13 Aralık 2021 Pazartesi

 

 Kutsal kelimesinin sözlük anlamı dilden dile neden farklılık gösteriyor?

 
 Bugün yazıma " kutsal " kelimesinin sözlükteki anlamıyla başlasam!!

 Türkçe' de " kutsal"  kelimesinin karşılığına google'da çıkan cevap şöyle: 

kutsal
sıfat
  1. 1.
    güçlü bir dinsel saygı uyandıran ya da uyandırması gereken. 

  2. 2. 
    tapılacak ya da yolunda can verilecek denli sevilen.

  3. "Yurt herkes için kutsaldır"

İngilizce'de  Kutsal kelimesinin karşılığı;

ho·ly
adjective
  1. 1.
    dedicated or consecrated to God or a religious purpose; sacred.
    "the Holy Bible"
    Similar:
    sacred
    consecrated
    hallowed
    sanctified
    venerated
    revered
    reverenced
    divine
    religious
    blessed
    blest
    dedicated
    Opposite:
    unsanctified
    cursed
  2. 2.
    DATEDHUMOROUS
    used in exclamations of surprise or dismay.
    "holy smoke!"

(Holy)  Tercümesi;

1. Tanrı'ya veya dini bir amaca adanan; kutsal.

"Kutsal İncil"
Benzer:
kutsal
kutsanmış
kutsal
kutsallaştırılmış
saygı duyulan
vs.....


Kutsal kelimesinin Türkçe'deki açıklaması ve aynı kelimenin İngilizce'de ne ifade ettiğinden yola çıktığımızda, kelimelerin " yaşam tarzımız ve inançlarımızı nasıl yansıttıklarını anlayabiliyoruz.... Ben, dilimiz ve davranışlarımızın  kültürümüzle karşılıklı etkileşimiyle, birbirlerini nasıl şekillendirdiklerinden bahsetmek istiyorum.

Kutsal kelimesinin anlamında bir ülkenin, bir milletin ya da bir toplumun kültür yapısıyla yakından alakalı bir farklılık görülüyor.  

Kutsal kelimesinin, Hindistan'da ifade ettikleriyle, Hıristiyan kökenli bir ulus ya da Müslüman bir toplumun lügatından çıkan anlamı birbiriyle yüzde yüz örtüşmüyor.

Her lisanda kutsal, saygı duyulan, kutsanmış olan şey demekse de sonuçta her toplumun neyi, nasıl kutsadığında farklılıklar olduğu açık.

Mesela, Google' da Türkçe'deki, kutsal kelimesine verilen anlamlardan biri ilginçtir; 
" Tapılacak ya da  yolunda can verilecek denli sevilen..."  Müslümanlığı seçen toplumların lügatlarına yansıyan, " uğrunda ölmek " cümlesi, bu dinin bu toplulukların üzerindeki etkisini gösteriyor.  

Birisi için ya da bir şey için, uğrunda ölmenin kutsallığına inanmak....Ve bir şeyin uğrunda ölerek cennete gitmek kavramı... 

Cennet ve cehennem olgusu tüm monoteist dinlerde mevcuttur ancak cennete gitmenin şartları Müslümanlıkta diğerlerinden tamamen farklıdır.  Müslümanlıkta ölümü kutsallaştırmanın boyutlarıysa gerçekten bambaşkadır...Şehitlik mertebesinden bahseden bu dinin cennet anlayışını düşünürsek, kutsal kelimesinin kapsadığı kavramın da ne kadar farklı olduğunu anlayabiliriz. 

Bir şeyin uğrunda canını vermeye hazır olmak Yahudi dininde kesinlikle yasaktır. Yahudilikte insanın hayatı herşeyin üstünde bir değer taşır. Tanrının yarattığı bedeni sadece Tanrının alabileceği olgusu hakimdir. İnsanın değil başkasının, kendi canını alması bile yani intihar etmek bile çok büyük, hatta affedilmeyecek bir günah sayılır. Müslümanlıkta ise, kimi kutsal saydıkları şeylerin arkasından,  din adına, Tanrı adına savaşarak cennet gideceklerine inanırlar. Bu yüzden Türkçe sözlükte kutsal kelimesi, " uğrunda canını vereceğin şey " olarak nitelenebilmektedir,  Şehitliği kutsal sayan toplumlar cihad ve savaşları da kutsal sayarlar.

