşmuş, anlattıkça anlatmıştım. Sonunda Tanaltay bana;  "Duygulu ve akıllı bir genç kızsın "demişti. Ertesi sefer geldiğimde bu defa diğer odada, daha soğuk ve daha resmi olan kocası kabul etmişti beni .. Oda da adam gibi soguktu 😕. Sağ taraftaki büyük yazı masası yerine ortada bulunan küçük yuvarlak sehpanın üzerine bir kağıtlar koymuştu. Masanın yanına iliştirdiği iskemleye en başından sıkıntıyla oturduğumda elime verilen kalemle, sayfadaki kısa soruları  bir an önce cevaplamam gerektiğini anladığımda artık iyice gerilmiştim.

Birbirini takip eden şekiller , kimi seri numaralar ve onları takip edenleri bulmak, kelimeler... kısaca bu bir IQ testiydi. Adamsa tepemde dönüp duruyordu. Dur be adam diyecem ama diyemiyorum 😟Arada o devamlı saatine bakarken bana verilen teste kendimi vermekte zorlanıyordum. Bazen adamın açık mavi pantalonuna bakıyordum, bazen kemerine, bazen mokasenlerine gözlerim kayıyordu... Adam sanki bir an önce bitirmemi ister gibiydi.. Sabrı mı yoktu yoksa  bana mı öyle geliyordu.. 

O testten çıkan sonucu  bana söylememişlerdi!

Bilmekse istememiştim.

.................................

İki sene sonra, onuncu sınıfta iken benim aklimda bir yerlerde hala o test vardi...

Bir gün ders sonunda psikoloji hocamizin yanına giderek: "  Zeka testlerindeki performansın heyecan ve stresten  ne derece etkilenebileceğini ? "  sormuştum Madame Liliane bana heyecanın testte çok büyük bir etkisi olmaz diye cevap verip bitirmişti işi!! "Bunu bir de sen bana sor ! " diyecektim .  Demedim !Ancak söylediğinde bu kez tamamen yanıldığına inanıyordum. Peki eğer öğretmenin cevabını kabul etmeyeceksem niye sormuştum? Belki bu cevabı beklemiyordum.

Ancak gerçekten zamanında bizi eğitmiş insanları gözümde gerektiğinden fazla büyüttüğümü anladığımda hayata başka türlü bakmaya başladım.. Bize öğretilen herşeyin mutlaka doğru olmadığını farkettiğim gün dünyaya ve insanlara bakışımın çoktan değişmiş olduğunu anladım.

Seneler sonra bir kitapçı'da zeka testleri olan bir kitapçık bularak hemen satın almıştım.Eve geldiğimde ilk işim o testleri çözmek için odama kapanmak olmuştu. Karşıma saati kurarak, o testi sessiz bir ortamda çözmüştüm. Ve cevaplara baktığımda inanamamıştım. Sonuçlar çok iyiydi! Rakkamsal olarak eskisiyle mukayese edecek bir bilgim olmadığı halde çok daha iyi bir sonuç aldığımdan emindim.

Ancak belki şöyle bir iddia olabilir; stresli anda ölçülerek elde edilen rakkam esas olarak alınıyor olabilir. Fakat bu da sizin yine esas zekanızın değil, stres anındaki performansınızın göstergesidir sadece. Hayatın kendisi içinde gösterdiğiniz performansınız sakin ortamlardaki gibi olsaydı belki herşey çok daha kolay olabilirdi. Gereksiz stresler, gereksiz sınavlar ve toplumsal baskı daha çok küçük yaştan  düşmanınız olabilir.

Eğitmenlerin bu konudaki yetersizlikleri, bilinçlenmemiş toplum ve yeterli ilgi ve sevgiyi vermeyen anne babalar çocukların düşmanları olabiliyorlar . Buna karşın modern toplumlarda çocuklar daha çok küçük yaştan ilgi alanlarına ve yapabilirliklerine göre eğitiliyorlar. Daha çok sevgi ve ihtimamla çok daha fazla performans alabilmek mümkün. Ve bu sadece bireysel değil toplumsal gelişimi de getiren en baş şeylerden biridir diye düşünüyorum..



