26 Nisan 2016 Salı




                                     
                            YAHUDİ NEFRETİNİN YENİ YÜZÜ




1939-45 Yılları insanlık için en büyük trajedilerden birinin yaşandığı yıllar oldu..

Tüm dünya devletlerinin bir şekilde etkilendiği tarihin en acımasız savaşında 50 milyondan fazla insan ölürken Yahudiler bu savaşı (Avrupa'daki ) nüfuslarının neredeyse üçte ikisini kaybederek geride bıraktılar.

Tarih boyu kendilerinden görmedikleri Yahudileri çok kez sınır dışı etmiş, kitleler halinde yok etmiş olan Avrupa bu kez çok ileri boyutlarda bir katliamın sorumlusuydu .

Almanya'da doğup gelişen  aşırı  milliyetçi  akımların getirdiği sonuçlar ( sadece yahudiler için değil ) ırkçılığın insanlığın  düşünemeyeceği kadar yok edici bir etkiye sahip olduğunun ispatıydı.

Bu da 1945 sonrasını izleyen yıllarda Avrupa'nın  bir savaş sonrası psikolojisi geliştirmesine neden oldu.

Yaşanan korkunç yıkımdan, yitirilen hayatlardan , yıkıntılarından yeniden doğan Batı'da  ayırımcılık ilk kez utanç olarak görüldü.. Yahudilere karşı olan nefret  ilk kez ifade edilmesi ayıp bir kavram olarak algılanmaya başlandı..Yaşanılan ve  yaşatılan korkunç olayların  yarattığı bir çeşit korunma psikolojisiydi belki de bu.; demokratik, liberal ," hümanist " , yeni avrupanın çizdiği yeni imajın bir parçası olarak ta açıklanabilirdi bu tutum.

Her şey dıştan değişmiş gibi göründü..

Aslında sadece bazı şeylerin  üstü örtüldü, gerçek düşünceler ve duygulara kısmen ket vuruldu.

Ve Batı Yahudilere 20. Yüzyılın ortalarından sonra içinde barındırdığı tüm azınlıklarla birlikte eşit olanakları verdi. Yaşananlar (bir şekilde ) geçmişte kalırken Fransa, İngiltere başta olmak üzere onları her alanda kabul etti. Kültürel ve ekonomik açıdan baktığımızda, Yahudiler yaşadıkları bu ülkelerde entegre bir hayat sürdürmekteler ..

Ancak her şeye rağmen, II. Dünya Savaşının ardından geçen 70 yılda yavaş yavaş kendini belli etmeye başlayan bastırılmış bazı gerçekler tekrardan  yüzeye çıkmaktadır.

Sonunda, esasen  hiç bitmeyen husumet tarih açısından  kısa sayılacak bir zaman  sonra kendini farklı bir yöne kanalize ederek  adeta bir mutasyona uğradı..

Bu mutasyonuun adı Israel düşmanlığıdır..

2000 yıllık bir sürgün hayatının ardından yeniden canlanan umudun kaynağı olan Israel ...

Yahudilerin tek evi, yegane teminatı olan Israel...

1948 yılında doğan  Yahudi Devleti , dünyada BM'in onayıyla kurulan tek ülke olma unvanına sahipken meşruiyeti bugüne kadar tartışılan tek devlettir...

Kurulduğu topraklarda yaşadığı sancılı doğumun etkileri hala süren bu devletin geçirdiği tarihi gelişmeler , savaşlar, çatışmalar insanlık açısından bir nefret kaynağıdır.

Israel'in haritadaki yerini bilmeyen , hangi koşullarda kurulduğundan haberdar olmayan ,  bu topraklarda bu devletin varlığından evvel kimlerin ne şartlarda yaşadıklarını,  Filistin adıyla anılan bu yerlerde Israel öncesinde ve sonrasında gelişen olayları okumamış ,  Filistin adının gerçek kaynağının nerelere dayandığı hakkında gerçekten fikri olmayan.   Israel'in ne  büyüklükte bir devlet olduğunu çoğu zaman  bilmeyen milyonlar bu devleti kurulduğu tarihten beri Araplarla olan çatışmaları yüzünden hiç sevmedi.

