1 Eylül 2016 Perşembe



                         İSTANBUL'DA BİR TURİST



Geçen ay eski bir dostumuz bizi ziyarete geldi. Willy! Her yıl eşiyle birlikte yazın bir ayını Israel'in kuzeyinde Naharıya şehrinde geçiren bu eski dostumuz Israeli çok seven bir Norveçli..
Her yıl hiç kaçırmadan yaptığı ziyaretlerde mutlaka görüştüğümüz bu özel insani seneler önce tamamen tesadüfi bir şekilde tanıdım..

1995 yılında Israel'de turist olarak gezdiğim günlerden birinde Yerushalayım'de Yad Vashem ( Holocaust ) Müzesini arıyordum ki ileriden kuzey Avrupalı oldukları belli olan iki uzun boylu sarışın genç adamın geldiğini gördüm. Bu iki insan turist olduklarına göre onlar da kesin Yad Vashem'e gidiyorlardır diye düşündüm ve yanlarına yaklaşarak onlara müzeyi sordum " Biz de oraya  gidiyoruz istersen bizimle gel dediler" ..derken onlarla birlikte  yürümeye başladım..
Tabii yolda nereli olduğumuzu ve Israel'de nereleri gezdiğimizi birbirimize anlatırken yavaş yavaş müzeye vardık..
O gün müze ziyareti boyunca Willy ve arkadaşı yanımdan hiç ayrılmadılar. Willy İnşaat Mühendisi iken arkadaşı Lübnan Barış Gücünde askerdi..
Müzenin Kafeteryasında devam ettiğimiz sohbetimizde Willy arkadaşının Israel hakkındaki önyargılarını kırmaya çalışıyordu. İlginç olanı üzerinde Magen David olan bu Norveçli adam Yahudi bile değildi.
O günün sonunda  otobüse binmeden Willy ile adreslerimizi birbirimize verdik..
İstanbul'da geçirdiğim o son kış Willy İstanbul'a geldi..
Zaten esasen anlatacağım şey de Willy'nin bu seyahatte başından geçenler..
Beni aradığı zaman kendisinin memnuniyetle turlarıma katılabileceğini söyledim..
İstanbulun güzelliğinden büyülenen Willy boğaz turunda grubuma katılmıştı.
Sonuçta dört gün geldiği bu kısa İstanbul macerasının onun için nelere mal olduğunu eşiyle birlikte bize yaptıkları son ziyaretlerinde   bol bol gülerek hatırladık.
Willy'nin İstanbul seyahati gayet güzel başlamış fakat karmaşık ve sancılı olaylarla son bulmuştu..
Evet İstanbulun kendine özgü güzellikleri yanında şehrin karmaşasının getirdiği alışılmadık şeyler bazen bir turistin başını son derece ağrıtabiliyordu..
1990'ların sonuna kadar İstanbul sokaklarının ne hallerde olduğunu az buçuk hepimiz anımsarız. Şimdilerde sanırım o zamanlarla mukayese edilmeyecek kadar bir düzen var artık caddelerde..
Benim çocukluğumda durum pek öyle değildi, İstanbul sokaklarında yürümek başlı başına bir cefaydı.  Hele kışın başlayan yağmurlarla şehri kaplayan çamurlardan sokaklarda neredeyse adım atmak  bile  zordu . .
İşte Willy'nin seyahati de gayet sempatik bir havada başlamıştı. Boğaz turu ve  İstiklal caddesinde götürdüğüm akşam yemeğiyle beraber İstanbul'un gizemli havası onun için Norveç'te alışkın olduğu ortamdan çok farklıydı.
Willy'nin İstanbul'da bulunduğu ikinci günün akşamı ben  evde iş dönüşü yorgunluğunu atmaya çalışırken  gece 10:00 civarı telefon çaldı.  Hattın  bir ucunda Willy " Hello Batya! " Evet nasılsın? nasıl geçti akşamın derken  bana " Pek iyi değilim, bacağımı kırdım! ..dedi.  Şu anda otel odasındayım , acaba yarın bir ara bana uğrayabilirmisin diye sordu çok büyük bir ricayla.. Tabii dedim,  Tabii mutlaka uğrarım..
Ertesi gün otelinde sadece kahvaltısı olduğu için ona öğlen dışarıdan yemek getirdim.
Otel odasına geldiğimde Willy'nin elinde kitap olduğu halde bacağını uzatmış çok mutsuz bir hali vardı..
Başından geçenleri anlattığında ağlasam mı gülsem mi bilemedim..
Akşam kaldığı otelden çıkarak normal bir turist gibi etrafta biraz gezinmek istemiş..

Tabii o zamanlar İstanbul metrosunun inşaat yıllarıydı. Taksim  Mecidiyeköy güzergahı inşaa halindeyken çevre civar normalde alışık olduğumuz kazıların da üstünde bir karışıklık içindeydi.  O da yetmezmiş gibi yok telefon hattı yok su borusu geçirmek gereği derken kimi ara yollar da tam bir  köstebek tarlasını anımsatıyordu. Ayrıca ara sokaklar  yeterince aydınlatılmadığı için de  buralarda gezinmek başlı başına bir sorundu.

