6 Ağustos 2018 Pazartesi

                                                    YANKİ



Kızım Lise'ye başladığı yıllarda sınıfında bir çocuk vardı. Adı Yanki'ydi...

Her gün onu anlatır dururdu Danielle.  Pek olumlu anlamda anlatımlar değildi bunlar.. Hani her sınıfta genelde kimsenin pek çekemediği, sinir olduğu, yaramaz, huysuz, herkesi bıktıran usandıran tipler vardır ya işte Yanki de böyle bir çocuktu..

Her gün hangi öğretmeni  neler yüzünden sinirlendirdiğini anlatırdı kızım.

" Anne bilemezsin çenesi bir dakika durmuyor..oraya buraya sataşıyor, bıktım artık, sesini , küfürlerini duymak istemiyorum inan.."

Durup dururken oraya, buraya sataşan bu çocuğun tabii ki ders durumları da parlak değildi..

Hiç bir dersi ne dinleyen ne de etrafına rahat veremeyen bu yeni yetme delikanlının tek avuntusu ise sanırım  yemekti..

Bütün gün çocuk kocaman sandwich'leri yerken hayatında eksik olan bir şeylerin avuntusu içinde idi belki de.. toplum içinde kendine bulamadığı yer, başarısızlığın getirdiği hayal kırıklıkları ve büyük bir ihtimalle aile içindeki sevgisizlik..

Bu çocuk mutsuzluğunun getirdiği olumsuz davranışların bedelini yine en ağır sekide kendi ödüyordu..

Kimsenin sempatiyle bakmadığı Yanki kendi içinde izole bir hayat sürüyordu..

Bir aralar oğlumu ata binmeye götürüyorduk. Bir çiftlikte,  bedensel ve ruhsal gelişimleri için oraya getirilen özel çocuklara rehber biniciler ata binmeyi öğretiyorlardı..

İşte o çiftlikte Gal'in ata bindiği bir gün, eşim bak kim var  karşıda dedi.. Ahırların bulunduğu tarafa baktığımda genç bir çocuk gördüm. Elinde ot toplama tırmığı ile samanları bir noktaya yığıyordu. Önce kim olduğunu anımsayamadım. Eşim " Bak Yanki ! " dedi.. Öğleden sonra okul çıkışında herkes gibi eve gideceğine Yanki bu çiftlikte, kızgın güneşin altında ter döküyordu.

Danielle'e anlattım aynı gün Yanki'nın çiftlikte ahırları temizleyip , atları semerlediğini gördüğümü..

O zaman 15 yaşlarındaydılar. O gün bana Danielle , Yanki'nin zor bir yaşamı olduğunu duyduğunu söylediğini hatırlıyorum. O ve ağbisini tek başına büyütüyordu annesi. Babasından nefret ettiğini söylemiş bir gün. Babasının annesini öldüreceğinden korktuğunu....

Yanki evinde saldırgan bir babayla büyüyen binlerceı çocuktan biriydi sadece..

Bir şeyler istediği gibi gitmediği zaman elini kaldırıp çocuğunun gözünün yaşına bakmadan vuran bir babayla.. Belki de sık sık karısını döven bir eş..ve sonunda isyan ederek yolunu ayıran karısını tehtid eden bir adamın gölgesinde yaşamak zorunda kalan çocukların parçalanan hayatları..

Geçtiğimiz bahar, bir Cuma günü idi..

Cuma günü Israel'de okullar yarım gündir, çoğu insanın çalışmadığı ya da yarım gün çalıştığı Cuma Avrupa'da Cumartesi gününün karşılığı olan gündür..

Oğlum geldiğinde çıkarız diye düşünüyorduk. Çıkmadan evvel internete girdim..haberlere göz atarken, başlıklar arasından bir haber gözüme ilişti.. " Rishon Le Tzion'da 18 yaşlarında bisikletli bir çocuk araba çarpması sonucu öldü" diyordu..

Kim bilir?

Oğlum geldi..Birlikte çıktık.. Alışveriş Merkezine gittik beraber.

Tam yemek için bir yerde oturduğumuzda telefonum çaldı..

Kızım askerden arıyordu..

Sesi buruk " Anne ne oldu bilemezsin?" Sesindeki heyecanı beni korkuttu.. O an

" Yanki ! dedi Yanki öldü..inanamıyorum!!

" Nasıl ??" dedim..

Anne Yanki bisikletiyle giderken ona araba çarpmış..

Yediğim lokma boğazımda kaldı..

Allak bullak oldum..

Yahudilerde cenaze bekletilmez.. Aynı gün askerden hafta sonu izni için gelen tüm çocuklar Yanki'nin cenazesinde bulunmuş...

Annesi ve kardeşi ve çok az sayıda insanın katılımdığı küçük bir törenle  18 yasında sonsuzluğa uğurlanan bir çocuk..

Yanki günlerce aklımdan çıkmadı.

Sonunda kendime bir iyilik yaparak Tanrı'nın bu mutsuz çocuğu yanına aldığında karar kıldım..

Bu hayatta anne babaları yüzünden yaşamları cehenneme dönen bir çok çocuktan biriydi belki Yanki..

Dilerim çocuklar mutsuz olmasın..

Kimse mutsuz olmak için dünyaya gelmesin..

Bugün neden mi Yanki'den bahsetmek ihtiyacını duydum?

Çünkü bu sabah haberlerde yaz tatili başladığından bu yana dört çocuğun bisiklet kazalarında hayatlarını kaybettiklerini okudum....




Batya R. Galanti


23 Mayıs 2018 Çarşamba


 
     HALKINI SAVUNANLARI LANETLEMEK



Geçtiğimiz hafta yine dünya ayağa kalktı..

