KABULLENMEK
Herşey daha ilk günlerden başlamıştı. Önce kulaklarıydı dikkatimi çeken.
Bu çocuğun kulakları acaba neden katlı böyle ? diye sordu bir gün annem. Bilmem... Çocuk çok mu uyuyor ne?? Canım, bebek bu uyur, normal değil mi?? Yatağında ona baktım bir kez, bir kaç haftalıktı daha..bezden bir bebek gibi mi duruyor yoksa? O daha çok çok minik ondandır dedim kendi kendime.. Üç aylık oldu..başını kaldıramıyor . Kaldıracak elbet.. zamanla herşey olacak eminim... Yarın tekrar kontrolü var.. Ya bir şey derlerse??
Demezler.. herşey iyi olacak.. Ertesi gün onu kontrol eden doktor.."Hipotoni! " dedi... Kasları zayıfmış yani.. Daha önce de duymuştum bu kelimeyi.. Hipotoni bir teşhis değil, sadece bir semtom . Ateş gibi...Nedeninin bilinmesi gereken bir semtom..özellikle vücudu tümden etkileyen bir durum söz konusu olduğunda.., Ama ben daha derinlere inemeyecek bir korku, bir panik içindeydim.. Bunun açık olarak farkında olmasam da Bir akrabamızdan onların oğullarının omuz kaslarının çok kuvvetli olmadığını duyduğumu anımsadım . Omuz kaslarında hipotoni varmış. Onları aradım hemen sordum.. Bak işte önemli bir sorun değilmiş . ( Tabii ki onların sorunu önemli değildi ) sadece fizik tedavi gereken bir şeymiş... Ben eminim bebek bazen zayıf olur ama zamanla herşey yavaş yavaş düzelir. Hani derler . zaman her şeyin ilacıdır... Büyüdükçe gelişecek, güçlenecek o da..
Bir kez daha sağlık kuruluşunda randevu verdiler.. Fizik terapi merkezinde
Terapisyen onu yerlerde dizili kocaman minderlerin birinin üzerine koydu.. Sonra sağ eliyle çocuğu bacağından yakaladı ve aşağı sarkıttı.. .. Orasından tuttu, diğer taraftan yakaladı.. bir taraftan diğerine hiç durmadan kontrol etti.. Öyle çok fazla açıklamalar yapmadan. " Geliştikçe herşey düzelecek tabii" dedim. Kadınsa; " Belki evet belki hayır" diye cevap verdi...
Işte o anı , o sözü hiç unutmadım.. Kafamdaki kendi gerçeklerimi alt üst eden bu sözü duymazdan gelmek istedim o an ve daha sonra her defasında bana söyleyecekleri her kuşku uyandıran kelimenin ardından.. Kulaklarımı tıkamayı tercih edebilirdim belki de .. Ertesi günlerde çocuk gelişim doktoru bana ; " Onu Prof. Sagie'nin görmesini istiyorum dedi...
Profesör Sagie, Israel'de pediatrik nöroloji alanında isim yapmış biri.. Verilen randevuya gittiğimiz gün olanları neredeyse anı anına hatırlıyorum... Kapıdan girdiğimizde sekreter; " Aile geldi " demişti..... " Aile geldi !! " . Sanki çok önemli anlar yaşanıyordu. Baktım fizik tedavi merkezinin normal çalışma saatlerinin dışındaki bir zamanda çağırılmışız.. Tüm merkez boş.. Her zamanki doktor bizi karşıladıktan sonra, içerideki odalardan birine doğru onu takip ettik.. Tüm terapistler ve kimi tanımadığım daha bir kaç insan daha yerlerdeki minderlerde oturuyorlardı.. Prof Sagie'yi tanıştırmadan bize çocuğu mindere yatırın dedi doktor .. Gal'i yine minderde dizlerinin üzerinde duran profesör kadının önüne yatırdım.. Kimi soruların ardından bana; "Çocuğu soy lütfen ! " dedi.. Prof. Sagie Gal'in üzerinde karşıda oturan genç terapistlere ve kimi doktorlara belli ki ders veriyordu .. Oğlumun vücudunun üzerinde gösteri yapıyordu sanki . Ve belki kısmen kendisinin konudaki üstünlüğünü, hakimiyetini ıspatlama savaşı içindeydi bir kez daha... Daha sonra başka bir odaya alındık. Kısa bir konuşmadan sonra bana hayatımda ilk kez duyduğum o iki kelimeyi söyledi ; Oğlunda " Myotonic Dystrophy : olduğunu düşünüyorum .. Bunun ne anlama geldiğini o an hiç bilmiyordum, sadece Profesör teşhisinden çok emin görünüyordu...
