17 Ağustos 2020 Pazartesi







                    Beyrut'un mahallelerinde gizlenen cephaneler kimleri tehdir ediyor?



Iki hafta önce Israel'in Kuzey'inde bir anda yeniden alarmlar çaldı. Bir grup terörist Lübnan sınırından sızmaya çalışırken  radara yakalanınca,  IDF Hizbullahın  yeni bir sızma girişimini yerinde engelledi.

Her defasında tekrarlayan bu olayların yerinde ve sessizden çözen Israel, bu tip girişimlerin daha büyük bir hadiseye dönüşmemesi için çaba harcıyor.   Hizbullah'ın bitmeyen denemelerinin sonunda daha büyük bir olay meydana gelebileceği güne dek..... En az bir devlet ordusu kadar güçlü olan bu terör örgütüyle üçüncü kez olacak bir savaşı patlatacak olay sonunda vuku bulacağı güne dek ...

Son yıllarda İran destekli Hizbullah'ın Suriye'de ve Güney Lübnan'da Israel'e karşı faaliyetlerini devamlı arttırdığını biliyoruz. İran Suriye'de Israel'le ileride planladığı savaşa hazırlanırken, bu bölgeye hala silah yığmaya devam ediyor. Böylece Israel'in  Suriye'yi sık sık bombaladığı  basına yansıyor.

Bugün  Lübnan'ın girdiği ekonomik açmazın en büyük sorumlusunun ülkeyi yöneten sektlerin yolsuzluklarının ve sömürüsünün olduğu söylenmektedir.  Fakat Hizbullah'ın da,  eskilerin Ortadoğunun Paris'i olarak tanınmış, güzel Beirut'uyla ünlü bu özel ülkeyi ayrıca çökerttiği de açıktır.   Hiç ihtiyaçları olmayan bir savaşın içinde olan Lübnan senelerce sahip olduğu büyük insan potansiyelini bir hiç için  harcamıştır, devlet içinde kurullan bir başka devlet, yani Hizbullah  onu bugünlere kadar sömürmeye devam etmektedir. Hizbullah Israel için ne kadar büyük bir tehlike ise Lübnan'daki halk için daha büyük bir tehlikedir. Bu ülkenin yarınlarını yok eden en büyük sebeplerden biri de Hizbullah'tır..

Israel Başbakanı Netanyahu defalarca Uluslararası Cemiyeti Lübnan'da Hizbullah'ın sivillerin içinde sakladığı binlerce füzenin bizzat uydudan çekilmiş fotoğraflar üzerinden yerlerini göstererek uyarmıştır..

4 Ağustos günü Beyrut'e büyük bir patlama olduğu haberini duyduğumuzda belkide hiç birimizin aklına adeta nükleer bir bombanın etkisiyle çevresindeki bütün mahalleleri ortadan kaldıracak büyüklükte bir patlamayı hayal etmedik.. Televizyona yansıyan görüntüler tüyler ürperticiydi.

Yetkililerin bilgisi altında, en az altı senedir Lübnan Limanındaki depolarda saklanan 2750 ton Uranyum Nitrat bir kaza sonucu patladı.. Etraftaki bütün mahalleleri  saniyeler içinde düz eden patlamanın ardından çok şeyler söylendi. Yaklaşık 200 ölü , 7000 yaralı ve 300.000 evsiz'le sonuçlanan bu olay tarihte nükleer olmayan en büyük patlamalardan biri olarak nitelenmiş.

Uzun zamandır iyi olmayan Lübnan ekonomisi Corona-19'la iyice çıkmaza girdikten sonra bir de bu son olay başlarına gelince bu ülkenin tek başına bulunduğu ekonomik durumdan kurtulması mümkün görülmemektedir. Fransa, eski sömürgesi olan Lübnan'a sahip çıkarken , Macron'un bölgeye hemen yaptığı  ziyaretinin ardından. kimileri Fransa'nın yeniden Lübnan'ı  güdümüne almak için bir fırsat olarak gördüğü yönünde yorumlar yaprmaya başladı .

2013'te Rus bandıralı bir Kargo gemisiyle Mozambik yönüne doğru taşıdığı söylenen Amonium Nitrat , dışında başka bir yük daha almak için Lübnan'daki limana uğrayan gemideki mal sonunda bir şekilde burada kalmış ve bu miktarda bir kimyasal aynı depoda, yetkililerin bilgisi altında bugüne dek saklanmaya devam etmiş. Söylenenlere göre Hizbullah malın başka depolara yapılması planlanan sevkiyatına izin vermemiş..

Geçtiğimiz senelerde Israel, İngiltere'yi , Kıbrıs ve Almanya'yı Hizbullah'ın topraklarında yürüttüğü faaliyetler üzerine uyarmıştı.

Mossad Gizli servisinin bildirimleri ışığında Londra'da bir evde yürütülen operasyonlarda bir şehri yok edebilecek miktarda amonyum nitrat ele geçirlmiş ve Hizbullah'ın faaliyetlerine son verilmişti.

Daha 2020'de Almanya'da yine aynı şekilde bir evde tonlarca Amoniyum Nitrat ele geçirilince Hizbullah'ın yasa dışı bir örgüt olduğu  Alman Hükümeti tarafından ilan edildi..

Avrupa'yı uyandırmak zor .  Lübnan'da patlayan kimyasalların da tarım endüstrisinde kullanılmak üzere saklandığı söyleniyor. Kime inanılır bilinmez?

Fakat Beyrut'un mahallelerinde,  Israel'in gizli servislerinin keşfettiği yerlerde binlerce füze sivillerin içinde depolarda gelecekteki savaş için bekletiliyor. Aynı şekilde bir kaza acaba bu kez kaç masum insanın canını alır????




Batya R. Galanti













































3 Ağustos 2020 Pazartesi







                                                   Ne yapsakta yaşlanmasak?!



Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşıma doğum günü hediyesi bakıyordum.. Benden üç yaş büyük olan bu arkadaşımın 40 yaşına girdiği günü daha dün gibi anımsıyorum. . İnanılmaz!! Telefonda bana kırk yaşına bastığını söylediğinden, ve benim yaklaşan orta yaşı kapımda hissettiğimden bugüne tam 15 sene geçmiş!! Orta yaş ve derken ileri yaş..insan hayatı nedir ki?"!! Geçenlerde annem bana: "Bu yaşa nasıl geldiğimi inan bilmiyorum.." dediğinde, ona gerçekten inandığımı söyledim ..Zamanın nasıl bir hızla geçtiğinin ben de farkındayım..