Batya R. Galanti 

12 Şubat 2021 Cuma

  


 

       Aşk mi , sevgi mi?   Ya da biriyle başlayıp diğeriyle devam etmek mi?



Pazar Günü Sevgililer Günü.. Yani 14 Şubat...

14 Şubat deyince ;  "Aman Tanrım Şubat Ayı da bitmek üzere, diye bir cümle geçiyor hemen aklımdan!!".

Şubat Ayı ne ki zaten? Şunun şurasında ne kaldı bitmesine diye düşünceler devam ediyor kafamda..

Hahaha bana ne Sevgililer Gününden?..

Sanki dün tanıştık 😄! Ben daha önemli konulara takmışım kafamı..

Geçen hafta yaptırdığım Görme Alanı testinde yaşımı 53 yazmışlar !!

Bense hala 52'yim diyordum düne kadar.

Durun bakalım, daha doğum günümden 4 buçuk ay geçti geçmedi!!

Dört aylık bebeğe  1 yaşında mı dersiniz siz? 

Bilgisayar bile anlamıyor bu işten :)) !

Galiba ilk defa yaşımı kabullenmekte zorlanmaya başladım !!!

Bugüne dek saklamadığım yaşım..

Neyse.. Sevgililer Günü yerine düşündüklerime bakın siz benim?..

Yoksa ben romantik bir insan değilmiyim?!

Ben romantiktim yeterince ama zaman yaptı yapacağını..bu kadarı kaldı 💗..

Hayatın size koyduğu koşullar mı nedir sizi değiştiren?

Halbuki her gelen fırsatı değerlendirmek en güzeli değil mi?

Aslında eşim sordu geçen gün bana,  ne yapmak isterim diye?

Her yerin kapalı olduğu bu zamanda, ne yapılabilir ki?

Aklıma tek gelen, iki iskemleyle kumsala inilebilir belki dedim!

Gerçekten daha romantik bir şey düşünebiliyormusunuz?

Kumsal gibisi var mı?

İşin beni hatırlama tarafında ise eşime haksızlık edemem..

Her zaman hatırlar! Romantik değilse de unutmaz o!

Dünyanın en iyi insanıdır ve cömerttir!!

Hatırlanmaksa tabi her zaman güzeldir!!

Eşimi tanıdığımda ona aşık olmak istemiştim.

Baktım olmuyor!

Ancak karşımda her an beni düşünen birini gördüm.

Aşk yerine ayakları yere basan bir evliliğin daha sağlıklı olduğunu anladığımda onun daha beni tanıdığı ilk gece ettiği teklifini kabul ettim.

Hayatımda ben bir kez aşık olduğumu sanıyorum.

Şıpsevdi bir insan olmadığım için mi bilmem.

Gençliğimde karşıma çıkan insanları hep bu yüzden reddetmiştim..

Seçici olduğum içinmiydi!! Hayır sanmıyorum.

Belki hep aynı aşkı yaşamayı ummuştum.  Ama hayat ısmarlama değil!


Ya aşık olduğunuz insan acaba her zaman ideal olan mıdır?

Bunu yaşamadan bilmek mümkün mü?

Peki kısmen tahmin etmek mümkün mü?

Belki evet belki hayır!!

Ancak yine de güzel bir aşkla başlayan bir ilişki yaşamış olmak bir şans ve büyük bir mutluluk olsa gerek.  Ancak ilk günler sizin ayağınızı yerden kesen insanın hayat arkadaşı olarak size hakkettiğiniz mutluluğu verebileceğini nereden  bilebilirsiniz?

Galiba bu da bir piyangodur !

Hayatta garanti aramak mümkün mü?

İdeal olan şey belki gerçekten iki insan arasındaki ilişkinin o sihirli çekimle başlamasıdır.

Esas sevgi ise ilk adımın ardından yavaş yavaş inşa edilen bir duygudur.