Haklılar iki günlük Gazze sınırı olaylarının bilançosu 61 ölü..

Dünya televizyonları Gazzeli masumun hain Israel ordusu tarafından öldürülüşlerinin dehşetini yaşıyor.

İngiltere'de , Fransa'da insanlar Israele lanet yağdırıyor.

Son yedi haftadır, sınıra koşan binlerce arap Israel'de yaşayanların arasına karışmak istiyorlar.

Elektriği, suyu, eğitimi, sağlık hizmetlerini kendisine ulaştırmayan yönetime karşı baş kaldıramayan Arap Israel nefretiyle koşuyor..

Verdikleri yıllık vergiler, Israel'den ve dünya'dan yapılan tüm yardımlar onlara ulaşmadığı için koşuyorlar..

İhtiyaçları yerine terörle uğraşan Hamas yüzünden koşuyorlar..

Bir kişi değil,üç beş değil, yüz de değil..bin ..iki bin hayır on binler...

Hamas emretti...

Nereye koşuyorlar peki?

Sınırın ötesinde, tarım yapan, çalışan, ürün toplayan..okula giden, sıcağın altında ekmek parası için ter döken Israelli sivile kin duyuyor.. Ondan öç almak istiyor..Onlara  koşuyorlar işte..

Hamas demiş ki koşun, yoksa bilmem başınıza ne gelir..

Her savaşta olduğu gibi, tehtidle, zorla baş kaldırı.. Ama kime?

Israel ordusu günlerce önceden önlemler aldı tabii..

Sınırda tepeler oluşturdu..özel timler koydu..

Helikopterlerle bildiri yayınladı..

Sınıra gelmeyin

Biz sivillerimizi korumak zorundayız..


Dünya medyası da sınırda, kalpsiz, merhametsiz Israel ordusunun yapacaklarını bekliyor..

Çekim ekipleri olay yerinde

Haftalardır, sınıra getirilen çocuklar , yakılan binlerce lastiğin kustuğu simsiyah dumanlara karışan zehirli maddelerin içinde koşuşan çocukları çeken tv ekipleri yine aynı yerde..

Gazeteciler ve büyükler maskeler takmış..

Ya çocuklar , onların çoğu maskesiz

Medeniyet peki sordu mu neden çocuklar , neden büyükler değil?

Neden araplar çocuklarını korumak için savaşmıyor??

Kimse sormuyor..

Hayır!!  onların orada olmasından da Israel suçlu!!!

Çevrede yaşayan Israelliler korku içinde, uçurtmalarla kendilerine ulaşan yangınlar tarlaları, evleri tehdit ediyor.

Sınırı geçen teröristlerin daha evvel girdikleri evlerde küçücük çocukların boğazlarını kestiklerini bilen anne babalar ise neler düşünüyor aynı günlerde??

On binler koşuyor çitlere , aralarında üzerlerinde silah taşıyanlar, bomba yüklü teröristler var..

Peki hangisi içlerinden sınırı aşabilecek?

Kaçı acaba çevredeki bir kibutza, moshav'a doğru koşup zarar vermek şansını yakalayacak?

Geçen hafta sınırda 61 kişi öldü..

Lanetler Israel'in üzerine yağdı..

Siz ölün dediler.. Onlar yerine..

Doğru, Ya ben , ya onlar..

Acı da olsa bazen yaşananlar size en güzel , en açık şekliyle bunu gösterse de

Dünya memnun değil.. Israel sivillerini korudukça insanlar çıldırıyor

Sokaktaki küçük insan doğruları bilmiyor..

Küçük insan onlara ne anlatılıyorsa onu biliyor.

Onlar da  haklı.

Ama medya biliyor..

Medya saklıyor..

Olayların ardından geçen günlerde Hamas televiyonunda konuşan Hamas sözcüsü ölenlerden 50'sinin kendi militanları olduğunu açıkladı.

Bunu ben buradaki tv'de gördüm..

O programı, adamın konuştuklarını..

Israelli gerçekleri gördü..

Peki ya İngiliz gördü mü?

Fransız?

İtalyan?

İspanyol??

Onlara göre ölenlerin hepsi masumdu..

Ölenlerin çoğu terörist olsa ne fark eder..

Peki medya Arabi seviyor mu?

Hayır, sevmiyor.. sevseydi Hamas'ı desteklemekten vaz geçerdi.

Arabi sevmek bu değil

Sonuç ortada Hamas puan topladıkça , bu terör örgütü güçlendikçe işler daha çok karışıyor..

Gazze'de arap sürünmeye devam ediyor..

Radikalizm güçleniyor..

Ölümler çoğalıyor..

Aynı günlerde Esad yüzlerce insanı Suriye'de öldürdü..

Dünya bilmedi..

Konuşulmadı ki hiç.

Avrupa olayların soruşturulmasını talep etmiş Israel'den..

Kendi halkını savunduğu için!!!!



Batya R. Galanti.

13 Nisan 2018 Cuma

    HAYVANLAR VE BEN



Hayvanlar ve biz Türkler ya da Türk kökenliler.. Çocukluğum.. Beton binalar, Şislinin birbirine girmiş, çamurlu sokakları ve izbe bir apartman dairesinde geçen yıllar.. Doğa ve ben birbirimize ne kadar da uzaktık o zamanlar. Hayatımın en kritik senelerinin bu kadar yalın ve anlamsız bir ortamda geçmiş olması da acaba bir talihsizlik mi? Sadece ben değil, benim gibi aynı ortamı solumuş tüm tanıdığım çevrem adına soruyorum.. Ne ağaçlar ve çiçekler, ne bahçeler ne oksijen soluyan doğal ortamlar ne de hayatımıza renk katan hayvanlar benim çocukluğumun bir parçası olmadı .