Orta yaşa gelmiş bir bayan arkadaşınıza hediye almak için bakındığınızda ilk aklınıza gelen şeyler, kolye, bilezik ya da hoş bir parfüm ve tabii en sonunda  yüz ya da vücut kremleri oluyor!!..Özellikle  kadının yavaş yavaş yaş almaya başladığı zaman gelip çattığında nemlendiriciler ve yaşlanmayı önleyen  kremler ilk akla gelenler arasında oluyor :)

Çoğu zaman bir kadının  yatak odasının baş köşesindeki  makyaj masasının üzerinde olduklarını bildiğiniz şeylerdir bunlar. Belki hediye için kolay bir seçim gibi de olsa çoğu zaman gerçekten de kadınlar için makbul olan bir seçimdir bence kimi makyaj malzemeleri ( makyaj yapmayı seven bir bayansa tabii ) , banyo sonrası uygulanması gerekli olan besleyici kremler vs.. Hele Israel gibi  cildi son derece kurutan,, yıpratan güneşinde yaşayan kadınlar için bu daha da bir gerekli....

Bugün modern hayat içinde her şeye yetişen kadın artık yaşlanmayı da pek kabul etmiyor sanki. En azından yaşlılığa çabuk teslim olmayı reddediyor gibiyiz.


Ne kendim ne de başkası için  bir şey satın alacağım zaman uzun uzadıya gezmek alışkanlığım pek yoktur. İlk aklıma gelen fikrin doğrultusunda hemen hareket edip çabucak işimi bitirmeyi  tercih ederim..  Girdiğim büyük kozmetik mağazasında dolanırken yine ürün bolluğu ve olasılıklar arasında kaybolmaya başladığımı hissederken tam hemen yanımda satış elemanı bir kadının; " Yardımcı olabilirmiyim ?" sorusunu duyar gibi oldum..Uzun uzadıya anlatım dinleyecek sabrım olmadığımdan teşekkür ederek , sadece bakıyorum dedim. Bense . bütçeme ve aklımdaki fikrime uygun bir şey bulmak için sakin kafayla , tek başıma aramayı tercih ettiğimden, çoğu zaman kendi başımın çaresine bakarım. ..Ve genelde  çok uzun zaman harcamadan bir şey alıp çıkarım.  Nasıl olsa isterse değiştirme şansı olduğu için de sorun yok derim...  Yine öyle bir baktım ve kendimin de kullanıp memnun olduğum bir nemlendirici yüz kreminde karar kıldım. Hem fiyatı normal , hem gayet iyi iş gören hem de bilinen bir firmanın ürünü.. daha iyisi can sağlığı.. Güzel bir paket yaptırıp çıktım..

Ben kırk yaşlarımı geçtiğim günlere kadar öyle pek fazla yüz kremleri falan kullanmadım.. Güzel kokulu vücut kremlerini hep sevdim..hafif parfümleri tercih ettim ve çoğu zaman çok özel günler dışında neredeyse hiç makyaj yapmadım...Belki de fazlasıyla sade idim.  Son senelerde yüz kremlerine daha bir ellerim gitmeye başladı.. Artık bazı değişen şeylere karşı ufak tefek direnme psikolojisindendir bu...Yaşlanmayı önlemek istiyor insan. Ne kadar mümkünse??!!




Bir taraftan , eskiden beri bir sürü pahalı kremler kullanan kimi bayanlara bakarım,  sonuçta  o kullandıkları kremlere rağmen yaşlandıkça yine de nasıl  kırıştıklarını görüyorum ve herşeyin bir bakıma şans olduğun inanıyorum.  Ne yaparsanız yapın aslında çok farketmiyor. Öyle çok pahalı kremler belki de sadece insanı kendisi için en iyisini yaptığına dair ikna ediyor ama sonuçta değişen fazla bir şey yok. Eğer pahalı kremler çözüm olsaydı o zaman neden kadınlar botox yaptırıyor ve estetik ameliyatlarla yüzlerini gerdiriyorlar? ...

Genç göstermek en çok genetik bir şans. Ve daha sonra da hayat tarzınız büyük etken. Uyku düzeniniz, beslenme şekliniz, ten renginiz, .sigara kullanıp kullanmadığınız, alkol ve güneş..herşey etkili.. Sabahtan akşama kadar bronzlaşacağım diye güneşte oturan , günde bir paket sigara içen , fast food yemekle gününü geçiren ve sürekli full makyaj yapan bir kadının gece yatağına yatmadan hangi kremleri kullandığının pek önemi yok sanki.

Ama neticede ne yaparsak yapalım er ya da geç kaçışı olmayan bir hastalık gibi bu da..

Güzellik bir süre sonra geçmişte, gençlikte, kimi zaman olgunluk çağımızda bir yerlerde  kalıyor ...

Belli bir yaştan sonra bir şeylerin  belki sadece izi kalıyor..

Kimi ender insanlar ise yaşlılıklarında bile belli bir formu korumayı başarıyorlar..

Bu da sanırım ayrı bir şans!!!


Arkadaşıma sarılıp hediyesini verdiğimdeyse; " Nasılda bildin..tam kullandığım kremi !" deyince gülümsedim..belki de biz  bu yüzden arkadaşız ..aynı düşünüp, aynı şeyleri yapıyoruz galiba!!!







Batya R. Galantı











2 Ağustos 2020 Pazar







                           

                                   Çocuklarını gerçekten sevecekleri gün....


     

Facebook'ta bir Fransızın Gazze'deki çocuklarla ilgili paylaşılmış bir klibin altına yazdığı yazı şöyleydi; " Bu ülkeyi ( Israel'i )  ne zaman cezalandıracaklar? Galiba hiç bir zaman!!!"
Izlediği görüntülerin kadının içindeki hırsı nasıl da ortaya çıkardığı belliydi.

Bense klibi istesem de izleyemedim. İçerdiği uygunsuz görüntüler yüzünden kaldırılmıştı. Sonuçta bu insanların video'da ne izlediklerini bilmiyorum. Bildiğim kadının senelerdir içinde Israel'e karşı biriktirdiği nefretin nasıl dışarı çıkmış olduğunu hissettiğimdi.



Ve ben, Gazze'de çekilmiş,  içinde çocuklara karşı dehşet görüntüleri içeren bir video klip paylaşımı karşısında, o kadına nazaran çok daha karmaşık ve yoğun hisler yaşıyorum. Bu hisler, kadınla  bir kaç paralel duyguyla beraber kimi çatışmalar, kimi isyanlarla beraber içimi allak bullak ediyor.

Benim gibi biri için , diğer yabancılara göre bu tip çekimler karşısında hissettiklerim çok daha karmaşıktır. İçimden geçenleri anlatmaya çalışsam , billmem ortaya tam olarak ne çıkar!!

Birincisi, o kadının yerinde olsam büyük ihtimalle benzer duyguları hissederdim..