Geçtiğimiz hafta, Israel'in Güney Lübnan' daki Hamas kamplarında depolanmış silahları vurmasının ardından "şehit"(!) düşen bir Hamas militanının cenaze töreninde, Fatah militanlarıyla, Hamas'ın teröristleri arasında çatışma çıkmış. Böylece cennete uğurlanmak üzere yola çıkan cenazede bir dört kişi daha ölmüş.

Bir toplum varsayalım ki, cenazelerinde silahlar atılıyor, insanlar vuruluyor,  bir toplum varsayalım ki "şehit" lerini sardıkları bedenleri, kutsal savaşın uğrunda cihad çağrılarıyla mezara taşınıyor, bir millet varsayalım ki, her yerde " masum " olan çocuklar kimi yerde ellerinde silahlı insanlarla birlikte, Cihad uğrunda ölmek için and içtikleri cenazelerde haykırıyorlar...

Ve sonunda şöyle diyorlar....Israel cocukları öldürüyor.

Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, Filistinin haklarının korunması ön koşuluyla, Türkiye'nin yeniden Israelle yakın  ilişki kurabileceğini söylemiş. Bundan bir kaç gün sonra, Israel'in sokaklarda Filistinli çocukları " terörist oldukları bahanesiyle" (!) öldürdüğünü iddia etmiş.

Üzerinde adam öldürmek için bıçak ya da silah taşıdıktan sonra o kız 14  ya da 24 olsa ne fark eder ?

Ne Erdoğan ne de diğerleri neden bir kez doğruyu söylemiyorlar?  Haftalardır devam eden saldırıları anlatan pek yok!! Gerçeklerden bahsedenler yine yok.

Çocuklar üzerlerinde silah taşıdıkları  gün çocukluklarının tüm saflığı biter!! Adam öldürmeye yeltenen bir insanın o dakikada yaşının önemi varmıdır? Hem saflliği hem de dokunulmazlığı!  14-15 ya da 16 yaşındaki çocuklar silah kullandıkları andan itibaren kimi neden ve niçinleri oyunun kurallarını değiştiren  topluma  sormanız gerekmez mi? Nerede ahlak ve insanlıkları!!!

Daeş çocuklarının, kimi kimi boğaz kesebildiklerini de görmemişlerdir eminim!!

Batı'da çocuk dediğinizde sabah yatağından kalkıp okula giden,  akşam odasında ders çalışan, arkadaşıyla oyun oynayan küçük insandır. Himayeye muhtaçtır. Anne babasının koyduğu kurallarla, aile içinde bir yaşam sürer.  Ona kimi ahlak kuralları kimi toplumsal yaşam değerleri öğretilir. Çocuk masumiyeti temsil eder. Büyüklerin sözlerinin ışığındaki bu küçük insan, daha iyi gelecek için eğitilir.

Batı, Ortadoğu'yu kendi değerleriyle analiz ediyor. Batıdaki insan bu küçük çocukları kendi ülkesindeki toplumsal değerlerin ışığında değerlendiriyor. Onları kendi normları içinde gözlemlemeye çalışıyor. Ekranlar yoluyla, yazılanlar yoluyla, anlatılanlar ve kafalarında hayal ettikleri dünyalar yoluyla. Herşeyin kendi beyinlerindeki bir yanılgı olduğunu bilmeden. Kendi İngiliz beyinlerindeki kültür yapılarıyla sabah içtikleri İngiliz kahvesinin tadında Filistin beynini anladıklarını, tattıklarını hayal ediyorlar. Aynı anlayışta, aynı tatta bir dünya hayal ediyorlar. Tamamen ayrı dünyaların insanlarını  kendileri gibi düşünmeye başladıklarında yanılıyorlar. Gördükleri ve benimsedikleri dünyalar birbirlerinden ne kadar farklıysa onlar hala bunun farkında değiller.  Batı' daki insanın gözlükleri, kendi standartlarında. Onlar bu gözlüklerle gördükleri olayların, Ortadoğu'daki çizgilerini ve sınırlarını tanımlıyorlar. Oysa geceleri düğünlerde silah atanların dünyalarında bambaşka fikirler dönüyor.  Minicik çocukların ölümle iç içe geçen yaşamlarına o kadar uzaklar ki onlar.