Aşk iki insan arasında bir anda oluşan bir büyüdür, bir titreşim, bir sihir gibidir ama bu duygu geçici ya da aldatıcı da olabilir !  Sevgiyse birbiriniz için yaptıklarınızla güçlenen, yavaş yavaş oluşan bir şeydir.. 

Gerçekte geriye kalan esas şey de sevgidir!!.

Dilerim her insan sevip sevilsin!

Esas olan budur.. Gerisiyse sadece bir masal !



Batya R. Galanti 


11 Şubat 2021 Perşembe

İki seneden az bir zamanda dördüncü kez seçime giden ( Mart 23 ) Israel'de seçim sistemi değişmedikçe, politik figürler aynı insanlar oldukça seçimlerden çok farklı bir sonuç çıkmasını beklemenin komik olduğunu biliyorsunuz.

 

                             Yeni bir lider olmazsa hiç bir şey değişmez!


Israel'de bugünlerde hayat tam,   kararsızlık,  soru işaretleri ve her an bir çok negatif. pozitif ve akla gelebilecek inişli çıkışlı bilimum duyguyu aynı anda yaşatan bir ortamı hissettiriyor.

Bir an bir taraftan olumlu bir haber gelirken diğer taraftan yeniden moral bozan bir şeyler oluyor.

Kimilerine sorsanız Israel olabileceği en iyi zamanları yaşıyor.  Bir diğerine sorsanız, üç suç dosyasıyla hala daha ülkeyi yönetmeye devam eden bir başbakanla olası en kötü dönemlerden geçiyor Israel..

Bir gün, Tel Aviv İchilov Hastanesinde uygulanan yepyeni bir tedaviyle Israel'de Corona hastalarını iyileştirebildiklerinin haberinin sevincini  yaşıyorsunuz.

Bir taraftan media yoluyla  devam eden politik çekişmeler  ülkenin bu son dönemde  bir türlü kendini toparlayamamasının nedenlerini hatırlatıyor..

İki seneden az bir zamanda dördüncü kez seçime giden ( Mart 23 )  Israel'de seçim sistemi değişmedikçe, politik figürler aynı insanlar oldukça seçimlerden çok farklı bir sonuç çıkmasını  beklemenin komik olduğunu biliyoruz.

Bu arada İran'a karşı verilen yoğun mücadeleye karşı Amerika'nın tekrardan eski bir yanlışa dönebileceği gerçeği gölgesinde kuzeyde devam eden gerlim ve belirsizlikte ayrı bir sorun..

Geçtiğimiz günlerde Israel, Kuzay'den gelebilcek ani bir saldırıya karşı, yeniden iki gün süren bir askeri tatbikat yaptı.

İki yıl evvel. İslam Devletinin artık haritadan silinmiş olduğunu iddia eden Trump'ın söylemlerine karşılık geçtiğimiz günlerde Suriye'deki Esad güçlerine karşı büyük bir saldırı gerçekleştiren Daesh Esad'a ait 28 milisi yok ederken hala bölgedeki mevcudiyetini gösteriyor.

Amerikan Genel Sekreteri Blinken bugünkü şartlarda Israel'in Golan tepelerinden çekilmesinin mümkün olmadığını söylemiş.

Zaten tersini iddia edenler içten içe Yahudi Devletinin yok olmasını arzu eden düşmanlardır.  Ya da bölgenin coğrafi ve politik yapısı üzerine en ufak bir fikri olmayanlardır..

Ancak dış düşmanlarla mücadele, içeride insanların birbirlerine hiç olmadıkları kadar muhalif olmalarından daha zor değil.

Bir insanı içerden çökerten sağlık sorunu gibi, bir ülkenin de en büyük sorunu içeride halledemediği problemlerdir.

Kişisel hesapların aleti olan politik çekişmeler, sağın ve solun uzlaşmadan uzak tutumları, ultra-ortodoks partilere verilen ödünler vs..

Halkın genel olarak Bibi taraftarları ve Bibi düşmanları olarak  ikiye ayrılmış olmalarıysa ülkenin bugün yaşadığı en baş problem!!