Sadece bir klik'le şahit olunan,  çocukların acısını, çilesini, cefasını, sefaletini, yokluk içindeki hayatlarını yansıtan görüntülerin insanın içindeki merhameti harekete geçirmesi çok normal. Ve bu çocukları bu duruma getirdiklerini düşündüğünüz hedefe karşı yoğun kızgınlık ve nefret hissetmenizse yine çok dogal.

Aynı görüntüleri ben izlediğimde hissettiklerimi kelimelerle ifade etmek hiç te kolay değil. Problemin bir parçası olmanız bunu değiştirmiyor tersine çok daha derinleştiriyor..

Öncelikle hiç kimse dünyanın hiç bir köşesinde hiç bir çocuğun , başkalarının günahlarının kurbanı olmasını arzu edemez.. Bir çocuğun aç kalmasını, yaralanmasını, ölmesini, acı çekmesini savaş travması yaşamasını kimse istemez...

AMA!!!!!

Keşke dünya, kimi insanların kendi sessiz köşelerinde yaşadıkları gibi huzur  içinde bir yer olsa.. Keşke dünya sadece kendi kafamızda düşündüğümüz kadar açık ve net olsa. Keşke halktan  insanların kafalarındaki barış anlayışı gerçeklerle bu kadar basit bir uyum içinde var olsa. Hatta keşke birilerinin barış içinde yaşıyor olmaları dünyanın gerçekten diğer yerlerinde yaşayanların sizinle aynı şartlarla, aynı eşit imkanlarla karşı karşıya olduklarının bir ispatı olsa. Keşke seçim şansımız bu kadar basit olsa.

Belki sizin yaşadığınız normatif hayatınız  onların yaşadıkları acı savaş gerçekleriyle hiç te uzak olmayan bir yakınlık içinde bile olabilir ve bunu siz bilmiyor olabilirmisiniz acaba?

Keşke dünya hayal ettiğimiz kadar adil olsaydı.. Kendi ailemizde, kendi mahallemiz, köyümüz, şehrimiz dünya gerçeklerinin tek yansıması olsaydı. İçimizde yardım etmek için var olan insani taraflarımız , kolayca heryerde her soruna deva olsa. Keşke içimde tüm çocuklar için var olan hayalleri bir çırpıda gerçekleştirebileceğim bir sihirli değneğim olsa!!!!

Keşke akıllardaki ideal toplumları kurmak, yönetmek, uyum içinde varolmak bu derece kolay olsa..


Yüzyıllar boyu nefretle, savaşla, sınır kavgalarıyla yaşamış kimi toplumların son elli yıldır kurduklarını hayal ettikleri adil dünya çok sınırlı bir noktada belki var belki yok. Ve gerçeklerse hiç te öyle değil. Ne Afrika'da ne Asya'da, Ne Amerika'da, hiç bir yerde adalet ve huzur yok. Ama birileri illüzyon içinde yaşıyor. Herşeyin hiç olmadığı gibi mükemmel olduğunu sandıkları bir hayali masalımsı dünya içinde sanki Filistinli çocuklar ölüyor gibi hayal ediyorlar ve Filistin'de adalet , insanlık yok diyorlar.. Bu güzel, cıvıl cıvıl kuşların ötüştüğü dünya'da , sessizliği tek bozan  Filistinli çocuğun haykırışıymış gibi geliyor  çoklarına. Ve onları yok eden, kötü, mel'un, acımasız Israel Devleti varmış gibi. Dünya barışının tek düşmanı!! Herkes iyi ve tek bir kötü mevcut!

Filistinli çocuk yaşamalı!!!

Yemenli, Suriyeli, Venezualalı, İranlı, Kolombiyalı, Angolalı. çocuklar da yaşamalı.. Filistinli çocuk eziyet görmemeli..Yemenli de, Uygurlu çocuklar da ölmemeliler ama haklarında bilinen çok az. Pek konuşulmuyorlar. Sanki hiç yok gibiler. Ve ne kadar az konuşulurlarsa o kadar yok gibi kalıyorlar..ne kadar az bahsedilirse o kadar az rahatsız ediyor insan vicdanını...

Her çocuk eşit, her çocuk aynı ama gerçeklerse farklı..

Ve Fransız kadın bağırıyor, hınçla!!

Ne zaman cezalandıracaksınız onlar? Neden>  Cezalandırırsa rahatlayacak mı?  Sorun bitecek mi!!

Dünya çok güzel..çıkar hesapları var ne de savaşlar , hiç bir şey yok.. Açlık palavra, göçmenler yok.. Her şey sanki bir masal gibi.. Bir ülke var ki işte o  bozuyor bu barış içindeki, uyum içindeki güzel dünyayı ...

Bir dakika lütfen!! Bir kez dinleseniz, bir kez anlasanız, bu istenmeyen görüntlerin arkasındaki mizanseni..Bir kez dinleseniz iki tarafı olan bu problemin farklı bir hikayesi de olabileceğini. Bildiğiniz şeyin ikinci bir tarafı olduğunu... Siz karşıdan bakanlar!! Adil izleyiciler, pasif hüküm verenler..

Dışarıdan hüküm vermek kolay.. İçinde olmadığınız, yaşamadığınız, bilmediğiniz bir soruna karşıdan bakarak insanlık dersi veriyorsunuz. Haklısınız, ben de çocukların ölmesini istemiyorum. Ve çok üzgünüm.. İster inanın ister inanmayın! Belki sizden çok daha fazla üzgünüm ve de duyarlıyım..

Bir yerlerde savaşın acısı, karmaşası var  bir diğer tarafta da uzakta yaşayan insanlar var ve  yaşananların objektif fikirlere yansıyıp yansımadığı soruları ise kimsenin aklına bile gelmiyor..

Sizi arabayla ezmek için üzerinize doğru hızla yaklaşan sürücüye doğrulttuğunuz silahınızı ateşlemek için tereddüt ettiğinizde , araçtaki sürücünün sizi öldüreceği gerçeğini sizler yaşamamış olabilirsiniz!

Yabancı insanların , dünyanın herhangi bir köşesindeki günlük yaşamları içinde onlara medya tarafından gösterilenler, anlatılanlar kişilerin kafalarında belli bir imaj oluşturmaya neden oluyor. . Dünü, bugünü çok ta net olarak bilinmeyen, bir soruna uzaktan bakmanın getirdiği yargılar mevcut.

Her şahit olunan sahnede , o sahnenin öncesi ve sonrası olduğunun , hatta bütün olarak kocaman bir hikayenin sadece bir anlık görüntülerine göre hüküm verdiğinizin farkında bile değilsiniz. Anlatmak istendiğinde artık dinelemek bile istemeyecek kadar dolusunuz. Kulaklarınızı tıkıyorsunuz..