Çocuğun Avrupa' daki kelime anlamıyla, Ortadoğu' daki karşılığı da aynen " kutsal" kelimesi gibi  örtüşmüyor.

Bu insanların belirledikleri koşullara karşı, diğer tarafın verdiği tepkileri, bölge insanını ve şartlarını tanımayanlar anlamayabilirler.

Yine iki gün evvel sabah sabah, 14 yaşında bir Filistinli genç kız, 24 yaşındaki Israelli bir genç anneyi. sabah çocuklarını yuvaya götürürken, sırtına 30 santimlik bir bıçak saplayarak yaraladı burada.

Daha sonra, Batı'da Israel polisinin 14 yaşındaki bu çocuğu tutukladığını duyduklarında insanlar çılgına dönüyor. Israelliler canavarlar!!  Çocuklara nasıl davranıyorlar???!!! Doğru, görüntülere yansıdığında çok kötü bir propaganda oluyor Israel açısından.. insanı ürperten...........bir askerin elinde giden bir çocuk. Bunlar hiç olmaması gereken şeyler.. Hem de hiç!!

Askerlere molotov kokteyleri atan çocukları geçenlerde askerler fotoğraflarını çekerek teyid etmek istediler. Bu da olay oldu.

Bazen bir Israel askeri, sınırda kendisine koca koca taşlar atan bir çocuğu yakalarken görülür. Sınırda Israelli sivillere ve askerlere kocaman taşlar, molotov kokteyleri fırlatan çocukları yakalayan askerler zaman zaman onları  kontrol noktasındaki merkeze götürürler ve ailelerinin gelmeleri için haber verilir. Esas hesap anne babayladır..

...................................

Gelelim, Lübnan'daki son duruma.  Hamas burada yeni kollar salıyor. Suriye'deyse geçtiğimiz Haziran' da " Kimyasal Silahların" saklandığı depoları imha eden Israel,   Avusturya' da devam eden görüşmelerden bir şey çıkmayacağının bilincinde.

Geçtiğimiz günlerde Amerika'ya, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin'la görüşmeye giden Gantz, İran'a karşı ortak bir tatbikat üzerinde anlaşmaya çalışıyor. Önümüzdeki bahar aylarında planlanan tatbikata Amerikanın katılımının söz konusu olup olmayacağını göreceğiz. Şimdilik, her gün nükleer güç olma rüyasına bir adım daha yaklaşan İran'ın Israel'i hedef almasına izin vermemek için senelerdir yaptığı askeri hazırlıklara hız vermiş olan Israel, bu konuda gittikçe daha etkili bir ikna politikası yürütmeye çalışıyor. Avrupa'yı, İran'ın sadece Israel için değil tüm dünya barışı için tehlike arz ettiğine dair tam olarak ikna edebildiğini sanmıyorum.

Viyana'da,  devam eden pazarlığın yeniden zora girdiği bugünlerde Israel'in bahar ayında Amerika'yla birlikte ortak bir tatbikat yapacakları yönündeki açıklamalar, İslam Cumhuriyetine bir mesaj verme çabaları olsa da İran şimdilik bundan korkmuş gibi görünmüyor.

Amerika ise her ne kadar, görüşmelerden bir sonuç çıkmadığı takdirde tüm diğer seçeneklerin masada olduğunu söylese de, son dönem Amerikan politikasını takip eden bir insan Amerikanın, İran'a karşı bir saldırıda yer almak için çok gönüllü olmayabileceğini de görebilir.

Bu durumda Israel kendi işini kendi yapmak zorunda kalabilir.

Sonuç olarak, bu bölgede çocuk yaştaki insanlardan,  Ortadoğunun ortasındaki koca bir İmparatorluğun kalıntılarının devamı olan bu eski ve köklü İslam ülkesine kadar, kutsal savaş uğrunda şehit olmaya and içmişlerle barış yoluyla bir şeye varmak şimdilik bir rüya gibi görünüyor!!!