Vatan sevgisi her yerde en kutsal duygulardan biri olarak kabul edilirken ; bir Fransızın , bir Türkün bir Amerikalının millet ve toprak sevgisi kutsal bir olgu olarak  görülürken Yahudilerin vatan özlemi olan Siyonizm,yani Yerushalayım (Kudüs) 'deki Sion dağına dönüş özlemini ifade eden  Siyonizm Irkçı bir kavram olarak kabul edildi... ( BM tarafından 1975'te alınan bu karar 1991 yılında fesedildi)

Artık yahudilerin neden sevilmemesi gerektiğinin yeni bir ispatıdır  Yahudi Devleti ...

Sıkça insanlar şöyle der günümüzde " Ben yahudilere değil Israel'e karşıyım. "

Yani Yahudilere karşı değilim fakat bir vatan sahibi olmalarını benimsemiyorum.

Antisiyonizmin ya da diğer bir değişle Israel karşıtlığının antisemitizm olmadığı , bu iki kavramın birbiriyle kesinlikle aynı şey olmadığı iddiaları ise çok yaygındır.

Peki Israel Devletini eleştirmek  antisemitizmidir?

Eğer her şey basit bir eleştiri  ise neden eleştirilmesin, her ülke, her millet gibi..

Fakat bir devleti eleştirmekle demonize etmek yani şeytanlaştırmak, delegitime etmek arasındaki fark büyüktür.

Son yıllarda gittikçe artan düzeyde Israel karstılığı İsrael'i total bir yanlızlığa itme çabası bu şeytanlaştırmanın sonucudur.

Birleşmiş Milletler Kurumu başta olmak üzere Dünya Medyasının Israel'e karşı açıkça gösterdikleri  düşmanca tutumları ,  yahudi karşıtı duyguları da doğrudan ya da dolaylı olarak körüklemektedir..
Yahudiler yetmiş yıl aradan sonra tekrardan kendilerini tehtid altında hissetmektedirler.. Çünkü Israele karşıtlık çoğaldıkça Avrupa'da Yahudiler gittikçe daha çok saldırının hedefi haline gelmekteler..Bu da basın tarafından yürütülen sistematik bir beyin yıkamasının neticesidir.

Evet dünya basını anti -Israel bir propagandanın başrol oyuncusudur.

Her gün savaş ve terör içinde yaşamak zorunda kalan bir halkı eleştirmek çok kolaydır.

Batı kendi huzurlu sınırları içinde çağdaş devletler arasında yaşarken Israel'in kurulduğu günden bu yana karşı karşıya kaldığı yıkıcı zihniyetle nasıl zorlu bir mücadele içinde olduğunu anlamakta hem zorlanıyor hem anlamaya istekli görünmüyor.

Oysaki Israelin doğduğu  günden beri verdiği savaş bir çıkar savaşı değil tamamen bir varolma savaşıdır.

Dünya'da,  dört tarafı kendisini yıkmak için sonuna kadar  savaşmaya yeminli  düşmanlarla yaşamak zorunda kalan tek devlettir Israel..

Ortadoğuda Barışı sağlamak  adına  toplanan neredeyse her Birleşmiş Milletler Kurulu toplantısı ise  Israel'i kınama kararıyla sona ermektedir.
Dünyanın  en ciddi kurumlarından biri olan bu Uluslararası Örgüt ( tüm batılı ülkeler tarafından da kabul edilen  bir terör örgütü olan ) Hamasi dolaylı yoldan da olsa desteklerken Ortadoğunun tek demokrasisi olan Israeli Arap-Israel antlaşmazlığının tek sorumlusu olarak göstermeye devam ederken bölgede yıllardır bitmeyen çatışmaların çözümünde yapıcı bir tutum sergilemekten uzaklaşmaktadır.

1945 yılında dünya barışını temin etmek ve uluslararası alanda ekonomik ve kültürel işbirliğine öncülük etmek  için kurulan BM Örgütünün 193 üyesiyle birlikte  beş daimi üyesi vardır.
Bu beş daimi üyenin bu kurulu kendi çıkarları çerçevesinde istedikleri gibi yönlendirmek şansına sahip oldukları herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Kendi çıkarlarına uyan veya ters düşen kararları yönlendirmek şansına sahip ABD, Fransa, Rusya, İngiltere ve Çin'in veto hakları bulunduğu şekilde nasıl da bu kurum demokratik ve adil olabilir öncelikle?