O gün eve döndüğümde, ilk iş Myotonic Dystrophy'nin tam olarak neyi ifade ettiğini araştırmaya başladım .. (Eşimin tüm uyarılarına rağmen..) Hayatımın en karanlık gecelerini de birlikte getiren günlerin ardından bana söylenen herşeye karşı çıkmaya başlamıştım... Prof. Sagi'ye inanmadığımı ve benim oğlumda böyle bir hastalığın olmadığında direttigim ve doktorlar ve terapist uzmanlarla tartıştığım şeyin hiç bir bilimsel ve gerçekçi açıklaması yoktu.. Sadece direniyordum .. İç güdülerime güvendiğimi söylemenin kimseyi inandırmaya yetmeyeceği açıktı. Onların iddia ettikleri hastalık ancak anneden çocuğa geçebileceği için benim bir gen testi yapmamı öneriyorlar bense hayır gerek yok diyordum.. Taa bir sabah yatağımdan kalktığımda bu tartışmaya son verecek olan şeyin benim boşa olan direncime bir son vererek Tel Aviv'deki Wolfson hastanesinin genetik bölümünde alınacak bir kan örneği olduğunu anladım..
Doktorlar konuştuklarında ağızlarının içine bakarak dinliyoruz . Bir çoğumuz için onlar sanki birer Tanrı... Bazıları özellikle sanki hiç yanılmaz, yanılamazlar.. Ilahlaştırılanlar , sadece hastaları değil, meslektaşları tarafından ilahlaştırılanlardır bu tipler.. Ama bu kez Prof Sagie gerçekten yanılmıştı.
Fakat o günler Gal'le yaşadığımız maceraların sonu değildi kesinlikle .
Konulan teşhisin biri yanlış olsa da sonuçta oğlumun konjenital bir sorunla başlayan yaşamı ve onun getirdiği genel problemler ve otizmiyle şekillenen çetrefilli hayatımız bugüne kadar devam ediyor..
Bense Gal'in doğumunun ardından girdiğim travmayı yıllar sonra farkettim sadece.. Ne kadar hazırlıksız yakalandığımı...
Hamileliğimde bana erkek ya da kız farkeder mi senin için diye sorduklarında gerçekten de ikinci bir kız olsa ya da bir erkek çocuğu doğursam bunun benim için hiç önemli olmadığını içtenlikle söylemiştim hep ve çok klasik bir tekrar söz dudaklarımdan dökülüverirdi o zaman,;
" Sağlıklı olsun yeter.."....
Ne kadar sağlıklı olsun yeter derse de bir anne adayı doğacak çocuğunun sağlığından aslında pek şüphe etmez .. Çünkü kanımca insan negatif olasılıkların gölgesinde yaşamaz, yaşayamaz, yaşamamalı .. En azından çoğu zaman bu böyledir Kazalar, hastalıklar ve hatta en kaçınılaz olan ölüm gerçeği bile günlük hayatımızda düşünüpte kahrolduğumuz şeyler değildir..
Belki de bu yüzden hayatta hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkan kimi şeyleri kabullenmek ve onlarla yaşamayı öğrenmek zaman alıyor..