11 Aralık 2021 Cumartesi

Zamansız gidenlerin ardından...

Facebook'ta iki okul sayfasını takip ederim.  Biri Şişli Ondokuz Mayıs İlkokulu, diğeri ise Saint-Benoit Lisesi'nin Mezunlar sayfasıdır.

İlkokul Sayfamız gayet düzgün bir şekilde yönetiliyor. Bu grup sayesinde, bir çok bildiğim bilmediğim, tanıdığım tanımadığım, çocukluğumdan yaşlılığa hiç tahmin etmediğim insanların bu okuldan mezun olduklarını keşfettim. Birbirlerini bulmuş insanların paylaşımlarını. zaman zaman sohbetlerini okumaksa her zaman ilginç olabiliyor. Bazılarının seneler sonra bir cafe'de buluşmalarından resimler ve geçmişe ait bir sürü fooğraf ve anılar bu tip sayfaların ana amaçlarından birini teşkil ediyor. Okulda öğretmenlik yapmış kişilere ait resimlerse  insanı sanki kısa bir tarihe doğru bir çeşit gezintiye çıkarmaya benziyor. Aradan geçen uzun yıllarda çoğu yaşamayan insanların, eski Türkiye'yi yansıtan görüntüleri bunlar.  O dönemler okulda eğitim veren kişileri bugünle mukayese edebilmek şansını da veriyor kimi anıları paylaşmak. Kimisi yerebiliyor geride bıraktıklarımızı, bazılarıysa daha mülayim bakıyor, geçmişteki eğitmenlere ve sisteme. Ve arada bazen, geçen gecelerden birinde olduğu gibi bu konuda ateşli tartışmalar bile yaşanabiliyor. Ve okulun çocukluğuma ait haliyle bugününü gösteren resimler, kafamdan neredeyse tamamen silinmeye yüz tutmuş hatıraları canlandırıyor. Çoğu değişen şeylerin bugünkü halleri, sizinle en ufak bir ilgisi kalmayanları size tekrardan tanıtır gibi oluyor bir an.

Bir de Saint-Benoit Derneğinin sayfası var. Bu dernek sayfasıysa bence tam olarak olması gerektiği gibi değil. Sayfa, bu okulu bitirenlerin anılarını pek tazelemiyor. Bu grupta bizleri, okul zamanlarımızı canlandıracak çok daha fazla resim paylaşılabilirdi. Bunun yerine, Saint Benoit Derneğinin facebook sayfasını tam bir "ölüm ilanları" panosuna döndürmüşler.

Sayfada gün yok ki bir ölüm ilanı çıkmasın. Bu okulda, öğretmenlik yapmış ya da  öğrenim görmüş insanların vefaatlerinin duyurulmasi tabi ki doğaldır. Zaten insanlar bunu bilmek isterler. Ancak ilanlar bununla bitmiyor ki. Okuldan mezun olanların anne babalarının vefaatlerini de bildiriyorlar. Bu da sayfayı kanımca amacının dışına çıkarıyor.  Bunun yerine özellikle okulun geçmişine ait çok daha fazla hikayeler ve resimler paylaşmaları daha enteresan olmazmıydı?

Geçtiğimiz günlerde, okulumuzda Tarih Öğretmenliği yapmış olan Üstün Gürtuna'nın annesinin vefaat haberini koymuşlardı bu kez. Birisi ilk anda vefaat edenin öğretmenin kendisi olduğunu zannederek. Aman çok üzüldüm, çok sevdiğim bir öğretmendi falan diye yazmaya kalkmıştı. Çünkü kimse öğretmenlerin ya da mezunların sülalesinin başına neler geldiği haberlerini beklemiyor pek. Ama bu da bir düşünce şekli.

Ama yine de arada girip sayfaya bir göz atarım.  Ne yazık ki Korona zamanlarından toplanamadıkları Pilav Günleri ve diğer etkinlikler de gerçekleşmedikleri için onlar da yok sayfada.  Yapacak bir şey yok ancak geçmişten de böyle günlere ait resimlere çok az rastladım..