Bir tarafta, Bibi'ye aşık olanlar grubu bulunuyor diğer tarafta ise doğrularını bile görmeyi kabul etmeyen, Bibi'ye sonuna kadar karşı bir kesim var.

İki taraf hiç olmadığı kadar birbirlerine düşmanlaşıyorlar.

Birileri diğerlerine geri zekalı gözüyle bakarken , Bibi taraftarları diğerlerini ülkeyi istemediği bir yola doğru sürüklemek, halkın özgür seçimini hiçe saymakla suçluyorlar.

İki tarafın görmediği şey yüzde yüz doğru olan hiç bir şeyin olmadığıdır!!

Sol, Netanyahu'nun duruşmaları bitmeden istifasını istiyor.

Halbuki Israel yasalarına göre, kendine karşı suç duyurusunda bulunulan Başbakan suçu ispatlanana kadar görevine devam edebilir.  Yani yasalara göre Netanyahu kanun dışı bir şey yapmıyor.

Netanyahu'nun hakkında suç duyurusu olması kimseye onu, suçu teyid edilmeden cezalandırmak hakkını vermiyor . Buna media dahildir!

Daha yargısı yeni başlayan Başbakanı , seçimlerle gönderemeyen Sol Media başbakanı yargısız infaz ederek politik kariyerini sonlandırmak için savaşıyor.

Ancak bazen bir şeye karşı çok savaşırsanız gözü kör bir savaş meyve de vermez.

Başbakanın yenlışlarını söylerken başarılı olduğu yerde de doğruları konuşmaktan çekinmeseler halbuki, insanlar media'ya daha çok inanacaklar daha çok güvenecekler.

Netanyahu'ya azalan güvenin yanında media'ya karşı oluşan güvensizlikte daha az değil.

Çünkü media  tek yönlü bir saldırı içinde. Bu da onların istedikleri neticeyi almalarına fayda sağlamıyor. Netanyahu'yla yaşanan Korona Krizine rağmen, sağa karşı sol kuvvetleneceğine sol sürekli oy kaybına uğruyor.

Sadece ülkedeki kimi ekstrem sol taraftarlar son bir buçuk senedir meydanlarda daha fazla Corona bulaştıran  gruplar içinde yerlerini alarak insanları bir kez daha kızdırmaktan öteye gitmiyorlar

İşin ilginç tarafı  Anayasa Mahkemesi, bunca zaman hala Netanyahu'ya karşı hazırlanan suç dosyalarını hala tam olarak toparlayamadı.

Geçmişte, seçimden çıkacak sonuç ne olursa olsun Bibi'yle oturmayacağını söyleyip yine de Bibi'yle bir şekilde el sıkışanlar bu seçimden en büyük kayıpla çıkacaklardır.

Tek sloganları Bibi'ye karşı olmaktan öteye gidemeyenler  oy toplamakta zorlanacaklardır.

Önemli olan Bibi'yi istememek değil.

Onu anladik. Sorun zaten bu değil..

Önemli olan ülkenin sorunlarına çözümler getirmek.

Önemli olan bizi bulunduğumuz bu çıkmazdan çıkaracak, yepyeni bir lider yaratmaktır!!

Lütfen varsa getirin onu...

Sağ ya da Sol farketmez!!!!

Yoksa hiç bir şey değişmeyecek!


Batya R. GALANTI 

10 Şubat 2021 Çarşamba

Sırlarınızı kendinize saklayın!


Bir arkadaşınıza ufak bir sırrınızı verirsiniz bir gün  ve dersiniz ki; "Sakına kimseye anlatma!. Tamam mı?! ". Arkadaşınız heyecanlanır. Tabi ki anlatmam. En iyi arkadaşım sırrını benimle paylaşmış.

Ertesi gün arkadaşınız en yakın dostlarından  degeriyle karşılaşır. Laf arasında anlattıklarınız aklına gelir.. Heyecanlanır birden. Biliyorum anlatma dedi ama bu da benim yakın dostum.. Hem sırdaş. hem iyi bir insan.. Kimseye kötü niyetle yanaşmaz, kimseyi kınamaz ve kimseden kötü konuşmaz. Bir tek, yanlızca ona söylesem ne olur diye düşünür o an.