Oğlum altı yaşında idi, Gal'in aynı yuva sıralarını paylaştığı bir çocuğun annesiyle konuşuyordum bir gün. Çocukları parka götürmüştük. Biz de bir bankta muhabbet ediyorduk. Gerçi oğlum parkta bir arkadaşla nasıl oynanır pek bilmiyordu ama olsun. O daha çok benim etrafımda dönüp duruyordu. Kendisiyle sonradan gerçek bir dostluk kurduğum o bayan benimle konuşurken ilk kez bir şeye dikkat ettim; çocuğunun otizmini anlatan bu insanın yaşadıklarını ifade ederken ne kadar rahat olduğu gözüme çarptı. Onun oğlunun otizmiyle ( Bu çocuk otizmin deha çocuklarındandı ) Gal'in durumu arasında önemli farklılıklar olsa da kendisi de kolay olmayan yollardan geçen bu annenin hayata bakışı o gün kafamda bazı şeyleri değerlendirmem de çok etkili oldu.
O gün ilk kez, Gal ile yaşadığım zorlukların sadece onunla ilgili olmadığını anladım. Problem sadece Gal'in özel ihtiyaçları olan bir çocuk olarak dünyaya gelişi değil, benim onun dünyaya gelişi ile beraber içine girdiğim derin psikolojik karmaşa idi. Gerçekleri kabul etmek, yüzleşmek, onlara alışmak , her tür olasılığa hazır olmak ve hayata karşı güçlü olmayı öğrenmek kolay değildi. Bu bir süreçtir aslında. Genelde çoğu insan icin ihtiyaç duyulan bir süreç..sindirmek için! Sadece zamanla nasıl başaracağınızı öğrendiğiniz... Yaşayarak, vaz geçemeyeceğiniz şeylere sarılarak öğrendiğiniz bir şey... sizi eğiten, sizi geliştiren, belki de kimi yönleriyle sizi yücelten ve sizi sadece kimi insanların anlayabileceği bir süreç. Tüm bunlardan önemlisi çocuğunuzu sadece kendisiyle karşılaştırmanız gerektiğini kavrarken yeryüzündeki her insanın, her varlığın aslında başlı başına bir dünya olduğunu öğreten bir süreç..
İnsanların ne dediklerinin ve ne diyeceklerinin aslında ne kadar önemsiz bir teferruat olduğunu ise ben sadece zamanla anladım. Kollarımı sonuna kadar açıp çocuğumu var gücümle kucakladığım gün ise içimden kocaman bir yük kalktı....
Batya R. Galanti.
Herşey daha ilk günlerden başlamıştı. Önce kulaklarıydı dikkatimi çeken.
Bu çocuğun kulakları acaba neden katlı böyle ? diye sordu bir gün annem. Bilmem... Çocuk çok mu uyuyor ne?? Canım, bebek bu uyur, normal değil mi?? Yatağında ona baktım bir kez, bir kaç haftalıktı daha..bezden bir bebek gibi mi duruyor yoksa? O daha çok çok minik ondandır dedim kendi kendime.. Üç aylık oldu..başını kaldıramıyor . Kaldıracak elbet.. zamanla herşey olacak eminim... Yarın tekrar kontrolü var.. Ya bir şey derlerse??
Demezler.. herşey iyi olacak.. Ertesi gün onu kontrol eden doktor.."Hipotoni! " dedi... Kasları zayıfmış yani.. Daha önce de duymuştum bu kelimeyi.. Hipotoni bir teşhis değil, sadece bir semtom . Ateş gibi...Nedeninin bilinmesi gereken bir semtom..özellikle vücudu tümden etkileyen bir durum söz konusu olduğunda.., Ama ben daha derinlere inemeyecek bir korku, bir panik içindeydim.. Bunun açık olarak farkında olmasam da Bir akrabamızdan onların oğullarının omuz kaslarının çok kuvvetli olmadığını duyduğumu anımsadım . Omuz kaslarında hipotoni varmış. Onları aradım hemen sordum.. Bak işte önemli bir sorun değilmiş . ( Tabii ki onların sorunu önemli değildi ) sadece fizik tedavi gereken bir şeymiş... Ben eminim bebek bazen zayıf olur ama zamanla herşey yavaş yavaş düzelir. Hani derler . zaman her şeyin ilacıdır... Büyüdükçe gelişecek, güçlenecek o da..