İnsan Haklarının yerlerde süründüğü, kadınların neredeyse hiç bir hakka sahip olmadığı, küçük kızların sünnet edildiği, hırsızlık ve cinsel taciz gibi suçlardan hüküm giyenlerin uzuvlarının kesildiği, her yıl yüzlerce insanın infaz edildiği  Körfez ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri ve bilimum üçüncü dünya ülkeleri BM'lere sık sık sundukları önergelerle  Israeli eleştirmek ve kınamak şansına sahiptirler.

Son beş yılda 470.000 insanın katledildiği Suriye için hiç bir şey yapmayan BM Örgütü bu sürenin büyük bir bölümünü Israel karşıtı kararlar almakla geçirmiştir..
Rwanda'daki katliamlar, Çin'in Tibeti işgali, Darfur'da  2003-2010 yılları arasında öldürülen 400.000 insan, İran, Yemen. Irak gibi ülkelerde katledilen ya da  kaybolan insanlar , tecavüze uğrayan kadınlar BM için çok fazla ehemmiyet teşkil etmemekte olsa gerek ki 2015 yılında yayınlanan bir insan hakları raporunda BM 'in son dokuz yılda "tüm dünya ülkelerini "  toplam 55 kere kınarken  aynı süre içinde Israeli  61 kez kınamış olduğu açıklanmıştır.

BM'in yan kuruluşlarından biri olan ve 1948 Israel-Arap Savaşıyla  ortaya çıkan Filistin Mültecileri sorununa  ( ayrıca aynı dönemde Arap ülkelerinden sürülen yahudilere de yardımı öngörmüştür ) bir çözüm bulmak ve mütecilere yardım etmekle görevli olan UNWRA ise   Gazze'de Hamas'ın kendi amaçlarına hizmet eden bir örgüt haline gelmiştir. Bu şekilde BM sadece Israel'i her fırsatta kınayan bir örgüt olmanın dışında Hamas'a yani terör örgütüne destek vererek, terör destekçisi durumuna da düşmüştür.

2014'teki Gazze Savaşında  UNWRA binası yanından, Unwra'ya ait okuldan Hamas'ın Israel'deki sivilleri nasıl hedef aldığı  Israel tarafından çekilen görüntüler ve belgelerle açıkça ispatlanmıştı.
BM ise 2014'teki savaşta ölen 1500 sivilin tüm faturasını Israel'e çıkarmıştır.
Gazze'de insanların ikamet ettikleri yerlerde depolanan cephaneler,  hastanelerden Israel kuvvetlerini hedef alan ve yine buralarda saklanan  militanlar,  cephaneliğe dönüştürülen camiler, Unwra'nın ambulanslarıyla bir yerden diğerine aktarılan roketatarlar ve son olarak vurulacak yerleri önceden bildiren Israel'in uyarıları üzerine özellikle sivilleri tehtid ve silah zoruyla hedeflerde toplayan Hamasa'in  tüm işlediği insanlık suçları neredeyse konuşulmamıştır bile..

Ne BM ne de dünyanın belli başlı tüm medya kuruluşları Israel'in bu savaşta yaşadığı zorlukları,  sivil ölümleri minimuma indirmek için gösterdiği istisnai  gayreti anlamaya  hazır değildir.

Dünya medyası Israeli  her zamanki gibi yargısız infaza hazır bir köşede beklemektedir, adeta kedinin fareyi tutmak için beklediği gibi, nasıl olsa hiç bitmeyen bu savaş ve en adi taktikleri gözü kapalı uygulayanlar yeterince malzeme sağlamaktadır; dünyadaki  tüm sorunlara rağmen medya Israel'in suçlarına kenetlenmiş; her an bir askerin yanlış bir hareketi için pusuda bekleyenler ellerini ovuşturmaya devam etmektedirler.

Yanlış hareket eden her askerin Israel Askeri mahkemelerinde yargılanma konusu bu medya kuruluşları tarafından gündeme getirilmez çünkü tercih edilen haber  Israel Ordusunun acımasızlığıdır..