Anne babalarının ellerinde sorumsuzca yetiştirilen Filistinlilerin, kendi hayatlarından  bizzat kendilerinin direk sorumlu olabileceklerini düşünmeyen başkaları, karşıdan bakarak anlayamadıkları bir kültür yapısını kendi açılarından, kendi ahlaki değerlerine göre değerlendiriyorlar .. Akıllarındaki gerçeklerin sadece kendi bakış açılarına göre çıkan bir sonuç olduğunu, gerçeklerin kendi düşündüklerinden çok farklı olduğunu bilmiyorlar .

Hamas tarafından  kullanılan , propaganda aracına dönüştürülmüş küçücük çocuklar söz konusu olduğunu bilmeyenlerin , bilmek istemeyenlerin dünyasında kime laf anlatıyorum bilmiyorum..

Holocaust sonrası, kaçtıkları eski kitadan mavna gemilerle Tel Aviv kıyılarına ulaşanların tek ümitle geldikleri kutsal toprakların, Arap ülkelerinden 1948'de Israel Devleti'nin kuruluşuyla, mallarına, mülklerine el konularak kapı dışarı edilmiş yahudilerin Israel'in sahipleri olmadığını düşünüyor dünyalılar!!! Onları kendi ülkelerinde görmek istemeyenler Israel Arapların diyor . Avrupa'da Shoah'yı yaşattınız!!  Afrika'dan, Irak'tan kovdunuz?? Bu kez ne istiyorsunuz? Araplar ödün vermeğe hazır değiller!! Ne bekliyorsunuz?

Israel'de hiç bir arapla konuştunuz mu siz?  Halbuki onlar , Yahudi Devletinde , hiç bir Arap ülkesinde olmadıkları kadar serbest konuşurlar burada. Çıkarırlar Filistin bayraklarını , yürürler meydanlarda.. Korkusuzca haykırılar fikirlerini her yerde ( Ne güzel ki böyledir ) " Tüm Israel " bizim derler yüzümüze karşı!!!  Akko'daki Araba, Haifa'nın eteklerinde özgürce yaşayan Araba sorun. Bu toprakların hepsi bizim der buradaki Araplar. Tel Aviv, Akko, Asdod, Haifa.. farketmez!!

Yahudilere ödün vermek istemezler, hiç bir hususta ...

Sonra barıştan konuşurlar.. Dışarıda 67 derler, içerideyse 48....

"Çocuklarını bizi nefret ettiklerinden daha çok sevdikleri günler geldiği zaman Araplarla barış yapmamız mümkün olacak demişti ...Golda Meir (Z' L ) !!



Batya R. Galanti

1 Ağustos 2020 Cumartesi

 Ne sağ ne de sol. .



Şu anda Israel'de en çok ne konuşuluyor? Annexatıon, yani İlhak mı? Sanırım ;" Hayır!"

Israel'de şu anda Covid-19 ve onun getirdiği ekonomik çıkmaz, işsizlik, parasız kalmış insanlar, demokrasi adına yürüyüşler, bağıranlar, ayaklanan kimi binler konuşuluyor..

Bir yandan kendi çıkar hesaplariyle sadece koltuk kavgaları adına hareket eden politikacılar diğer tarafta seçimle deviremediklerini media yoluyla devirmek için hesapsız her türlü imkanı kullanan basın.. İki tarafın kavgası arasında kalan bir halk ve bölünmüşlük!!!

Bir tarafta Israel'e dış ülkelerde artan muhalefet ve nefret.. Diğer tarafta ülkenin içeride girdiği karmaşa.. İnsanların bir bölümü Covid-19'un getirdiği global krizin karşısındaki savaşı belli bir anlayış içinde atlatmaya bakıyor. Devlet krizin başından beri bazı yardımlar yapmaya çalışıyor. Önümüzde belki de daha da zorlu günler bizi bekliyor. Bütçe'nin meclis'ten geçeçememe ihtimali yeni bir seçim olasılığını yeniden doğuruyor. İlk kez binlerce insan her gece sokakta.. Kimileri parasızlıktan, kimileri Netanyahu'nun gitmesini istedikleri için..sesler çok, patırdı çok, fikirler çok, insanlar arasında antlaşmazlık çok.. Her kafadan çıkan ayrı sesler var!! Israel'e geldiğimden beri ilk kez böylesi bir durum yaşıyoruz..İlk kez bu kadar ayrı düştü insanlar.. İlk kez ayrı nefes alır gibiyiz. İlk kez bu derece ayrılık oldu. Uçurum artıyor!! Kimilerine göre ancak sağ bu ülkeyi açığa çıkartabilir, ancak sağ ülkeyi düşmanlardan koruyabilir. Kimilerine göreyse ancak ülke demokrasisine zarar vermeye başlayan bir güruh olarak gördükleri Netanyahu görevinden ayrılırsa herşey yoluna girmeye başlayabilir...

Ne biri, ne diğeri tam olartak haklı bence.. Bu ülkenin ihtiyacı olan lider ne bir tarafta ne de diğer kanatta mevcut!! Şu an Israel , ülkeye yeni bir nefes getirebilecek bir lider yetiştirememiş  olmasının verdiği boşluğu yaşıyor. Sağ ya da da sol!



Batya R. Galanti










30 Temmuz 2020 Perşembe







                                                Israel'de iklim çok mu sıcak?
             



  Geçtiğimiz haftalarda Türkiye'den son zamanlarda göç etmiş bir çocukluk arkadaşımla buluştuk. Evimin yakınındaki bir park'a götürdüm onu.. Vızır vızır arabaların geçtigi anacaddeden girilen dar bir patikanın sonunda vardıgımız bu yerde, kendimizi bir anda son derece tenha bir parkta bulunca, arkadaşım şehrin tam orta yerinde,  incir, zeytin ve daha bir sürü meyve ağaçlarıyla, palmiyelerle dolu, yemyeşil çimlerle en az bir iki kilometre devam eden doğayla insanı yaklaştıran bu yere bakıp şaşırdı bir an;  "Ah ne güzelmiş burası, inanamıyorum,! Bu kadar güzel bir park beklemiyordum ?!! " dedi. Böylesi huzur veren, sadece kuş cıvıltılarının duyulduğu, sizde sanki bir anda şehrin tamamen dışına çıkmışsınız izlemini uyandıran, son derece kırsal bir manzarayla karşı karşıya bulunca kendini..  Biz, çocukluğumuzda yaşadığımız kozmopolit şehirde doğayla baş başa kalabilmek için önce İstanbul'un dışına çıkmalıydık. Burada pek öyle değil. Oturduğum yerin hemen bir kaç kilometre ötesinde deniz ve olabildiğince uzanan bir kumsal ve evimin yanındaysa her bir tarafta  bir çok yeşillik alanlar vardir. Ve bu beni son derece mutlu eder. Doğayı çok seven biri olduğum için , yeşile, maviye ulaşmamın zor olmaması beni hep memnun etmiştir.