Karanlık bir şehrin karmaşasında tüm bunlardan çok uzaktık

Hatırlıyorum da bir gün okulda öğretmen sınıfa sormuştu ; " Hanginiz evinizde hayvan besliyorsunuz?"

Eğer yanılmıyorsam koca sınıfta bir kişi bile parmak kaldırmamıştı..

Kısmen bu yüzden hayvanları çocukken çok az tanırdım. Onlar hakkında hiç bir bilgim yoktu neredeyse. Hayvan işte, düşünemeyen, anlamayan, sanki hiç bir hissi olmayan canlılardı işte . Ne kadar da yabaniydim..

Ama bu benim suçummuydum bilmem.

Aslında annem hep anlatır , daha iki yaşımdayken Büyükada'da o kasaba et almaya girdiği zaman kaşla göz arasında dışarıya fırlayıp, kapının ağzında yatan köpeklerin karınlarını küçücük ellerimle ovalayıp kuçu kuçu diye severmişim..

Bize en aşina hayvanlar sokakta, orada burada en zavallı halleriyle yaşayan kediler ve köpeklerdi.. Kuşlarsa dallarda cikcikleyen hani " O kuş beyinlilerdendiler" !!

Bizim binanın arka tarafı biraz olsun ağaçlık bir alandı. Kediler bir seneden diğerine orada ürüyorlar çoğalıyorlardı..

Biz birinci katta oturduğumuz için , kediler sık sık balkonumuza tırmanırladı.. Annem defile başladı derdi bahar aylarında. Camımıza işedikleri için sürekli camları silmek gerekirdi.

Dilleri tüylerine sinen kömürü temizlemeye yetmezdi zavallıların..Yoğun hava kirliliği onları hepimizden çok etkiliyordu..

Bir gün 8 ya da 9 yaşlarındayım. Annem o senelerde gözlerindeki problem yüzünden iyi göremiyordu . Beni çağırdı " Batyush gel, şu kedinin büyüklüğüne bak..!!" Odaya girdim, cama yaklaştım baktım iki başlı bir şey var orada sonra farkettim  iki kedi alt alta üst üste..Birden utandım anneme burada iki kedi var diyemeden;  Aa evet ! deyip içeri kaçtım..

Benim için bir İstanbul'da yaşayan derbeder kediler bir de haziran sonrası Büyükada'daki temiz, bakımlı mart ayı mahsulü yavrular vardı. Her yıl oynadığım,sevdiğim yeni yeni yavrular..

İki yaşında sevdiğim o güzelim  köpeklerdense bir kaç yıl sonra korkmaya başlamıştım . Çünkü sokaklarda sürü halinde yaşayan bu köpekler biz onlardan ne kadar çekiniyorsak onlar da bizden çekiniyorlardı. Ve bu yüzden insana tepkiliydiler.  Aşısız, bakımsız ve vahşiydiler ve bunun suçlusu tabii ki kendileri değildi.

Fakat annemin  kuduz korkusu yüzünden yaptığı uyarılar yüzünden köpeklerden ürkmeye başlamıştım..Geceleri gruplar halinde gezen bu canlıların tek savaşının hayatta kalmak olduğunu bilmiş olsaydım da ne değişirdi?

Genç kızlığa gelene kadar hayvanları biraz daha yakından tanımaya başladım. Ama hala hayatımın yakın bir parçası değildiler ..

13 14 yaşlarımdayken bir gün oturma odamızda ders çalışıyorum.. Yine bahar ayları gelmiş bir kaç kedi balkonumuzda sıraya girmişlerdi. Baktım bir kedi diğerinin üzerine binmiş, arkadan ağzıyla ensesini yakalamıştı. Diğer kediler sırada bekliyorlar. " Ben aman Allahım!! tecavüz!! zorla ırzına geçiyor , hatta bir tane değil ki , diğerleri de sırada!! .. Yerimden fırladım gittim kocaman sopalı süpürgeyi buldum. Kız kediyi kurtarmalıyım ( O zamanlar kedilerin çiftleşme kurallarını ne kadar bildiğim çok açık ortada tabii ) .. Açtım kapıyı, sopayla hepsini bahçeye attım.. Miyav sesleri, bağırış haykırışlar halinde bahçede birbirlerini tekrardan takipe girdiler.. Bense keyiflerini bozduğumun farkında bile değildim :)))

Arada yukarımızda Almanya'dan yeni gelmiş bir komşu taşınmıştı. Gerçek bir hayvasever. Zamanla hayvansever insanlar olduğunu da öğrendim.. Yaşım büyüdükçe  farklı insanlar tanıyordum . Sokak  kedilerini  besleyen seven evindeki kedisinden çocuklarından bile daha çok bahseden tatlı bir bayan. Bir gün merdivenlerde rastlamış anneme Almanya'dan kızının düğünüden döndüğünü anlattıktan sonra " Gel gel beş dakika kızımın fotoğraf albümünü gör demiş.. Annem oturmuş kadın şöyle kalınca bir albümle dönmüş. Annem bakıyor, birinci fotoğraf, şifonyerin üzerinde bir kedi, ikincide aynı kedi kanapenin üzerinde, yerde , yatakta  , iskemlede .....Albüm bittiğinde kadının hangi kızını daha çok sevdiği artık bir soru işaretiydi.

Bense bir süre sonra hep hayvanım olsa keşke rüyaları görmeye başlar oldum. Ama hangi hayvan bizim eve uygundu bilmiyordum. Çoğu zaman işte olduğum için köpek getirmem mümkün değildi. Hasta babama bakan annemin başına nasıl bırakırdım her an oraya buraya çiş yapacak bir yavruyu.. Kedi de olamazdı biliyordum.