Bir kez daha sağlık kuruluşunda randevu verdiler.. Fizik terapi merkezinde
Terapisyen onu yerlerde dizili kocaman minderlerin birinin üzerine koydu.. Sonra sağ eliyle çocuğu bacağından yakaladı ve aşağı sarkıttı.. .. Orasından tuttu, diğer taraftan yakaladı.. bir taraftan diğerine hiç durmadan kontrol etti.. Öyle çok fazla açıklamalar yapmadan. " Geliştikçe herşey düzelecek tabii" dedim. Kadınsa; " Belki evet belki hayır" diye cevap verdi...
Işte o anı , o sözü hiç unutmadım.. Kafamdaki kendi gerçeklerimi alt üst eden bu sözü duymazdan gelmek istedim o an ve daha sonra her defasında bana söyleyecekleri her kuşku uyandıran kelimenin ardından.. Kulaklarımı tıkamayı tercih edebilirdim belki de .. Ertesi günlerde çocuk gelişim doktoru bana ; " Onu Prof. Sagie'nin görmesini istiyorum dedi...
Profesör Sagie, Israel'de pediatrik nöroloji alanında isim yapmış biri.. Verilen randevuya gittiğimiz gün olanları neredeyse anı anına hatırlıyorum... Kapıdan girdiğimizde sekreter; " Aile geldi " demişti..... " Aile geldi !! " . Sanki çok önemli anlar yaşanıyordu. Baktım fizik tedavi merkezinin normal çalışma saatlerinin dışındaki bir zamanda çağırılmışız.. Tüm merkez boş.. Her zamanki doktor bizi karşıladıktan sonra, içerideki odalardan birine doğru onu takip ettik.. Tüm terapistler ve kimi tanımadığım daha bir kaç insan daha yerlerdeki minderlerde oturuyorlardı.. Prof Sagie'yi tanıştırmadan bize çocuğu mindere yatırın dedi doktor .. Gal'i yine minderde dizlerinin üzerinde duran profesör kadının önüne yatırdım.. Kimi soruların ardından bana; "Çocuğu soy lütfen ! " dedi.. Prof. Sagie Gal'in üzerinde karşıda oturan genç terapistlere ve kimi doktorlara belli ki ders veriyordu .. Oğlumun vücudunun üzerinde gösteri yapıyordu sanki . Ve belki kısmen kendisinin konudaki üstünlüğünü, hakimiyetini ıspatlama savaşı içindeydi bir kez daha... Daha sonra başka bir odaya alındık. Kısa bir konuşmadan sonra bana hayatımda ilk kez duyduğum o iki kelimeyi söyledi ; Oğlunda " Myotonic Dystrophy : olduğunu düşünüyorum .. Bunun ne anlama geldiğini o an hiç bilmiyordum, sadece Profesör teşhisinden çok emin görünüyordu...
O gün eve döndüğümde, ilk iş Myotonic Dystrophy'nin tam olarak neyi ifade ettiğini araştırmaya başladım .. (Eşimin tüm uyarılarına rağmen..) Hayatımın en karanlık gecelerini de birlikte getiren günlerin ardından bana söylenen herşeye karşı çıkmaya başlamıştım... Prof. Sagi'ye inanmadığımı ve benim oğlumda böyle bir hastalığın olmadığında direttigim ve doktorlar ve terapist uzmanlarla tartıştığım şeyin hiç bir bilimsel ve gerçekçi açıklaması yoktu.. Sadece direniyordum .. İç güdülerime güvendiğimi söylemenin kimseyi inandırmaya yetmeyeceği açıktı. Onların iddia ettikleri hastalık ancak anneden çocuğa geçebileceği için benim bir gen testi yapmamı öneriyorlar bense hayır gerek yok diyordum.. Taa bir sabah yatağımdan kalktığımda bu tartışmaya son verecek olan şeyin benim boşa olan direncime bir son vererek Tel Aviv'deki Wolfson hastanesinin genetik bölümünde alınacak bir kan örneği olduğunu anladım..
Doktorlar konuştuklarında ağızlarının içine bakarak dinliyoruz . Bir çoğumuz için onlar sanki birer Tanrı... Bazıları özellikle sanki hiç yanılmaz, yanılamazlar.. Ilahlaştırılanlar , sadece hastaları değil, meslektaşları tarafından ilahlaştırılanlardır bu tipler.. Ama bu kez Prof Sagie gerçekten yanılmıştı.