O gün ikimiz çimlerde oturup bir şeyler içip biraz İstanbul'dan , biraz arkadaşımın yeni göç hayatından bahsederken bana;  " Off burası da çok sıcak ama" dedi.. Hahaha güldüm.  Dur bakalım hava cennet dedim. Sıcakları bekle sen.. Daha haziran ayının sonlarıydı..Ve Israel'de haziran sonuna kadar havalar sıcak olmaz. Bunaltıcı havalar temmuz'dan sonra başlar. Ve bunun esas sebebi de sıcaktan çok yüzde doksanlara varan nem oranıdır.
Bizim Türk Yahudi Cemaatinde hep Israel'in havasından bahsederlerdi. Aman çok sıcak, aman cehennem gibi falan!!  Bazen Israel'e göç edip Türkiye'ye geri dönenlerin, Israel'in iklimine alışamadıkları için bu kararı aldıklarından bahsedilirdi. Bana biraz mazeret gibi gelirdi bu. Ama aslında çok sıcak ya da çok soğuk bir ülke'de yaşamak belki de gerçekten zor gelebilir insana. Bana ise Israel'in en sevdiğim yönlerini sorsalar sanırım, birinci şey, bir çok insanın tersine iklimi derdim.. Senenin belki iki üç ayı biraz bunaltıcı olsa da , (o da klimalarla halledilebilen bir sorun) geri kalan aylar sanki cennet gibidir burada. Sanki hep baharmış gibi bir his verir insana. Israel'de her daim bir tatil yerinde, yazlıktaymış gibi bir hisle yaşar insan.. Ilıman havasını yansıtan ortamı, her mevsim sörf yapanlar, şehrin ortasında bikiniyle gezen genç kızlar, kadınlar, bermuda pantalon parmak arası terliklerle matkot oynamaya giden genç çocuklar,  neredeyse her zaman masmavi olan bir gökyüzü, senenin neredeyse her günü kumsalda yapabileceğiniz yürüyüşler insanı yaşama bağlayan şeylerdir bence...



Arkadaşımsa . daha da mı sıcak olacak?? Yapma ya!! deyince güldüm..Yaz gecelerinin nefes alınması zor havalarını soluyacağı zaman beni anacaktır...

Aklıma birden çocukluğumda İsrael'e ilk yaptığımız seyahat geldi. O seyahati teyzemlerle beraber yapmıştık. Kuzenlerimle Israel'e gelmek benim açımdan daha bir eğlenceliydi. Çok heyecanlıydım. Ve o sabahı çok iyi hatırlıyorum..çocuklar hep birlikte valizlerin yanında bekleyişimizi ve gülüşmelerimizi.. Annemse o seyahatte hep babamın ilk gece sıcaklardan paniklemesini hatırlar güler.  Uçak Tel Aviv Ben Gurion Havaalanına indiğinde yolcular uçağın içinde yavaş yavaş çıkışa doğru o dar koridor'da ilerlerken, ( ki yine bir temmuz ayıydı )  anneme dönüp; " Bir an önce çıksak fena olmayacak burada hava yok" dediği an , arkasından bir adamın, " Burası mı sıcak, sen uçaktan çık ta sıcak neymiş o zaman gör"  sözünden sonra aynı gece babam amcamların evinin yatak odasında yataktan kalkarak gece birden" Suzi ben nefes alamıyorum" diye paniğe girdiği anlarda annem ona: " Saçmalama ve hemen yat! 6 milyon kişi nefes aldığına göre sen de alırsın!!" deyince babam kendine gelmiş.. Hahaha bazen panik yaşayan birisine sanırım tokat gibi kesin bir dille konuşmak daha etkili olabiliyor..

Bense 24 sene evvel göç ettiğimde, o ilk yaz gibi akşamlarda Israel'i ne kadar sevdiğimi düşündüğümü hatırlıyorum. Buradaki o ilk zamanlardan, bir Aralık ayı akşamında anneme yazdığım satırlarımda,  küçücük bir odada, geleceğim hakkında hiç bir şey bilmediğim halde, kendimi zamana  teslim ettiğim ve sadece anı yaşadığım o günlerde, açık pencereden üzerime esen ılık rüzgarı anlattığımı hatırlıyorum . Hayatımda ilk kez bir Aralık ayında kolsuz bir bluz, incecik bir etekle oturduğum yerde ibranice çalışıyordum. O an ne tek başıma olmak ne belirsizlikler umurumda bile değildi. Yanınızda iken sizi yanlız bırakanların yerine  tek kalmak daha rahat olabiliyor bazen.. O günlerde geceleri 10:30'ta tek başıma indiğim kumsalda yürürken Israel'den başka bir yere artık gitmeyeceğimi biliyordum. Kulağımda  Michael Bolton'un sesi çınlarken kimi anlar birden hızla koşmaya başladığım o kumsalda Tanrı'dan bu ülke'de kalmam için geçerli bir sebebim olmasını dilemiştim.

Şu ansa artık hava yeterince sıcak! En az Eylül sonuna dek bu sıcaklar son hızla devam edecek.. Corona'lı günlerde Israel'de polis artık kimseye acımıyor, sıcak, nem ve cefa fark etmiyor..maskesiz gezenlere artık ceza kesiyorlar.. 500 şekel!! Denizlerse şimdilik meduza yani deniz anası ve Corona  kaynıyor, bu yüzden şimdilik olan sebepler yüzünden yapacak pek fazla bir şey yok.. Gökyüzü ise her zamanki gibi masmavi.. Güneyden en kuzeye  tüm Israel boyunca uzanan kumsallarsa, gün batımının ardından yürüyüş için hep ideal. Yaşadıkça korumaya çalıştığımız ümidimizse herşeye rağmen gelecek yıla kadar daha güzel günlerin hayaliyle insanları bir anlamda ayakta tutmaya devam ediyor.





Batya R. Galanti































29 Temmuz 2020 Çarşamba

Dikkat sorunum ve ben




                                                                                   
Okuduğum kitabı bir an kenara bırakarak düşünüyorum. Bir süredir  yavaş bir tempoda okumaya devam ettiğim kitabımı. Bir gecede kitap bitirip ertesi gün bir yenisine başlayanları kıskanmıyorum dersem yalan olur. 