Her şey bir yana, tek problem bu da değildi, İstanbul'da kazılan çukurların  kenarına bir uyarı işareti koymak alışkanlığı da yoktu hiç bir zaman. Bu da sanırım Belediye'den insanlara hazırlanan hoş süprizlerin bir parçasımıydı acaba ? :)

Kısaca Willy, Taksim'de tamamladığı turunun sonunda oteline doğru yürürken gecenin karanlığında biraz ilerideki  çukuru görememiş ve en az  bir buçuk metre derinliğe attığı adımla beraber bir anda kendini aşağılarda bir yerlerde bulurken bacağına saplanan sancıyla birlikte bağırmaya başlamış.. Oteline bir hayli yakın olduğunu tahmin ediyorum ki otelin çalışanlarından bir genç çocuk sesini duyup koşmuş .Yanında bir iki kişi daha Willy'yi çukurdan çıkarmışlar. Willy son derece kuvvetli sancılarla kıvranırken tabii ayağına kesinlikle basamaz durumda iken  otelden bir taksi çağırmışlar ve onu Taksim İlkyardıma götürmüşler..
Bundan sonrası nasıl söylesem tam bir rezalet.  Gerçi buraya kadar olan kısım da bir ülkenin kabul ettiği turiste sunduğu imkanlar ve şehrin genel hali açısından çok hoş bir tablo çizmiş değil fakat sonrası bundan da kötü.
Taksim Acile getirdiklerinde acilde bir yatağa koydukları Willy'nin yanına mavi gömlekli bir adam gelmiş.. Tahminim o saatte artık Taksim Acil'de doktorun bulunmadığı ve doktor yerine hademenin iş gördüğüydü.. Ayrıca etrafta kimse ingilzce konuşmadığı için Willy neler olduğunu anlamaktan uzak bir şekilde sadece insanların vücut dilinden olayları çözmeye çalışıyordu büyük ihtimalle.
Mavi gömlekli adam 10 yaşlarında bir çocuğu yanına çağırmış ve eline bir kaç kuruş  verek onu göndermiş. Bir kaç dakika sonra küçük çocuk elinde bir torbayla dönmüş. Mavi gömlekli Willy'nin ağrıyan bacağının paçasını sıvayarak getirdikleri alçıyı suyla yaptıkları bir karışım olarak bacağına sürmeye başlamış   ( .tabii hepimizin bildiği üzere bir yerinde kırık olan kişiye önce kırığın durumu hakkında tespit için röntgen çekilir ve arkasından alçılı suya batırılmış bir bandaj uygun şekilde sarılır )  Bu arada alçı yetmemiş , hademe çocuğa  işaret ederek eline bir kez daha para vererek çocuğu ikinci kez tahminen o saatte açık olan tek yer olan nalbura göndermiş yeniden  ve bu işlem üçüncü kerede ancak  tamamlanarak Willy' nin bacağına ekledikleri en az bir kaç kiloluk fazlalıkla oteline onu geri götürmüşler..
İşte o gün  bu halde adam oteline mıhlanırken tualete gitmek için bile bacağını kaldırmakta zorlanıyordu..  Ertesi gün kalkacak olan uçağına bu kadar ağır bir bacakla gitmesinin mümkün olmadığı ise açıktı..
Sabah  sigorta şirketiyle görüşmesinin ardından  havaalanına gitmeden evvel Alman Hastanesine giderek normal bir alçı yaptırabilmişti Willy.
Alman Hastanesindeki doktor alçıyı çıkarmak için bacağındaki bütün tüyleri de beraberinde yolmak zorunda kalmış ve eğer bu alçıyla bir kaç gün daha dursaydın sakat kalmaman için en az bir iki operasyon geçirmek zorunda olacağın kesindi demiş..
Biz çocukken İstanbul'un yolları bir çok zaman taşradan farksızdı, İstanbul'un en nadide semtleri,  güzeller güzeli villaların bulunduğu caddeler , boğazdaki en pahalı yalıların bulunduğu Yeniköy, Tarabya , Bebek gibi en güzel semtlerde dahi  yollar , kaldırımlar o lüksle uyumlu değildi hiç bir zaman.
Üç hafta önce Willy'yle İstanbul seyahatini andığımızda ona İstanbul'dan ayrıldığındaki izlenimlerinden geçen yıllarda İstanbul'daki olan değişimi anlattım.
Evet değişmeyen tek şey değişim ;  belki bugünkü Erdoğan Türkiyesi yeterince karışık ve güvenilmez olsa da sanırım yolda yürürken çukura düşme olasılığı yirmi beş sene evveline göre herşeye rağmen  daha azdır


Batya R. Galanti.