Heyecan vericidir bir an, birisine bilmediği bir şeyi anlatmak. Sadece benim bildiğim bir şeyi onunla paylaşmak.. Sonuçta bu sadece onunla benim aramda kalabilir değil mi?.. Ve arkadaşınız sadece içi içine sığdıramadığı sırrı büyük heyecanla o tek kişiyle paylaşır ve sıkı sıkı tembih eder.. Başkasına iletme lütfen.. Sana güveniyorum!! Bana çok yakınsın diye anlatıyorum biliyorsun!

Arada  benim anlattığım şeyi ufak bir noktada farkında olmadan değiştirmiş,  Belki de  ufak bir noktayı yanlış algılamış..

Anlatırken küçücük bir değişiklik olmuş ama hikaye genel olarak doğru.

Onun arkadaşı akşam eve gittiğinde annesiyle her günkü gibi telefonda konuşurken aklına gelmiş bir an o gün ona en yakın arkadaşının anlattıkları.Annem benim herşeyimi bilir, diye düşünmüş .  Ona herşeyimi anlatmazmıyım ben?  Beni doğuran, bana en yakın insan o..ha o ha ben gibidir annem!!Sonra kime anlatacak ki o? Böylece ufaktan, şöyle genel bir bahsetti annesine bugün arkadaşımın anlattığı küçük sırdan. Ertesi sabah arkadaşımın arkadaşının annesi kız kardeşiyle konuşurken çok fazla düşünmeden ağzından kaçırmış o da o sözde küçük sırrı.. Kızının akşam anlattıklarını yarım kulakla dinlerken duyduğu , anladığı kadarıyla kız kardeşine anlatmış o da.Sonuçta ilk anlatılanlardan son kulağa giden hikaye orijinalinden farklı bir boyuta da gelmiş.Ve derken çoğu zaman kötü niyetten değilse de insanoğlunun boşboğazlığından, gevezeliğinden, kendini tutmakta zorlanmasından, anlatılanlar "hep en yakınlar yoluyla" başkalarının kulağına ve derken cümle aleme ulaşıverir..Bazen sizin anlattığınız bir sır,  bazen yakından tanıdığınız bir ailenin hayatıyla ilgili bir bilgi, herhangi bir olay böylece bir yığın insan tarafından bilinir.. Tartışılır, konuşulur , bazen bir insanın sorunu milletin derdi olur!

İnsanların büyük bir bölümü anlatılmayacak bir şeyi anlatırlarken kötü niyetle yapmazlar.Sadece insan denen varlığın yaygın  bir özelliğidir kendini tutamamak.. Yoksa Paparazzi neden vardır?

Ancak bazen toplum içinde söylentilerle kimi insanların hayatlarını yıkabildiklerini farketmeyen insanlar da vardır, tüm boşboğazların içinde. Tüm öylesine laf kalabalığı yapanların arasına karışmış daha az iyi niyetliler de eksik değildirler. Söylenilenlerin, anlatılanların kimi insanlara büyük zarar verebildiğini göremeyecek şekilde hassasiyetten uzak kişiler de vardır.. Hele küçük toplumlar da başkasının sırrını ele verdiğinizde ya da başkası hakkında kafanızda belli hükümler oluşturup bunu ifşa ettiğinizde o insana verebileceğiniz zararı görememek büyük bir günahtır..  Çünkü küçük toplumlarda dedikodunun verdiği zarar kocamandır! İşte burada çok daha fazla dikkat etmek gerekir. Geçtiğimiz günlerde tanıdığım biri hakkında birisi bir şey söyledi. Ve söylenilen şeyin. ortaya atılan iddianın doğru olmadığını bilerek o kişiyi düzeltmek istedim. Bildiğin doğru değil dedim, söylediğin insanı yakından tanıyorum, yanılıyorsun diye düzelttim!! Ancak o kişi söylediğinden emin bir şekilde üzerine basa basa diretmeyi tercih etti. Onu ne kadar ikna etmek için anlatmaya çalıştıysamda o kendi kafasındaki yargılarla kaldı. Ve etrafındaki insanları da şüphede bıraktı tabi! Ondaki o yargılar başkalarının anlattıklarıyla mı oluşmuş bir şeydi bilmiyorum. Ancak aptal söylentilerler. bir kez bir etiket yapıştırdıktan sonra birisinin alnına o etiketi söküp atmak zordur. Kimse kendini o insanın yerine de pek koymaz!! Toplumsal ilişkiler bu şekilde kimi zaman sağlıklı kimi zaman zarar verici bir şekil alır.. Kimse için bilmeden kulaktan dolma bilgilerle konuşmak doğru değildir. Bunu anlamak için sadece bir an kendinizi o insanın yerine koymanız yeterlidir. Ve eğer bir sırrınız varsa bilinmemesi için en emin yol onu kendinize saklamanızdır!!