Gazze'de 12 yasındaki çocukların tatillerde yaz kamplarına gittiğini sanabilir Avrupalı saf bir vatandaş; basında hiç okumayacağı gerçekleri nasıl bilsin?
12 yasındaki çocuklar Gazze'de Hamasin terör eğitim kamplarına gönderilir, orada sistemli bir beyin yıkama ve komando eğitiminden sonra daha erişkinliğe ermeden  Israelli askerlere ve sivillere zarar vermek için saldırılarda kullanılırlar..
Aylardır Israel'de devam eden bıçak saldırıları da hiç durmadan yıkanan beyinlerin bir sonucudur.
Küçük çocukların şehit olmak için evden kaçtıklarını , yaşlı kadınları , 12-13 yasındaki çocukları bıçaklayacak kadar gözü dönmüşlüğü hangi basın anlatıyor Avrupa ya da ABD'de?

Gazze'ye her yıl yapılan milyonlarca dolarlık yardımın bir kısmının Hamasin azılı militanlarının cebine girerken kalanın teröre yatırılması ne BM'i  ne de dünya basınını ilgilendiriyor; gerçekleri yazmak nedense kimsenin işine gelmiyor..

2014'te yıkılan evlerin tekrardan inşaası Hamasin önceliklerinden değil, öncelik terör için ... şu anki hedef, önümüzdeki yakın bir zamanda Israele yeni saldırılar düzenlenmek için inşaa ettiği tünellerdir.

Bu tünellerde çalıştırılan küçük çocukların iş kazalarında sık sık ölmeleri ise yine dünyanın gündemine dogal olarak yansımiyor..

Ürettiği roketler için  harcadığı paralarla doyurabileceği, eğitebileceği çocuklar yerine aç, sefil ve kızgın bir nesil Hamas için  istediği kadar şehid mertebesine hazır militanlar demektir..

İnsanı hiç bir hakları verilmeyen Gazze insanı Hamas tarafından maşa olarak kullanılırken ölüm onlar için cennet ve hurilerle simgelenmiş..

Israelin varlığını kabul etmediği kuruluş bildirgesinde yazan Hamas ve bunu her fırsatta yineleyen liderleri....bu topraklardan 67 sınırlarına çekilene dek değil son bir tek yahudi kalmayacağı güne dek savaşmaya yeminli insanlar..

Dünya basını, aylardır süren bıçak saldırıları karşısında da Israel hakkında her zamanki olguyu oluşturmak için çalışmaya devam ediyor; bu olgu, Israeli hiç bir zaman saldırıya uğrayan değil hep saldıran taraf gibi göstermek çabasıdır.. Öldüren, katleden ,acımasız.....

The Guardian, France 24, BBC, Sky News gibi haber sitelerinin değişmeyen yayın taktikleri kitleleri kendi istedikleri gibi biçimlendirmek için  habere istedikleri şekli vermektir..
Örneğin 80 yasındaki Israelli kadını sırtından bıçaklamak üzere eğir yaralayan ve etrafına aynı bıçakla saldırmaya devam ederken  polis tarafından vurularak öldürülen Arap teröristi dünya basını ;  " Israel'de bugün  bir Arap daha öldürüldü...şeklinde bir başlıkla  geçmektedir..

2014 Gazze operasyonunun yolunu açan olaylarda da bu böyleydi;  Gazze şeridi sınırındaki Moshavlara,  yerleşim yerlerine gün gün atılan roketler neredeyse Avrupa basınında hiç yer almazken Israelin operasyonu tüm dünyayı ayağa kaldırdı..

Israeli Ortadoğuda develer ülkesi olarak tanıyanların  akıllarına Israel deyince  sadece Arap-Israel sorunu ve bölgedeki çatısmalar gelir.Insanlığa bu kadar çok katkıları olan bu küçücük devlet hakkında oysa bilmedikleri ne kadar çok gerçek vardır..

Acaba neden Israel Avrupa ya da ABD basınında Hi-Tech'teki başarıları, ilime ve bilime olan inanılmaz katkıları ile neredeyse hiç anılmaz.
Nasıl olur da  günlük hayatlarını kolaylaştıran bir çok şeyin altında  Israel Devletinin imzası olduğu bilinmez.

Bilgisayar ve iletişim alanında geliştirdikleri aletler ve programlar , kanser başta olmak üzere bir çok hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlar, emeray gibi tip makinelerindeki Israel adı kaç kişi tarafından bilinmektedir..

Yoksa Israel Devletini iyi  taraflarıyla anmak bu kadar mı zor?