Bundan yaklaşık bir yıl evvel kızım liseyi " takdirle " bitirdiğinde ne kadar da heyecanlanmıştım ben. Halbuki Danielle'ın ilkokula başladığı ilk günleri anımsıyorum ; " Aman Allahım şimdi yedim ayvayı  bu kız da aynı benim gibi!! demiştim! kendi kendime .Okulun ilk günü öğretmeninin verdiği bir kaç matematik alıştırmasını yapması için ona: " Danduş hadi gel , istersen matematiği beraber yapalım derken bana nasıl baktığını hiç unutmam. Ortası cam sehpanın altında yerde yatarken, her zamanki yarı muzip yarı bana ne gibilerinden bir ifadeyle benimle dalga geçer gibi sırıtıyordu.  Ona kızmak istemiş ama kızamamıştım. Nasıl kızabilirdim ki. Ben de aynı onun gibi değilmiydim.
Kızım üçüncü sınıfa gitmeye başladığında bazı şeylerin olduğu gibi devam etmesinin imkansızlığını  görerek onu özel bir test için bir merkeze götürmüştüm. Bu testin adı TOVA idi. Çocukta  belli bir dikkat sorununun olup olmadığını gösteren, bilgisayar oyunu gibi bir şeydi bu. Gerçi kızımın bir dikkat sorununun olduğunu anlamak için teste ihtiyacım yoktu . Ama okuldaki durumunu belirlemek ve ona gerektiği gibi yardım edebilmeleri için gerekliydi bu test.



Bugün ortalama olarak çocukların %11'de görülen " Hiperaktivite ve Dikkat Eksikliği " bozukluğu  ben çocukken yani bundan otuz kırk yıl kadar evvel doktorlar dahil olmak üzere insanların büyük çoğunluğu tarafından pek tanınmayan bir sorundu. Benim okul hayatım  boyuncaysa  iki tip talebe mevcuttu. Biri çalışkan diğeri tembel. Tembel çocuklar öğretmenleri tarafından zaman zaman kimi alt sınıflara da ayrılabiliyorlardı. Yani bu çocuklar, aptal,  yeterince çaba harcamayan, sorumsuz olarak türlü şekillerde  adlandırılabiliyorlardı. Bu tip ifadelerle tanımlananbir öğrenciyseniz eğer zamanla temel sorununuzdan başka,  toplumun bilgisizliğinin, cahilliğinin, insafsızlığının bir neticesi olarak alnınıza bizzat hocalar ve kimi öğrenciler tarafından yapıştırılan etiketler ve on yargılar sonucu başka problemlerin de dikkat sorunuyla birlikte ortaya çıkması  mücadelenizin boyutlarını da aynı oranda büyütebiliyordu. Yani Dikkat Sorunu yetmezmiş gibi, endişe sorunu ve güven eksikliği gibi kimi ek sorunların oluşması da kaçınılmaz bir netice olarak ortaya çıkabiliyordu.

Bugünse çoğu şey farklı artık. Gelişen dünyada bilginin, bilincin getirdiği kimi avantajlar sayesinde bazı problemler geçmişe nazaran  daha az sorun oluyor.

Kızıma okul hayatı boyunca ders yapması konusunda hiç bir şekilde baskı yapmamaya gayret ederken , tökezleye tökezleye bitirdiği ilkokuldan sonra onun için eğitim hayatı gittikçe büyük bir yükseliş ve başarıyı getirdi.  Sanırım baskıyla, tehditlerle, hakaret etmekle bir yere varılmadığını bilinciydi benimkisi. Bana yapılanları ben kızıma ve bir kez daha kendime yapmak istemedim. Ve bu tutumumun ödülünü zamanla aldığıma inanıyorum. Anlayışın ve sevginin herşeyin ötesinde olduğundan emindim. İyi notlara varana kadar kattedilecek yolda çocuğumun mutluluğu, huzur ve güveni için gereken ortam benim yaşadıklarımdan farklı olmalıydı. Ve neticede tabii ki bu sadece benim anlayışım değil, ailesinden ve çevreden  ihtiyaç duyduğu destekle birlikte"  onun elde ettiği kendi başarısıydı " mutlaka..

Benim kızım belki de Dikkat Sorunu yaşayan çocuklar arasında şanslı olan bir yüzdenin içinde (Çocukluklarında Dikkat Sorunu teşhisi konulan insanların yaklaşık üçte biri olgunluk çağına doğru bu sorunu aşıyor ) Kızımın geçen yıllarla birlikte dikkat sorununu bir ölçüde aşmış olması da bir şans mutlaka. Bense kitabımı bıraktığım yerden okumaya devam ederken oğlum odaya girdi.  Bana bir şeyler sordu.. Ardından mutfağa gittim kendime güzel bir sandwich hazırlarken çocukluğumda da ödevlerimi yaparken ne kadar sık mutfakla, özellikle de buz dolabilyla odam arasında mekik dokuduğumu hatırladım.. Ve yeniden odama döndüm ve geçen gün başladığım, yarım kalan bir yazımı bilgisayarda açtım. Arada kitaba yeniden ara vardığımın farkındayım. Ama bir dakika, gözlüklerim nerede ?  Mutfağa giderken çıkarmıştım . Masamın üstünde değiller. Gerisin geriye mutfağa  gittim. Orada da yoklar. Salonda dolanıyorum. Eşim  " Sen yine bir şeyleri arıyorsun!"  Ben " Yok yok!!" Alıştım artık..sessiz sessiz aradığımı bulana dek çıldırırım biraz.. sonra bulup yerime otururum..sözde kimseye çaktırmam..

Ben çocukken ne zordu benim için ödevler, sınavlar.. Nasıl da bunalımdı..Gerçi ödevleri , sınavları kim sever ki? Kaç öğrenci bunlardan büyük haz duyduğunu iddia edebilir? Fakat benim için hayat kesinlikle daha zordu.. Hatırlıyorum , evimizin  kocaman kütüphanesinin bulunduğu girişte ders çalışırdım çoğu zaman  ( küçücük odam yerine!! ) . Masanın üzerinde açardım defterleri kitapları...Örneğin herhangi bir sınava hazırlanırken kitapta işaretli olan sayfaları gözden geçirirdim önce. En baştan bu iş gözümde büyürdü. Okumaya başlardım. Her defasında imtihana en iyi şekilde  hazırlanmaya kesin kararlı olurdum. Ama ne kadar iyi niyetle okumaya başladığım önemli değildi aslında. Özümde öğrenmeyi sevmeme ve gerçekten meraklı bir insan olmama rağmen bir şeyler tersti.  Okuduğum cümlenin başından sonuna gelene dek kelimeler arası sanki bağlantı kopukluğu yaşıyordum. Sanki gözlerimden beynime resmedilen bilgi bir hücreden diğerine iletilirken sorun varmış gibiydi.  Ya da cümlenin içindeki  kelimeler birbirinden özgür bir şekilde havada asılı kalır gibi bir durumdu bu. Aynı cümleyi bir kaç kez okurken çoğu zaman aklım farklı şeylere, farklı yerlere, konulara  kaymaya başlıyordu sonunda. Ya cümle içinden çıkan anlamın çok dışında kelimeler ben de farklı farklı şeyleri çağrıştırıyor ya da o an çevremde olan şeyler, minimal tıkırtılar, sokaktan geçen bir satıcının sesi, bir çocuk ağlaması , komşudan gelen bir haykırış, bir müziğin inceden inceye tıngırtısı beni bambaşka yerlere taşıyordu çoğu zaman . Bir paragrafta uzun uzun oyalandıktan sonra tekrardan " Dur bakayım daha kaç sayfa çalışmam gerek?" diyerek kontrol ederdim.  Bu işlemi sanırım bir kaç dakikada bir yinelerdim. Belki bazı şeyler kendiliğinden değismitir diye. Ve sonunda girdiğim sıkıntıdan , bir yerde sessizce oturup okumaya devam edememekten dolayı  hep aynı şey tekrar ediyordu, yerimden kalkarak başka şeyler yapmaya, başka şeylerle ilgilenmeye, oyalanmaya, zamanı öldürmeye başlıyordum hep!