Bir yaz günü ada turundan dönüyorum hafta sonu kalabalığı içinde püfür püfür esen güvertede oturduğum yerde yanıma orta yaşa yakın bir adam ilişti. Bir baktım parmağında muhabbet kuşu adam oturuyor,  Yemyeşil tatlı bir kuş. Tek anlayamadığım şey kuş nasıl olur da uçmuyordu. Herkes adama bakıp ona sorular sormaya başladılar. Adam, " Bugün doğum günü o yüzden onu gezmeye çıkardım " dedi. Oradan bir kadın evinde parti yapıp arkadaşlarını çağırabileceğini söyleyerek dalga geçerken, ben;  " Acaba parmağıma verebilirmisiniz kuşu? " diye sordum.. Kuş hemen elime geldi. Devamlı bir şeyler mırıldanıyordu. Papağanların konuştuğunu bilirdim ama muhabbet kuşlarının böylesi bir özelliği olduğunu bilmiyordum. Eve döndüm anneme bir kuş satın almak istiyorum dedim,

Ertesi gün kuşçu dükkanının yolunu tuttum, Içlerinde öyle güzel renkte kuşlar vardı ki. Bin bir kuşun arasından bir tane seçtikten sonra, bir de muhabbet kuşlarına nasıl bakılır diye bir kitap aldım. Çok memnunum ! Gerekli ihtiyaçlarını da temin ederek  eve geldim. Ama bir sorun var saatler geçiyor kuş hareketsiz.. Hayat yok, sürekli de ishal gibi. Kitaba bakıyorum, satın aldığınız kuş eğer hareketsizse hasta olabilir diyor. Ertesi gün dükkana geri gidiyorum. Bu şekilde üç beş kere kuşları geri götürmüştüm ne yazık ki. Arada komşuların ben kafes elimde gidip gelirken kafayı üşüttüğümü düşünmelerinden çekinmeye başlamıştım. Sonunda sevgili Kuki'mi bulana dek,,güzel kuşum benim..en az on kelime öğrettiğimiz , kendince neredeyse bir köpek kadar oyuncu , parmağımdan inmeyen tatlı kuşum..

Bugün evde beslediğimiz Pitzi'mize ( köpeğimize ) gelene dek olanlar bunlar..

Pitziyi de eşim getirdi . Yıllarca köpek evde beslenmez diyen eşim. Köpek bahçe ister ,açık alan  ister diyen eşim onu bir gün sokakta , başıboş ürkek bir halde koşarken bulduğu gün getirdi, Ve o gün bugün bizim ailemizin ayrılmaz bir parçası oldu. O çok sakin  bir apartman köpeği..

Bugün, geçmişe nazaran hayat ne kadar değişti.. Ya da benim çocukluğumdaki Türkiye'den bugünlere her yerde hayvan sevgisi farklı boyutlara ulaştı gibi. Avrupa'da, belki Israel'de geçmişte de insanlar evlerinde hayvan beslerlerdi fakat bugün Türkiye'de de artık insanlar daha bilinçli sanki.

Kimileriyse köpekleriyle, kedileriyle bizim Türkiye'de yukarımıza taşınan Alamancı komşumuz gibi çocuklarının ötesinde bir ilişki içindeler.

Bazısı onlardan konuşurken insandan bahseder gibi de konuşabiliyor hatta.. Ben de şaşırıyorum zaman zaman.

Mesela oturduğum apartman 16 katlı, haliyle çok farklı kişiler var. Çoğuyla selamlaştığım ve iyi bir iletişim içimde olduğum komşularım içinden tabii hafif garipçe olanlar da var.

Örneğin kırk yaşlarında bir müzik hocası oturur yukarı katlardan birinde. Çoğu zaman asansörde karşılaşırız. Beni gördüğünde direk Pitziyi sorar yanlız ve sonunda da mutlaka Pitzi'ye selam şöyle der. Senelerdir alıştım, artık bayanın ismini de bilmediğimiz için ailece ismi " Pitzi Nasıl " dır? Geçtiğimiz günlerde eşimle birlikte rastlaştık yine, eşim Pitzi sürekli seni soruyor demez mi kadına.  Ben dirseğimle eşimin hafiften koluna vurmaya başladım bu kadar bariz dalga geçmesin diye..

Pitzi'nin varlığı evde koşulsuz sevginin adresi . Hiç büyümeyen bir bebeğe bakmak gibi.. Tek beklentisi en temel ihtiyaçlarının karşılanması ve ona verdiğimiz sevgi..

Ha tabii bir de her akşam her koşulda onunla çıktığım gezmem var. Geçenlerde annem cepten arıyor tam dokuz civarı . Pitzi'yle aşağıda tur atıyorum  diyorum.  Annem telefonda!! " Hahaha çok romantiksiniz!! " demez mi?

Tabii köpeğinizle dolaşırken diğer köpek sahipleriyle girdiğiniz;  Cinsi ne ?  , Yaşı kaç ? muhabbetleriniz var bir de .. Geçen haftalarda bir genç bayan yaşını sordu. On yaşında deyince " Aaaa çok genç görünüyor demez mi.. En fazla 3 verirdim !" diye de devam etti sonra.. Botox yaptırıyoruz ondan diyecek oldum..

Geçtiğimiz aylarda bir akşam yine Pitzi'yi aşağıya indirmek için tasmasını taktım, asansöre bindiğimde komşulardan yine bir hayli tuhaf olan epey gençtten bir bayan asansördeydi.