Geçmişten bugüne  Yahudi düşmanı olanlar , kan iftiraları ve bilimum suçlamalarla onları bir yerden  diğerine sürenler bugün onları 2000 yıllık aradan sonra döndükleri  topraklarından da sürmek için  sevdalıdırlar..

Bu uğurda herşeyi yapmaya hazır olan 23 Arap ülkesinin arkasında yer alan BM ve dünya medyası savaşın propaganda tarafını üstlenmiştir..

Yahudi Devleti varoldukça bu savaş hiç bitmeyeceğe benzer...



Batya R. Galanti



20 Mart 2016 Pazar

KARAMSARLIĞIN GÖLGESİNDE BIR ÜLKE

 1983 yazının sonu idi, bindiğimiz ada vapuru Sirkeci'ye doğru ağır ağır yol alırken içimde hissettiğim  hüznü bugüne dek anımsıyorum.  Her yaz yaşadığım bu duygu  özgürlüğü, sevinci tatmış bir çocuğun küçücük bir kuş misali yeniden kafesine, esaretine geri konuluşunu hissetmesi  gibiydi..

Gün batımına yaklaşırken gökyüzünün kızıllığıyla birlikte geri plandaki o koca şehrin karanlığına doğru ilerlerken   her yaz sonu hissettiğim bu ağırlık beni  bu kez bir kat daha fazla  içine  çekiyordu..
Belki de o yazın bana verdiği büyük mutluluğu geride bırakmanın ağırlığıydı bu..
Camileri, minareleri ve bitmeyen insan seliyle ileride görünen devasa  şehir en az sekiz ay sürecek bir mahkümeyete geri götürecekti beni..

Yeni defterleri, yepyeni ciltli güzel kitapları,  yeni bir okul çantasını , o çok meraklısı olduğum rengarenk kalemleri,  bembeyaz sayfalara yazı yazmayı hayal ettim bir an, kendimi girdiğim melankolik duygulardan kurtarmanın yolunu arıyordum; fakat bir anda aklıma ödevler, sınavlar ve yeni başlayan okul dönemi geldi, içimdeki sıkıntının bir bölümü de bu değilmiydi zaten....

Geride bıraktığım ada ve geçirdiğim yazı düşündüm ; güzel bir rüyadan  hayatın gerçeklerine uyanış gibiydi bütün bunlar..

Mavi denize dalmak, saatlerce bisiklete binmek, arkadaşlarımla ormanda piknik yapmak..

Bu kısacık dönem bitip Şişli'ye geri döndüğümüzde gelecek yıla kadar aynı şeylerin hayaliyle avunacağım, koşmayı, gülmeyi , sevinmeyi kısaca yaşamayı düşleyeceğim tekrardan..

Şişlideki evimizin salonundan sokağa baktığımda  doğanın bize bahşettiği güzelliklerden geriye sadece iki küçük ağaç kalmış olacak.. Kışın yapraklarını dökmüş olan bu iki küçük ağacın yeşermesi için bahara kadar bekleyeceğim...

Çocukluğumda bana İstanbul'u seviyormusun diye sorsalar; kesinlikle hayır derdim..

İstanbulu metheden turistleri tv'de izlediğimde bu insanların gerçeği söylemediklerinden emindim..
Çünkü ben İstanbul'a bambaşka bir noktadan bakıyordum..

İstanbul'un  bende yarattığı hisler kocaman bir şehrin gölgesinde ezildiğini hissetmekti.

Bir labirenti andıran bu tarihi şehir plansız programsız büyürken sahip olduğu doğal güzellikleri, ormanlarını, yeşil alanlarının büyük bir bölümünü çok uzun zaman önce kaybetmişti; domino taşları misali birbirine bitişen evlerle  betonlaşan bir  İstanbul ortaya çıkmıştı...

Doğanın insana  sunduğu tek  renk griymişcesine bir his uyandırırdı bu şehir bende.

Vapurdan indiğimizde akan insan selinin bizi götürdüğü yere doğru koştururken bizi karşılayan İstanbul yeterince kalabalıktı..

Seyyar satıcıların çağırış ve haykırışları arasında oraya buraya doğru yürüyen ınsanlar   sanki hiç  bir  amaçları yokmuşçasına  ellerinde sigaraları salına salına gezer gibiydiler..