Derken geçen gün girdiğimde sayfada yine bir ilan duruyordu. Okuduğum satırlarda yine erken bir ölüm karşısındaki üzüntüsünü dile getiriyordu okulda eğitmen olan, grupta da aktif bir dernek üyesi olan Doğan Kospançalı. Yazının devamında vefaat edenin kim olduğunu görünce inanamadım.  "Nasıl olur o daha genç!!"... dedim gayet yüksek bir sesle.. Hayretlerdeydim. Çocuk yüzü aklımdan gitmeyen bu insanın annesiyle Face'te  kimi yazışmalarımız olmuştur her zaman.

Hatta daha ne zaman paylaşmıştı Becky torunun resmini?  Babasını  (Henry'yi ) hatırladığım yaşlarda şimdi oğlunun resmi vardı karşımda. Sanki oydu yeniden... onun birebir bir kopyasıydı bu ufaklık...

Bazen insana zaman durmuş gibi gelir. Uzun yıllardır hiç görmediğiniz insanları anılarınızda bildiğiniz gibi sakladığınız olur mu sizin  bilmem. Ben büyümüşüm de onlar hep aynı kalmışlar gibi...O çocuk sanki adada bıraktığım gibiydi düne kadar. Ta ki birisi o öldü dediğinde zihnimde, çocukluğumdan bir hayal de uçup gitmiş gibiydi sanki.

Senelerce bir insanla bir daha rastlaşmamış olmakla ilgili bir durumdur bu da herhalde...

Karakuş'ta oturduğumuz evi anlatmıştım. İşte Henri Çiprut'u ( Z"L ) taa o zamanlardan anımsıyorum,

Benim 14 yaşlarımda olduğum seneydi. O dapdaracık, merdivenli yokuşun sonunda, teyzemin evinin hemen yanında otururlardı. Küçük bir evdi. Kapının önünde bir taşlık vardı, hemen yokuşun üstündeki merdivenlerde. Oradaki masada bazen kahvaltı ettiklerini görürdüm. Yokuştan aşağıya koşturduklarında bizden geçerlerdi.  Çok kibar, iyi insanlardı, anne babaları.  Henrinin annesi esmer, güler yüzlü, yardımsever bir kadındı.  Onlardan en çok anımsadığım, teyzemin o yaz kendini iyi hissetmediği bir iki gecede, Henry'nin annesi Becky'nin onun yardımına koşuşuydu. Gecenin bir yarısı onu rahatlatmak için elinden geleni yapmıştı.

Henrinin bir de kardeşi vardı. Ama küçük olanı ben daha az hatırlasam da, Henri'yi hiç unutmadım. Oğlu nasıl onun kopyasıysa Henri de annesinin küçük bir kopyasıydı. Simsiyah saçlarıyla birlikte esmer yüzünde zeytin gibi gözleri,  minicik hatları vardı.  Minyon bir çocuktu diye anımsıyorum. Belki bu yüzdenmidir, benden çok daha küçükmüş gibi düşünmüştüm hep onu...

Belki de yine, çocukluğumuzda bulunduğumuz, yaşadığımız yerleri hep kocaman hatırlamamız gibi bir yanılgıdır bu da. Bizden sadece bir kaç yaş küçük insanları bizden yirmi yaş genç gibi anımsamak. Çocuklukta en çok düşülen yanılgılar, yer, boyut ve yaşla ilgili olanlar sanırım.

Sonuçta benden 4 yaş küçükmüş. Ve ben onun Saint-Benoit'da okuduğunu bile bilmiyordum. Herhalde o koca binaların bir tanesinin koridorlarında diğerlerinin arasında kaybolmuş gibiydi.... gözlerimden..

Daha dünkü çocuk  bugün hayata nasıl veda eder gibi hissettim. Geçmişe ait bir sima, bir hatıra. İstanbul'dan, yaşamdan, çocukluğumdan zamansız ayrıldı, bir yerlerde bu dünyadan.

Dilerim kısa denecek ömrüne yüreğinin istediği kadarını sığdırabilmiştir. Dilerim bugün ışıklarda uyuyordur o genç adam.