" İyi Akşamlar diyerek içeri girdim ,. Asansörde inerken  başım eğik, aklımda bir sürü düşünceler,  dalgın bir hallerde dururken.. Yanımdakinden bir ses " Benziyorsunuz!!"..
 O an yanımda ne kızım, ne oğlum,..ona baktım gülümsedim.. Kendi kendime " Bu ne diyor ? ... diye düşünürken  " İkiniz de zayıfsınız dedi.. Pitziyi kastediyordu.. Hayatımda çocukken annemle babama benzediğimi söylerlerdi. Cocuklarımı ise sık sık bana benzetirler. Kız iyice gaza geldi ,
" Sadece zayıflık olarak değil, yüzünüz de benziyor " diye devam etti.
Haklısın der gibi oldum. Ben de gülüyorum.. Biliyorsun köpekler sahipleriyle dura dura zamanla benzeşirler diye adeta birde bilimsel açıklama da getirdi.  Ayrılmadan önce alınmadın değil mi diye de sordu. Bense yok canım ne var ki alınacak.  Pitzi'ye sormak lazım o alınmış olmasın diye gülerek devam ettim. 

İnsan kimden alınacağını seçmeli galiba :))

Hayvansız bir ortamdan onlarla yaşamsız bir hayatı düşünemediğim günlere kadar benim onlarla olan macerlarım da şimdilik bu kadar..

Onların güzel varlıklarının yaşamımızdan hiç eksik olmamasını diliyorum....



Batya R. Galanti

11 Aralık 2017 Pazartesi


                                                   BENİM KIZIM ASKER





Geçen hafta akşam yürüyüşüme çıkmıştım. Her zamanki güzergahımda , kulağımda en sevdiğim melodilerle yaptığım yürüyüşlerimden birine.

Her gün kendime ayırdığım bir saatlik yürüyüş beni günlük stresimden uzaklaştıran, rahatlatan tek şeydir. Yol boyu gözümü çoğu kez alamadığım palmiye ağaçları ve etrafta kimi kimi rastladığım müdavim jogging severler dışında çoğu kez kendimi kah yirmi otuz yıl evvelinde bulduğum,  kah günlük olayların analizini yaptığım, ya da içimi sadece yoğun duygulardan  boşaltıp adeta bir çeşit meditatasyon moduna girdiğim yürüyüşlerimden biriydi ki yine , karşıdan bir grup gencin koşar tempoda geldiğini gördüm.

Hepsi siyah t-shirtlerleydi. Çoğunluğunun erkeklerden oluştuğu , aralarında iki üç kızın da bulunduğunu gözlemlediğim çocukların arasında en önde koşanlar ellerinde bir sedye taşıyorlardı.

O an bulunduğum nokta evime bir kilometre uzaklıkta bulunan yemyeşil kocaman bir  sahanın hemen yanıydı. Yıllar önce o yeşil sahada spor yapan insanların ortasında görmüştüm ilk kez böyle siyah t-Shirtlerle idman yapan gençleri ve o gün bana eşim bu çocukların  askeriye tarafından komando erliğine seçilmiş gençler olduğunu söylemişti.



Her yıl liseyi bitirmek için sınavlardan geçen gençler tüm bu yoğun dönem içinde okul bitirme sınavları dışında askeriye tarafından üç ayrı görüşme için Israel'in Tel Ha Shomer'deki merkezine çağırılırlar. Bu görüşmelerde her gencin bedensel, psikolojik ve kognitif  durumları inceden inceye kontrolden geçirilerek , lise sonrası girecekleri mecburi hizmette yer alabilecek durumda olanların hangi görevlere tayin edileceklerine karar verirler.



Karşımda koşan genç çocukların çoğunun hala yüzleri yeterince olgun bir erkek havasına girmemiş göründüler bana. Sanki ben hala çocuğum diyorlar . Arkalarında erkeklerin temposuna ayak uydurmaya çalışan genç kızlara inanmaksa ne zor. Çünkü erkeklere karşın kızlar komando erliğine sadece gönüllü olarak katılabilirler. Sadece kendileri isterlerse ve tabii bu zor görevi kaldırabilecek kuvvete sahiplerse.

Kimileri arkadaşlarını sırtlarına almışlar .  Bir an bütün vücudumu bir ürperti sardı. Gözlerim doldu. Beni , küçük oğlumu, karşı kaldırımda yürüyen yaşlı adamı korumak için omuzlarına yüklendikleri bu çok tehlikeli görev için ne kadar da genç olduklarını düşündüm. Hayatlarının en civcivli zamanlarında haftasonu hangi diskoteğe gideceklerini düşünmek yerine arkadaşlarını  sırtlarına almış koşuyorlar.

Önümüzdeki bir iki ay içinde alınacakları askerlik programı içinde en zor koşullar için kendilerini hazırlayan bu gençler bugüne dek dünyadaki her normal çocuk gibi, tarih, felsefe ve matematik okudular. Annelerinin gözbebekleri olan bu çocukların ne yedikleri , ne içtikleri, gece nasıl uyudukları, okulda mutlu olup olmadıkları ne kadar büyük önem taşıdı hep.

Her normal çocuk gibi denize gittiler, arkadaşlarıyla oyun oynadılar .. Buraya kadar her şey Amerika'da, Avrupa'da olduğu gibi idi.

 Hayatın normal olduğu diğer gelişmiş ülkelerde 18 yasındaki çocuklar bundan sonra da biten  sınavların ardından gidecekleri tatilin hayallerine kaptırıverirler kendilerini. Belki de ilk aşklarının büyüsünü yaşadıkları güzel gecelerde dansın, müziğin temposunda sarhoş olurlar.



İki ay evvel kızımı askeriye'ye teslim ettiğim sabaha döndüm birden.