Batya R. Galanti

9 Şubat 2021 Salı

 



                          

                                  Bugün Dünya Pizza Günüymüş



En sevdiğin fast food hangisidir ? diye sorsalar..

Sanırım Pizza!! derim.. En azından en sevdiklerimin başında gelir!!

Son senelerde her ne kadar fast food'tan uzun bir dönem uzak kalmışsam da pizza' yi kendimden neredeyse hiç esirgemedim..  Bu keyiften kendimi mahrum etmek hiç ama hiç işime gelmedi.

Ayrıca Pizza fast food yiyecekler arasında en sağlıklısıdır diye biliyorum. Çünkü Pizza'nın üzerini istemediğiniz kadar sebzelerle donatabilmek şansına sahipsinizdir.  Ve bu niteliğiyle son derece renklenen bir besine dönüşebilen  pizzanın lezzetine de diyecek yoktur!

İstanbul'da açılan ilk Pizza'cı Boğaz'da Pizza Mare adında bir yerdi. Denizin hemen üstünde olan bu restoran bir anda İtalya'nın en tanınmış lezzetini İstanbul kıyılarına taşımıştı.

Her haftasonu gayet kalabalık olan bu yerin insanlara sunduğu Türk Pizza'sı hiçte fena değildi.Türkleri bir çok konuda eleştirmek mümkün olabilir ama mutfakta gayet hünerli bir millet olduklarını kimse reddedemez.

Oraya kimlerle gittiğimi pek hatırlamasam da bol domatesli  o ilk  pizza'nin  tadını unutmadığım kesin.

Ardından gittikçe yayılan pizza restoranları İstanbul'un dört bir yanında açılmaya başlamıştı. Ve tabii aralarındaki rekabet büyürken , lezzetlerindeki çeşitlilikte zamanla olan kaliteyi arttırmakta idi.

Farklı farklı yerlerde yediğim karidesli, üzeri bol sucuklu ( ya da sucuğun İtalyan versyonu olan peperroniyle )  doldurulmuş Pizza' nin bilindik versyonunun kaşer olmadığı olgusu üzerindeyse durmuyordum. 

Benim için Pizza et ve peynirin ayrılmaz bir bütünüydü ve olduğu gibi harikaydı.

Karidesle ilk tanışmam da benim için ilginç bir şekilde Pizza üzerindeki o küçücük karideslerin tadına bakmamla gerçekleşmişti. Ve bu şekilde karidesli pizza'dan vazgeçmez olmuştum.

İşin en tuhaf yani ise karides'in yahudilikte yasak olan yiyeceklerden olduğunu bile bilmeyecek kadar dinimi az tanıyordum o zamanlar . Sadece kimi arkadaşlarımın vejetaryen pizza yerken esas baktıkları şeyin kasherut kuralları olduğunun bilincindeydim.

Taa Israel' e geldiğim günlere kadar..