Fakat o günler Gal'le yaşadığımız maceraların sonu değildi kesinlikle .
Konulan teşhisin biri yanlış olsa da sonuçta oğlumun konjenital bir sorunla başlayan yaşamı ve onun getirdiği genel problemler ve otizmiyle şekillenen çetrefilli hayatımız bugüne kadar devam ediyor..
Bense Gal'in doğumunun ardından girdiğim travmayı yıllar sonra farkettim sadece.. Ne kadar hazırlıksız yakalandığımı...
Hamileliğimde bana erkek ya da kız farkeder mi senin için diye sorduklarında gerçekten de ikinci bir kız olsa ya da bir erkek çocuğu doğursam bunun benim için hiç önemli olmadığını içtenlikle söylemiştim hep ve çok klasik bir tekrar söz dudaklarımdan dökülüverirdi o zaman,;
" Sağlıklı olsun yeter.."....
Ne kadar sağlıklı olsun yeter derse de bir anne adayı doğacak çocuğunun sağlığından aslında pek şüphe etmez .. Çünkü kanımca insan negatif olasılıkların gölgesinde yaşamaz, yaşayamaz, yaşamamalı .. En azından çoğu zaman bu böyledir Kazalar, hastalıklar ve hatta en kaçınılaz olan ölüm gerçeği bile günlük hayatımızda düşünüpte kahrolduğumuz şeyler değildir..
Belki de bu yüzden hayatta hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkan kimi şeyleri kabullenmek ve onlarla yaşamayı öğrenmek zaman alıyor..
Oğlum altı yaşında idi, Gal'in aynı yuva sıralarını paylaştığı bir çocuğun annesiyle konuşuyordum bir gün. Çocukları parka götürmüştük. Biz de bir bankta muhabbet ediyorduk. Gerçi oğlum parkta bir arkadaşla nasıl oynanır pek bilmiyordu ama olsun. O daha çok benim etrafımda dönüp duruyordu. Kendisiyle sonradan gerçek bir dostluk kurduğum o bayan benimle konuşurken ilk kez bir şeye dikkat ettim; çocuğunun otizmini anlatan bu insanın yaşadıklarını ifade ederken ne kadar rahat olduğu gözüme çarptı. Onun oğlunun otizmiyle ( Bu çocuk otizmin deha çocuklarındandı ) Gal'in durumu arasında önemli farklılıklar olsa da kendisi de kolay olmayan yollardan geçen bu annenin hayata bakışı o gün kafamda bazı şeyleri değerlendirmem de çok etkili oldu.
O gün ilk kez, Gal ile yaşadığım zorlukların sadece onunla ilgili olmadığını anladım. Problem sadece Gal'in özel ihtiyaçları olan bir çocuk olarak dünyaya gelişi değil, benim onun dünyaya gelişi ile beraber içine girdiğim derin psikolojik karmaşa idi. Gerçekleri kabul etmek, yüzleşmek, onlara alışmak , her tür olasılığa hazır olmak ve hayata karşı güçlü olmayı öğrenmek kolay değildi. Bu bir süreçtir aslında. Genelde çoğu insan icin ihtiyaç duyulan bir süreç..sindirmek için! Sadece zamanla nasıl başaracağınızı öğrendiğiniz... Yaşayarak, vaz geçemeyeceğiniz şeylere sarılarak öğrendiğiniz bir şey... sizi eğiten, sizi geliştiren, belki de kimi yönleriyle sizi yücelten ve sizi sadece kimi insanların anlayabileceği bir süreç. Tüm bunlardan önemlisi çocuğunuzu sadece kendisiyle karşılaştırmanız gerektiğini kavrarken yeryüzündeki her insanın, her varlığın aslında başlı başına bir dünya olduğunu öğreten bir süreç..
İnsanların ne dediklerinin ve ne diyeceklerinin aslında ne kadar önemsiz bir teferruat olduğunu ise ben sadece zamanla anladım. Kollarımı sonuna kadar açıp çocuğumu var gücümle kucakladığım gün ise içimden kocaman bir yük kalktı....
Batya R. Galanti.