Son güne kadar çok fazla üzerinde durmadığım bu önemli olgu o sabah bir anda beni bambaşka duygulara alıp götürdü. Bu kadar heyecanlanacağımı hiç düşünmemiştim . Bana kızımın askerliği , sanki bir çeşit okul yıllarının farklı bir versyonda devamı gibi geliyordu ilk başlarda. Kız asker işte!

Ona verilecek görev için her sabah evden çıkacak . akşam da yine evine gelecekti.



Askere alındığı gün gelip çatınca, sabah evimize bir hayli yakın olan Tel Ha shomer'e götürdük onu. Yanında kocaman bir valizle. Tüm ihtiyaç duyabileği günlük seylerle dolu valizi.

Merkeze vardığımızda karşılaştığım manzara karşısında bir anda kalbim sıkıştı, o ana kadar hissetmediğim çok yoğun bir heyecan kapladı içimi. Geldiğimiz yer o kadar kalabalıktı ki. Tüm askere alınan genç çocukların   aileleri ve yakın arkadaşları yanlarındaydı. Etrafıma baktığımda çoğu annenin gözlerinde yaşlar gördüm.

Kızım bana daha önceleri sormuştu, " Anne, sen eminim askere gideceğim gün ağlarsın degil mi? !" . Kızım beni tanıyor, nasıl duygusal olduğumu. Bense " Ne var ağlayacak, sen her gün eve geleceksin demiştim. ! " saf saf...

Bu geçtiğimiz yaz , askeriyede aylar önce gittiği görüşmelerin ardından geçen uzun zamandan sonra,  görevinin ne olduğunu öğrenmişti. Kısaltılmış kelimelerden oluşan bu görevin adı bende hiç bir çağrışım yapmıyordu. Kızım bana " Anne araştırdım, kabul edildiğim görevde çok önemli ve gurur duyman gereken bir sorumluluk taşıyacağım hizmetim boyunca!"


Onun her gün eve geleceğini zannettigimde  bu yüzden gülüp geçmişti. O benden daha iyi biliyordu.


Tel Har Shomer'de digital tabloda ismi çıkınca, onları çaylaklık dönemi için bekleyen üs istikametinde  yola çıkacak otobüse doğru adımları hızlanırken içimde bir anda bir şeyler koptu.

Bana ne olduğunu anlamadım; sadece dört yaşındayken bembeyaz elbisesi ile doğum günü için yuvaya koşuşturduğu günü anımsadım birden. Elimde onun için hazırladığım doğum günü pastası vardı. O sabah ne kadar da neşeliydi,   fakat bir anda ayağı takılıp düşmüştü.  En sevinçli anında bacaklarından akan kanlarla bir anda yüzündeki sevincin yerini alan üzüntü ve acıdan kıvranan küçük kızım.


O küçük kızın nasıl büyüdüğünü anlamamışım .


Bana bir anda sarıldı, " Maman!" Kızım beni Maman diye çağırır. Sıkı sıkı sarıldı Ne tuhaf! onun kollarında kayboldum. Küçücükken onu kucağıma aldığım günlerin tersine bugün onun kollarında ben küçük kalıyorum. Onu askeriyeye teslim ettiğim günün ilk gecesi annelik görevimin sonuna geldiğimi sandım bir an. Ona karşı olan sorumluluğum o gün askeriye ile el değiştirmişti.



Bazı şeyleri toparlamam bir iki gün sürdü.



Anneliğimin hiç bitmeyeceğini  sadece bir dönemin kapanıp yepyeni bir dönemin başladığını anlamam. Her akşam , beni özlemle arayan kızımın sorduğu sorularda, iki haftada bir döndüğü yuvasında aradığı sıcaklık anneliğin hayat boyu bitmediğini bana hep gösteriyor.

Dün yine en az iki haftalık bir süreç için yeni üssüne doğru yola çıktı.


Trump'ın geçen günlerde yaptığı " Jerusalem Israel'in başkentidir " açıklamalarıyla yeniden alevlenen kimi olayların neler getireceği soruları akıllarda dönüp duruken sırtında kocaman  çantasıyla onu bekleyen görevi için ilk otobüse binmek üzere bana yeniden sarıldı.

İki yıllık bir dönemi kapsayacak bu görev ona sadece gurur veriyor.


Kızlar için iki , erkekler içinse üç yıl  süren bu hizmet dönemi insan hayatını baştan sona etkileyen ve  Israel gerçeklerini diğerlerinden en keskin hatlarıyla ayıran bambaşka bir olgu.


Daha aylar önce matematik sınavı için saatlerce odasından çıkmayan Danielle ve onun gibi tüm gençler eğitimlerine bir kaç yıl ara vererek alındıkları askeri hizmetle dünyanın belki de hiç bir ülkesinde mevcut olmayan bir şekilde her şeylerinden bir çırpıda  ödün vermek zorunda kalıyorlar. Ancak yıllar sonra kaldığı yerden devam edecek olan yüksek eğitimlerinden,  özel hayatlarından, kişisel isteklerinden, hobilerinden, aşklarından  ve ailelerinden ödün vererek bu küçücük toprağı koruyabilmek ve kalan insanların  gündelik yaşamlarına normal bir şekilde devam edebilmelerini  sağlayabilmek için.


Israel'den ve  askerinden ve onunla ilgili herşeyden ölesiyle nefret eden milyarlarca insana rağmen, sevgiyle, özveriyle ve en içten duygularla vatanlarına hizmet eden  ve bu toprağı korumaya devam etmezlerse onlar için başka hiç bir gerçek yuvanın mevcut olmadığının bilinciyle gencecik yaşlarında omuzlarına yüklenen bu ağır yükü olgunlukla taşıyan evlatların bizim için ne kadar değerli oldukları açıktır.