Mutsuz bir halleri olan ,geldikleri büyük şehirde işsiz amaçsız kalan çoğu yerde küçümsenen horlanan bu insanların mutlu olmaları için çok fazla nedenleri yoktu.

Birbirinin ardından seçilen hükümetlerin hiç bir zaman el atmadığı küçük yerleşimlerden İstanbul'a göç eden köylülerin doldurduğu İstanbul'da iyimserliği bulamıyordu insan..

Fakirliklerinin tutuculuklarıyla birleştiği bu insanların yarattıkları büyük bir köy ortamı içinde şehir karmaşasına karışanlar  hayatlarını kurtarmak için  geldikleri İstanbul'da ekonominin kaymağını yiyen küçük bir kitlenin adeta kölesi durumuna düşmüşlerdi.

Devlet tarafından terk edilen bir halk;  içlerinden belki çok küçük bir kısmı bir şekilde kendi hayatlarını kurtarmayı becerirken çoğu kurdukları gecekondu mahallelerinde sefaletle eşdeğer bir yaşama devam edeceklerdi..

Şişli'de oturduğumuz apartmanı gözetmek ve bakımını  görmekle yükümlü kapıcının üç küçük çocuğuyla barınmak zorunda kaldığı bodrum katındaki  tek göz oda hiç bir insani değerle bağdaşmayacak kadar sefildi; kazan dairesinin yanındaki bu odada bir ailenin yaşamak zorunda bırakılmış olması nasıl bir anlayıştı?

Çimento kaplı bu hücrede yere serdikleri bir halı, bir sedir ve arka planda anne babanın yattığı iki kişilik yatakları ve bu şekilde  yaşamlarını geçiren bir aile, ihtiyaçlarını a la turka  tualette yerdeki deliğe yapan ve aynı pis yerde yıkanmak zorunda kalan insanlar..

Havasızlığın ve nemin yarattığı ağır kokunun yerleştiği bu yerde kaldığım dakikalarda sadece bir üst katta oturduğum için esefle karışık tuhaf bir suçluluk duygusuna kapılırdım..Üç kuruşa çalıştırılan bu insanların hizmet verdikleri bu apartmanda gördükleri muamele çoğu zaman saygıdan uzaktı.

Bu koca şehirde sömürülenler keşke sadece büyükler olsaydı.
Küçücük çocukların simit sattığı, ayakkabı boyadığı  bu ülkede onları himaye edecek bir devletin olmadığı açıktı.
Okula gitmek yerine çalışmak zorunda kalan çocukların toplum içindeki yüzdesi ne idi bilemiyorum fakat çeşitli iş sahalarında bu küçük köleler minimal maaşlarla hizmet veriyorlardı..

Bakkalda çıraklık yapan çocuk,  kuaförde süslü kadınlara fön çeken berberin fönunu tutan çocuk, yerlerdeki saçları süpüren, çay getiren ve saç yıkayan başka çocuklar vardı..

Bu insanlar yaşadıklarının çoğu zaman bir kader olduğuna inanmışlardı, sürdürdükleri  sefil hayat için hesap sormaya gerek duymayan bu halk  yıllarca televizyonlardan yönetildikleri hükümetlerin beyin yıkayan boş vaazlerini dinlediler..

Çok laf az iş yapanlar toplumu yıllarca sömürmeye devam etti.

Atatürk'ün 90 yıl evvel kurduğu cumhuriyet altı temel ilke üzerine kurulurken,  Mustafa Kemal'in kurduğu yeni cumhuriyet  belki de halkın belli bir kesiminin hiç sindiremediği bir hayatı empoze etti..

Sağlam bir temele oturtulamayan Türk demokrasisi yıllarca insanları baskı altında tutarken yazar ve düşünürler  sindirildiler laiklik se Anadolu insanı tarafından  din düşmanlığı olarak algılandı.

Çocukluğumuz anarşi ve  ihtillalerle geçerken  insanların geleceğe umutla bakmaları imkansızlaştı..

İstanbul 80'lerden 90'lara büyük bir gelişim göstermeden geldi.

2007 yılında İstanbulu son kez ziyaret ettim..

O yıllarda artık doğup büyüdüğüm şehirde  ben de turisttim..