Israel' de çoğu Pizza'cılarda kaşer peyniriyle birlikte sadece zeytin, brokkoli , mantar ve ançuez gibi birleşimler olabilse de , pepperoni' yi bütün bu sebzelerin yanında  birlikte görmek biraz daha zordur ama yok değildir.

Pizza Hut, Domino Pizza ya da kimi kasher olmayan restoranlarda Pizza Pepperoni yemek mümkündür.

Sadece çoğunluk değildirler!!

Bir aralar eşim evde pizza hazırlardı ve arkadaşlarım parmaklarını yerlerdi.

Ama çok lezzetli şeyler hazırlamak tehlikelidir!! Kilo aldırırlar..😊

Ancak arada bir keyif yapmaktanda kesinlikle kaçınmamak lazım!!

Bense Pizza'nın çok daha kolay bir şeklini buldum..

Süpermarketten aldığım Tortilla'lar,  koyduğum domates sosu, peynir ve evde o an bulunan bir kaç ek şeyle  birlikte 5-7 dakikada küçük fırında harika bir pizza oluyor.

Basit ve lezzetli!!

Birden  canınız pizza istemişse bu şekilde kendinizi ve tüm aile bireylerini hiç zahmete girmeden şımartabiliyorsunuz...

Pizza' dan ayrı ravioli, lasagna, risotto ve pasta bolognese ve gnocchi ve dondurmalarıyla birlikte bir sürü tatları dünyaya hediye eden İtalyanlar gülmeyi ve eğlenmeyi de seven insanlar. Ve yine İtalyan müziğiyle,  şarapları, modaya ve sanata katkılarıyla ve muhteşem mimarileriyle dünyanın bir numaralı turist cenneti olan ülkeleriyle popülerliklerini koruyanların içinde liste başı olmaya devam ediyorlar !!

Dünya Pizza Günü yeniden kutlu olsun!


Batya R. Galanti 




Özellikle psikolojik olarak zayıf olan erkekler fiziksel güçlerini kullanırlar!!





                                             BİTMEYEN KADIN CİNAYETLERİ!


Geçtiğimiz günlerde aylardan sonra yeniden işlenen bir kadın cinayeti daha  tehlike çanlarının toplumda eskisine göre daha kuvvetle çaldığını gösteriyor!

Geçen hafta Israel'de Kadına Uygulanan Şiddet üzerine yapılan bir program'da geçtiğimiz Rosh Haşhana'da sözde normatif bir kocanın eşini öldürme teşebbüsünden tamamen şans eseri kurtulan kadının hikayesini izlerken milyonlar aynı günlerde aynı tür bir girişim bu kez başka bir kadının iki kurşunla hayatını kaybetmesiyle sona erdi.

30 yaşlarındaki normatif (!!!) , genç bir çiftin aralarında başlayan tartışma cinayetle sonlandı.

Polis olan koca, evlilik danışmanı olan karısını bir anda hiç düşünmeden öldürdü.

Aile, çevre, komşuları, yakın akrabaları , Amir Raz adındaki polis memurunun böyle korkunç bir cinayeti işleyebilecek bir insan olduğuna inanmakta zorlandıklarını söylüyorlar.

Katil olan genç adamın annesi, "Nerede neyi göremedik  bilmiyoruz!" derken bir taraftan olayın bu noktaya gelmesini farkedememiş olmanın şokunu yaşıyorlar,  diğer tarafta ellerinden kayıp giden gencecik bir kadının hayatına ağlıyorlar.

Oğullarının evlendiği kadını sevdikleri belli.. Onu kızları gibi gördüklerini söyleyen yaşlı kadın ve eşinin gizlerinden büyük bir acı okunuyor. Torunlarının annelerinden bahsederken geçmiş zamanı değil bugünü kullanıyor anne.. Kadının artık yaşamadığı gerçeğini kabullenememiş olduğu belli.

Burada insanı düşündüren o kadar çok nokta var ki.

Diana Raz'ın (Z'L )  kadınlara; " Evlilik ve Yıpratıcı ilişkiler " üzerinde konferanslar, kurslar veren bir danışman olduğu halde kendi evliliğinde bu noktaya geldiği halde kendi kaderini değiştirmeyi başaramamış olması, kendi kendine yardımcı olamamış olması korkunç bir gerçek.