Bugün tamamen bir ütopia gibi gelen gerçek bir barış hayali ise gencecik yaşta bir karış toprak için ölmemesi gereken çocukların son derece değerli olan canları için her gece yatağımızda ettiğimiz duaları süslüyor.

8 Eylül 2017 Cuma

                     

                NE TATLI DİLDİR ŞU LADİNO


Geçen akşam annem bize yemeğe geldi..

Baktım oturdu oturmadı teyzemi arıyor. Haber vermeyi unutmuş. Merak etmesin.

Teyzem annemin hemen yukarısında oturur. Her şey haberli yapılır onlarda..

" Mi ijika  vino a tomar me!" Kızım beni almaya geldi..

Mi ijika...Ne hoş .. Küçük kızım benim...

Gelecek ay 50 yaşıma basacağım ama hala Annem bana " İjika diyor..

İspanyolca'da İja kız demek ..sonuna eklenen " ka"  ise , küçültme eki.. Kızcağızım, küçük kızım, minik kızım    ..işte öyle bir anlam oluyor ijika denince..

Ben hadi 50'ye basacağım..ya 60'ına 65'ine gelmiş bir tanıdığımız için  bugün Esterika uğradı demiyor mu hala bizimkiler.

Tatlı mı tatlı, şeker mi şeker bir dil şu bizim Ladino..

Herşey güzellikle, tatlılıkla, küçültme ekleriyle bezenmiş bir dil..

Sadece insanlar değil her şey çok şirin, çok hoş..

Yemekler, yerler, nesneler vs...

Un pedaso de keziko...una azetunika, una kazıka hermoza, una kucharika...

Adam ada'da üç katlı villa almıştır.. Kadın anlatırken " Merkaron una kazıka en L'ada  :) der...

( Ada'da küçük bir ev almışlar..:))) )

Sabah kahvaltıda anne çocuğuna " Kome dos tres azetunikas ez bueno!!" diye diretir...

( Bir iki tane zeytincik ye, ne var! )

Geçen yıllarda eşimin yeğeni anlatıyor.

Onlar da Türk kökenli.. Küçüklüğünden hoş bir anı..Birinci sınıfın ilk günlerinde öğretmen sınıfta sormuş..

" Mem  harfiyle yani M harfi'yle bir meyve ismi yazın.. Karmit parmağını kaldırmış heyecanla;

" Mansanika!!" Öğretmen, böyle bir meyve yok! demiş. Karmit " Olmaz olur mu benim annem bize her gün  mansanika verir!!" demez mi :))) ( Mansana , elma demek )

Bir de bu lisanı bozuk konuşanlar var. Hani kararından fazla türkçeyi içine sokanlar.  Arkasına önüne koydukları sözümona ispanyolca eklemelerle ortaya attıkları yeni, yepyeni kelimelerle bu lisanı iyice kepaze edenler..

Bunun üzerinden kendi cemaatimizde bestelenen şarkılar..herkesin tanıdığı klasik " El vapor se yanaşeyo al'askala de Büyükada.. " cinsi komple türkçe cümleler..

Yıllar evvel Osmanbey'de gidiyordum , çok genç iki bayan aralarında nedense İspanyolca konuşmaya çalışıyorlardı. Shabat için ne yemek yaptığını söyleyen kadın " Pişiriyi fasulyas!!" derken , kendimi oldu olacak Türkçe konuşun olsun bitsin dememek için zor tutmuştum.

Eh böyle bir ladinoyla sohbet etmeye çalışan iki vaziyo'ya ( Boş insana bizde vaziyo derler ) Türk garsonun " Valla abi bu Ladinoyu ben bile anlıyorum yaw " diyebilmesi doğal..

500 yıldan fazla geçen bir dönemin ardından genç sayılacak bir nesilden daha iyi bir İspanyolca çıkamıyor  sanırım..

Türkçe kelimeler her halükarda Ladinonun  lugatında bir hayli yer tutarken eşimin gençliğinden kalma bir hikayesi  geldi aklıma..

Eşim genç çocukken bir gün işten gelmiş annesine " Anne bak bu loteri , çekilişe katıldım, büyük hediye de otomobil demiş.. Annesi o an .. " Ya es bueno si te sale un otiko çikitiko" deyivermiş..  ( Hadi, küçük bir otomobil çıkar sana inşallah giblerinden! )

Ertesi günlerde eşim iş dönüşü, elinde bir ütüyle gelivermiş :)) " Anne , bir daha ki sefere otiko motiko yok.. Oto de lütfen " Açık ve net.. Çıka çıka   " Utiko" çıktı ..........( Ütü..ispanyolcalasmış haliyle bizde uti olmuş..küçültmesiyle  de utiko olmuş!!!)

Neyse bu kez de böyle oldu, biraz da gülümsemek istedim..

Arada Shabat için kalkayım da " Metere a kozer :) unas bamyikas kon un aroz ( Akşam için bamyacıkla  pilav pişireyim:) )

Herkese benden Shabat Shalom...























22 Ağustos 2017 Salı




                       ORTADOĞUDAN DÜNYAYA YAYILAN RADİKALİZM

                                                  VE ARAP ISRAEL SORUNU




Geçtiğimiz Cumartesi sabahı, sıcaklarla birlikte  uykusuz geçen bir çok geceler gibi yine  bölük pörçük bir uykunun ardından günün ilk ışıklarıyla başlayan  bir güne daha zoraki gözümü açtım. Aklıma gelen ilk şey gece yatmadan izlemiş olduğum korkuç görüntüler oldu.

Barcelona'da  Terör!!

Yıllar evvel Israel'de , Tel Aviv'de hayatımızı karartan terörün on beş yıl sonra Avrupa'nın tam orta yerinde boy göstereceğini kim düşünebilirdi.