O günlerın birinde yanlız başıma minibüse binerek Sarıyer'e indim, Rumelikavağına yürüdüm, yolun bir tarafı ahşap evler diğer tarafı sonu denize varan bir yamaçtı, karşıda görünen manzara boğazın yeşilliğini koruyabilmiş yegane tepeleri.

Boğazın havasını solumak, balıkçı teknelerini izlemek, balık restoranlarından gelen rakı kokusuyla  bir an sarhoş olmak..İşte yıllar sonra  çocukken kendime  sorduğum soruya cevap  ; İstanbul'u sevmemek ne mümkün;  her şeye rağmen....

Yıl 2016,  Ankara'nın tepesinde 1100 odalı bir saray, altın kaplamalı koltuklarda yeni Osmanlı akımının simgesi bir ihtişamla oturan Cumhurbaşkanı...

2003 yılından bugüne tüm seçimleri kazanan,  Atatürk'ten bugüne Türk siyasetinide tarih yazmış ikinci lider..

Türkiye'nin kaderini değiştiren lider...

Büyüyen ekonomisi ile öne çıkarken demokrasi ve laikliğin tepetaklak olduğu yeni bir Türkiye..
Dün hüzünlendiğim İstanbulu'a baktığımda  şeklen o kadar   çok şey değişti ki, gökdelenler, dev alışveriş merkezleri, gelişen ulaşım, lüks apartmanlar, markalar, pahalı arabalar...

Özellikle İstanbul'un  belli semtlerinde  gezen biri Türkiye'nin " zenginliği" karşısında şaşırıverir bir anda; hani üstü forma altını sorma gibilerinden bir şeyler olmuş oralara..

Hani boş bir balon gibi..

İstanbul'un varoşlarında bir Gürcü ailesinin oğlu olarak dünyaya gelen , okul yıllarında simit satan , Türkiye'nin Cumhurbaşkanı,   dün ezilen kitlelerin bugün gürleyen sesi

Fakir halk kendini onda bulurken , elinde tuttuğu kuranı gösteren Erdoğan  Atatürk Cumhuriyetine meydan okumaya devam etmektedir.

Üst üste kazandığı seçimlerle Modern Cumhuriyeti ve onu destekleyen tüm temel ilkeleri bertaraf etmek  için son hamlesini yapmaya hazırlanan Erdoğan..

Kurduğu tek adam iktidarı dünkü laik ve Atatürkçü hükümetlerin basirestiz yönetimlerinin bir neticesidir.

Bu ülke için palavra satmaktan başka bir şey yapmayan tüm geçmiş hükümetlerin  sorumluluğundadır bugünler..

Ağzından Kuran'dan sureler dökülmeye devam ettikçe arkasından kitleleri sürüklememesi için hiç bir neden olmadığı artık çok açıktır.

Baskı altıında tutulan basın yayın özgürlüğü, hapse atılan sayısız gazeteci ve düşünürler ve yok edilen demokrasi kimin umurunda?

Erdoğan'ın simit satan bir çocuktan dünyanın en zengin liderlerinden biri haline nasıl geldiğini soruşturacak bir merci yoktur.

Her türlü iç sorunu, politik çalkantıları, terörü ve bilimum tüm kriz durumlarını Dış Güçlere bağlayan ,  Amerika, Israel ve Yahudi düşmanlığı üzerinden puan toplayan Türk Sultanı Don Kişot misali  hayali düşmanlara karşı mücadele ederken " One Minute " gibi çıkışlarla halk tarafından kahramanlaşmıştır..

Suriye'de ve Kuzey Irak'ta sürdürdüğü yanlış politikalar , Guney Dogu'da yıktığı yaşamlar  ülkeyi terör ve kaosa sürüklerken iyimser bir gelecek için umutlar  tamamen sönmektedir..

Doğup büyüdüğüm İstanbul'da bir gün karamsarlık yerine umut rüzgarlarının eseceği günleri diliyorum; sadece İstanbul değil Allahın adıyla insanların öldürüldüğü Ortadoğu ve    radikalizmin yayıldığı dünya... bu karanlık günlerin sonsuza dek devam etmeyeceği  iyiliğin,  sevginin ve umutların kötülüğü yeneceği  daha güzel bir dünya için hala  dua ediyorum...

20/0372016

Batya R. Galanti.