Sanki bir an otuz yıl evveline döndüm, gözümün önünde canlanıverdi formika masanın üzerinde bir yığın defter ..önümde tarih kitabı.  Sınava çalışıyorum !!  ; "  Avusturya ordusu hakkında bilgi almak için Haçova’ya bir öncü kuvvet gönderdi. Öncü birliğin yenilgiye uğraması üzerine derhâl harekete geçen,,,,, "Paragrafı okumaya devam ederken , benim aklım ne Osmanlı İmparatorluğu'nda ne savaşta.. Aklıma Hitler'in Avusturya kökenli olduğunu bir yerlerden duymuş olduğum geliyor..
Dur bir bakayım....Her zaman olduğu gibi arkamdaki kütüphane'den Larousse ansiklopedisine elim gidiyor, açmış arıyorum Hitler nerede doğmuş? .. Avusturya sınırları içinde .  Oradan Avusturya'nın yüzölçümünden folkloruna kadar varmışım..   Hay Allah!!!  Canım sıkılıyor ders uzuyor, hiç bitmiyor ki. Akşamı bulduğum zaman çalışmam gereken sayfalarca tarihin  belli bir bölümünü bir şekilde okumuşum  Arada hiç bitmeyen oturup kalkmalarımla birlikte aklımda neler kaldığını bilmiyorum ama kendi kendimi kalan sayfaları ertesi gün sınav öncesi tenefüste, tüm patırdı, gürültü arasında bir çırpıda okuyacağıma dair ikna ediyorum. O da nasıl olacaksa?!!

Sistem büyük oranda ezbere dayalı olunca benim gibi kişilerin işi çok daha zordur.

Bugün, Israel'de çocukların yüzde 50'sinden fazlası eğitim sistemi içinde geçtikleri  özel  testlerden çıkan sonuçlara göre okul tarafından onlara verilen kolaylıklar ve tanınan kimi imkanlar sayesinde yaşadıkları  bazı zorluklar onlar için bir handicap'e dönmeden liseyi tamamlayıp yüksek eğitime devam etmeleri mümkün oluyor. 

Sonuç olarak  bazı kişilerin beyinlerindeki kimi noktalarda olan kimi işlev bozukluklarının bu insanların başarılı olmalarında bir sorun oluşturmayabilir. Kısacası  çarpım tablosunu ezberden anımsayamayan bir kişinin bu sorunu Bilgisayar Mühendisi olamaması için bir engel değildir.
Bugünkü bir çok ileri ülkelerdeki bilinç farkı  toplumları ve bireyleri daha ileri yerlere taşımaktadır.. Toplum bilinci bireylerin başarısında çok önemli bir itici güçtür.
Çocukluğumda bir çok eğitmenin küçümseyerek baktığı, tembel olarak adlandırdığı gençlerin arasında her biri gerçek birer kayıp olarak görülmesi gereken çok değerli insanlar vardı mutlaka. Çünkü bu öğrenciler içinden bir çokları eğitimlerini yarıda bırakarak kendilerini belki de daha zor bir hayatın içinde bulmuşlardı .

Fakat tüm önemli gelişmelere rağmen dünya geneli açısından  bence yapılması gereken, değişmesi gereken hala çok şey var.

En farklı ve en iyi eğitim sisteminin Finlandiya'da olduğu söyleniyor. Demokratik ve insancıl olduğu kadar gereksiz baskıdan, rekabetten uzak, öğrencinin ve eğitmenin mutluluğunu ön planda tutan, gereksiz ev ödevlerinden kaçınan ve günlük yaşam içinde gerekli becerileri talebelere öğreten , bireysel gelişimi herşeyin önünde tutan bir sistem mevcut deniyor Finlandiya'da..

Dünya genelinde ise  21. yüzyıla girdiğimiz on yıllarda gözlenen en büyük değişim ilk kez 1955 yılında piyasaya sürülmüş olan Ritalin ve daha sonra çıkan Concerta gibi beyindeki merkezi sinir sistemini direk etkileyen türde ilaçların her geçen yılda kat ve kat artan kullanımıdır.
Küçücük yaşta çocukların beyinlerine direk etki yapan bir ilaçla tedavi edildikleri günümüz dünyasında belki gerçekten bazı hiperaktif çocukların ve yakın çevrelerindeki insanların hayatları daha kolaylaşmış gibi görünüyor.

Evet Ritalin bir çok çocuğun okul hayatını mucizevi bir şekilde değiştirmiş gibi görünse de  bu ilaçların zamanla ortaya çıkan daha karanlık yüzleriyle bilinmeyen yan etkileri ve uzun vadede kimi insanların hayatlarını çok olumsuz yönde de değiştirebilecekleri gerçekleri aslında çok az konuşuluyor, Bir hapın bir anda gerçekleştirebldiği mucize sanırım öğretmenler ve veliler için büyük bir cankurtaran olarak görülüyor.Ancak ben diyorum ki çok ağır bir dikkat sorunu olmadıkça çocukların ilaçla tedavisine sıcak bakmamak lazım. Silaha, savunmaya harcanan para eğitime ayrılırsa kurulacak daha iyi bir eğitim sistemi bu çocuklara daha başarılı bir hayatın kapısını açmakta yeni bir yol olacaktır..

Akşam uykuya dalmadan elime yeniden aldığım kitabımın 372. sayfasında   Yuval Noah Hararı şöyle diyor.. "Son yıllarda psikologlar ve biyologlar insanları neyin mutlu ettiğini anlamak için bilimsel araştırmalar yapmaya başladılar.. Para mı aile mi?......

Kitabımı yeniden kenara koydum ve uyumadan önce tekrardan düşündüm.. İnsanın mutluluğu önce kendini sevebilmekle başlıyor.  Dikkat sorunumuzla, zayıflıklarımız, zaaflarımız,  bedenimizdeki iyi ve kötü her yönümüzle , içimizdeki kocaman sevgimizle , olumlu ve olumsuz tüm  özelliklerimizle öncelikle kendimizi sevebilmekle ve kendinize kimi eksikliklerimize rağmen güvenmekle başlıyor ... gerisi zaten kendiliğinden gelir gibi....