Geçmişte kendisinden çok şey öğrendiklerini söyleyen kadınların şu an neler hissettikleri, akıllarından neler geçtiği de bir soru işaretidir.

Problemli ilişkilerle nasıl mücadele edilmesi gerektiği üzerine uzman  olduğunu iddia eden bir danuşmanın  böyle bir son  yaşaması , aynı durumda olup uzmanlara danışan kadınlar üzerinde nasıl bir etki yaratmış olduğu ilginçtir.

Ne yaparsanız yapın, kim olursanız olun..ne kadar bilinçli ve bilgili olsanız da bazen içine girdiğiniz sağlıksız ilişkinin kurbanı olmaktan kaçamayabileceğinizin bir kanıtı gibi bu kadının cinayeti.

Diğer taraftan, polis olan genç bir adamın şuursuzca silahına sarılıp eşini saniyeler içinde öldürebilmiş olması  toplumun kendi güvenliğinden sorumlu bu memurlara güvenini de son derece sarsmakta.

Ellerine silah verilen polislerin toplumu korumak yerine yaşadıkları çevreye tehlike saçabilecek psikopatlara  dönüşebileceklerini görmek büyük bir hayalkırıklığıdır.

Devlet sorumluluğu altında çalışan silahlı görevlilerinin psikolojik sağlıklarını çok daha  yakından takip etmekle görevli olmalıdır.

Diğer yönden , herkes tarafından normatif sessiz bir insan olarak nitelenen genç bir adamın  bir anda katil olması ayrıca düşündürücü başka bir gerçek!

Ve hepsinden öte, çocuklarını en iyi şekilde büyütmeye çalışmış bir anne babanın sonunda katil olan oğullarına baktıklarında duyacakları vicdan azabı tartışılmaz büyüklükte bir acıdır.

Katil adamın anne babası olan bu yaşlı çiftin yerinde olmak mutlaka çok zordur!!

Son olarak..kendi vardığım bir başka sonuç var .

Kadına karşı cinayetler ve şiddet ne kadar tartışılsa bir o kadar cinayetlerde artış görülüyor gibi!

Sanki bu  konu gündemde oldukça, bunun ters bir tepkisi de oluyor . Gündemi koruyan bir mevzu insanların bilinçaltına yerleşiyor, sanki bir beyin yıkaması oluyor ve şiddete eğilimi olan insanlarda bu tip cinayetler beyinlerinde belli bir yer tutuyor.

Daha çok cinayetler oluyor. Üst üste erkeklerin kadınları öldürdükleri görülebiliyor.

Böyle şeyler, intiharlarda da görülüyor sanki..

Ne yazık ki bir çeşit reklam gibi mi oluyor bilmiyorum.

Bir taraftan bu konular konuşulmalı..insanlar bilinçlenmeli..

Bilmem işte bir ikilem görüyorum ben!!

Yanılmıyorsam.

Fakat aile içi şiddet üzerine çok daha fazla eğitim ve denetim olmalı..

Kadınlar eşlerine karşı korunmalılar!! 

Hala daha kadın zayıf taraf olmaya devam ediyor ne yazık ki.

Erkek fiziksel üstünlüğünü bugüne dek elinde tutmaya devam ediyor.

Özellikle psikolojik olarak zayıf olan erkekler  fiziksel güçlerini kullnırlar!!

Artık oturup ciddi ciddi düşünmenin ve  olası yeni cinayetleri engellemek için daha somut, daha ciddi, daha yaygın önlemler alınmasının zamanın geldiğini gösteriyor.

Hükümetin geçen yıl bu konuyla mücadele için ayırdığı bütçenin yeterli olmadığı söylenirken kadınların buna karşı hep birlikte harekete geçerek kendi hayatları için daha yoğun mücadele etmelerinin zamanının geldiğini göstermeleri gerekiyor.



Batya R. GALANTI