Batya R. Galanti









27 Temmuz 2020 Pazartesi








       

                                                Bana bir daha seçim demeyin!!!




Son günlerde sıcaklık iyice arttı. Nem oranında olan yükselmeyse maskeyle dolaşmayı gittikçe zorlaştırıyor; bu durumda ıslanan yüzünü insan bir an havalandırma ihtiyacı duyuyor. Yoksa maske yarardan çok zarar verebilir gibi. Dışarıdayken sık sık  hafiften indiriyorum, etrafımda başka insanlar olmadığı zaman.. Dün iyice artan sıcaklıkta yürüdüğüm bir kaç dakika içinde terleyen yüzümü örten maske tam bir cehennem gibiydi .. Geldiğim binadan içeri girdiğimde küçücük asansörün içine girerken arkamdan kapanan kapıyı bir an birisinin tuttuğunu hissettim, orta yaşlı tıknaz bir adam asansöre birlikte binmek isterken, ona dönerek ben iki kişi binmiyorum, istersen sen bin dedim ve dışarı çıktım.. Adam ağzında aksilenir gibi bir şeyler mırıldandı  Ben merdivenden çıkarım dedim. Kimseyle uğraşamam. Yarım metre karelik asansöre maskesiz binmeye çalışan birine neyi tekrarlayacağım. Günde iki bin kişinin daha Corona'lı olduğu tespit edilen bir ülke'de birileri hala bir şeyleri anlamamışlarsa sorun var demektir...

Akşam yürürken bir yürüyüş grubu yanımdan geçti, hepsi aynı formayla birlikte yürüyüş yapan orta yaşlı bir grup insan; hem yürüyorlar hem  bağır çağıra konuşuyorlardı. Politikayı tartışıyorlardı. O parti , şu parti.. Seçim olursa ne olur??!!! Ne seçimi?? Yeniden seçim konuşuluyor.. Tanrım ne olacak bu ülkenin girdiği bu açmaz??

                              Yeruşalayim'deki hükümet karşıtı göstericiler arasından üstsüz bir kadının isyanı

Daha dün kuruldu bu yeni çarpık hükümet... Daha dün üç tane seçimi arkamızda bıraktık. Tarihin en büyük, en anlamsız en çok bakanlarını çıkardığı hükümeti kurmak için üç kez sandığa gitti insanlar. Hiç birinin yeterince halkı düşünmediği bir politik çevreden çıkan biri sürekli zan altındaki bir başbakan, diğeri kendi konuştuğunu kendi kulakları duymayan, politikadaki tecrübesizliğini her gün alenen belli eden ve dün acikca ; " Her geçen gün politikayı biraz daha öğrenmeye çalışıyorum."  diye konuşan Gantz; Mavi Beyaz partisinin başkanı.süs bitkisi misali yakışıklı komutan Gantz ve geri kalanla devam eden kakafoni!!

İlk dalgayı rahat atlattık diye insanların bir zafer günü ilan etmedikleri kalmıştı. İkinci dalga ( ya da devam eden aynı dalga )  çok beklemeden geliverdi. Sebepları belli.. Dün benimle minicik bir asansöre dip dibe binmek isteyen adam gibi aptallarla, umursamazlarla, sorumsuzlarla dolu olursa bir ülke olayın daha başında iken herşey bitmiş gibi davranılirsa  sonuçta bir an için sönen ateşin kıvılcımları kolayca yeniden alevleniverir..

Bugünlerde ülke hiç olmadığı kadar bölünmüşlük ve adeta bir kaos içinde. Bir yandan acil durum hükümetinin adam gibi işleyememesinin getirdiği açmaz var . Bir an verilen karar biraz geçmeden iptal ediliyor. Bir an karantina deniyor ve daha bir saat geçmeden herşey serbest bırakılıyor.. Ve tüm bunların neticesinde verilen yanlış kararlarla alevlenen salgın insanı tam bir karamsarlığa itiyor.

Geçtiğimiz günlerde optometrist'e uğramak için gittiğim alışveriş merkezlerinden bir tanesinin durumu beni çok üzdü.  Ani çıkan bir krizin ekonomiyi nasıl göçerttiğini gözlerimle görüyorum, bir çok dükkan kapanırken, bir diğerleri çoğu zaman bomboş..kafeler, restoranlar tenha..şehrin merkezinde dolaşan insanların sayısı çok düşmüş durumda.. Yaşlılar dışarı çıkmaktan korkarken, gençler işsiz ..


Her gün Tel Aviv'in ,Yeruşalayim'in merkezinde sanatçılar, restoran sahipleri, genç öğrenciler, asker sonrası aç kalmış insanlar polise karşı direniyor.. Bir kısım artık Netanyahu'nun yüzünü görmek bile istemiyor. Her gece ellerinde CrimeMinister yazılarıyla Hükümetin istifasını isteyen binler var ülkede..b
Başkası olsaydı ülkeyi daha iyi idare edebilecekmiydi bilmem. Corona günlerinde başbakan olmayı hiç bir politikacı özellikle arzu edermiydi onu hiç bilmem. Hükümetin açtığı yardım paketlerinin bir çokları için kaybettiklerini karşılayabilmesi mümkün değil..

Çocukluğumda Sağ Sol çatışmalarının orta yerinde bir şehirde büyüdüm, sokağımızda karşı görüşteki insanların birirlerini vurduklarına şahittim. Israel'de Netanyahu taraftarları ile solcu liberaller arasındaki düşünce ve tutum farklılıklarının gün geçtikçe büyüdüğünü hissediyorum. Bir tarafta politikacılar diğer taraftan medya'nın sorumsuzca davranarak insanlar arasındaki bölünmeyi artıracak şekilde davrandıklarına inanıyorum..

Halbuki bu kriz günlerinde gerçek ihtiyaç duyulan şey birlikteliktir. Dışarıdaki düşmandan çok daha kötüsü insanların içte birbirleriyle anlaşamamalarıdır.. Ekonomik zorluklar ortaya çıktığında politik ayrımlar da belirginleşiyor. Böyle zamanlarda çok daha sorumlu ve bilinçli davranmak gerekiyor.

Yeni bir seçimse hiç bir sorunu halletmeyecek mutlaka. Şu an için hükümette yer alan partilerin uyumlu bir çizgi için çaba harcamaları gerekiyor. Kendi kişisel çıkarlarını geride bırakmalarını beklemek hayal gibi.


Bir daha seçim olursa  oyumu  " Merkel " 'e vereceğim !!!!





Batya R. Galanti