Barcelona'nın göbeğinde binlerce kişinin gezdiği bir anda, dünyanın en güzel , en popüler,  en turistik köşelerinden birinde güzel bir yaz günün tam orta yerinde kimin aklına gelirdi böylesine dehşet anlarının vuku bulabileceği!!

Fas uyruklu gencin kullandığı araçla önüne çıkan insanları yaşı, cinsiyeti farketmeden acımasızca ezmesinin ardından  çekilen görüntüler unutulacak gibi değil.

Sabah gözlerimi acar açmaz zihnimde tekrar o küçük çocuk canlandı. Bembeyaz bluzu, sortu yine tertemiz çoraplarıyla yerde kanlar içinde yatan küçücük çocuğun cansız görüntüsü.
Tanrım bu nasıl şeytanca bir eylem. Hangi insan bile bile küçücük bir çocuğu öldürebilir?

Peki bu insanların amaçları ne? Avrupa'dan , dünyadan istedikleri şey nedir?

Ben çocukken dünyanın sonunun geldiğini gösterecek olan alametlerden bahsederlerdi. Bunlardan ikisi hep aklıma takılır. Mevsimlerin birbirine karışması ve din savaşları.

O zamanlar 21. yüzyıla girdiğimiz bu devirde din savaşları neden olsun derdim.

Aklıma gelmezdi ki..

1988 yılında Hint asıllı İngiliz yazar Salman Rushdie " Satanic Verses " ( Şeytan Ayetleri ) kitabını yayınladığı zaman İran Cumhurbaşkanı Ayetullah Humeini başta olmak üzere hakkında ölüm fetvası çıkardıklarında Ortadoğu insanının liberalizm ve demokrasi karşısında aldıkları tavır açıkça belliydi.

Bugün Avrupa'yı yavaş yavaş saran ateş doğunun batıya karşı açtığı bir savaştır. Karanlığın aydınlığa karşı başlattığı bir savaş. Yüzyıllardır eğitimi, bilimi , sanatı reddedenlerin köhneleşmiş beyinlerinde ağını ören örümcek misalidir din adamlarının onlara zikrettiği saplantılı mesajlar.

Israel'de 2000'lerden bugüne yaşanılan terör  bugün Arapların  Avrupa'ya göçüyle beraber bu kıtaya taşınıyor. Bu insanlar gittikleri her yere adeta ölümü de taşıyorlar.

Ortadoğudaki savaşlardan  kaçanlar geldikleri cenneti de cehenneme çevirmekte hiç geç kalmamış görünüyorlar.

Milyonlarca insanın savaş halinde olduğu Ortadoğu'da terör kamplarında eğitilen çocukların ortasında sadece tek bir ülke  tüm dünyaya bilim ve teknoloji ihraç ediyor.  Ve onu yayılmacılıkla suçlayan Batı kendi içindeki radikalizmi Israel'in yaşadıklarından ayrı tutuyor.

Barcelona'da yaşanan terör hadisesinden bir ay evvel El Aksa yakınlarında görev başında bekleyen iki polis üç arap gencin silahlı saldırısında öldürüldüler. Olay yerinde çıkan silahlı çatışmada daha sonra bu silahlı teröristler Israel Polisi tarafından ölü ele geçirildiler.

Olayın hemen ardından filistinli gençlerin silahları camiinin içinden aldıklarına dair görüntüler meydana çıktığı için polis El Aksa'nın içinde  saklanılmış başka silahlar olup olmadığını araştırmak amacıyla camiyi geçici olarak kapattı. ( sadece iki gün) . Arama ve soruşturma için.

Arapların her tür şiddet olayında kendilerine fırsat bildikleri durumlar yeniden gündeme geldi tabii. Israel'in Tapınak Tepesinde Status Quo'yu değiştirmeye  çalıştığı iddiaları, esas amacın El Aksayı yıkıp burada Yahudilere ait beklenen tapınağın inşaası gibi uydurma hikayelerle yenilenen gösteriler. ve şiddet olayları..

Tüm bu olayların ardından camiinin girişine sadece güvenliği kontrol altında tutmak için konulmak istenen özel güvenlik kapıları ise yanlız Arapları değil adeta bütün dünyayı ayağa kaldırdı.

Ne tuhaf değil mi?

Güvenliği sağlayan iki polisi sen gel camiiye soktuğun silahınla çık öldür ve sonra her tür önleme karşı dünyaları kopar.

En ilginci ise Avrupa basınında o günlerde takip ettiğim haber başlıkları ve yazılar.

Örneğin Le Monde gazetesindeki makalede sorunun temelinin Israel'in sürdürdüğü işgal olduğu üzerinde durulmuş.

1967'den bugüne süren işgal ve yapılan yeni yerleşim birimleri.

Araplardan çok Arap haklarını savunanlar.

İçlerinde yaşayan milyonlarca Müslümanın varlığı mı onları buna iten? Kendilerinden bir parça haline gelen yakın dostlukları mı? Belki bugün  kurdukları ortak kültür mü? Komşuları mı? Okul arkadaşları mı? Yoksa ticaret mi? Yaşadıkları ortak dünyada onlardan olan beklentilerinin bizden çok daha fazla oluşu mu? ya da bugün enselerinde daha da çok hissettikleri terör tehtidi mi onları bu derece Anti Israel yapıyor.

Kimse bana insan haklarından bahsetmesin...

İkiyüzlü olmanın haceti yok..

2000 yılında Ehu Barak Arafat'a Camp David zirvesinde Yerushalayım'ın statüsü dahil herşeyi masaya yatırdığında Arafat bunu barış için , kendi gelecekleri için bir fırsat olarak göreceğine elinin tersiyle tüm teklifleri reddederek Ramallaha döndüğünde II. İntifada için yeşil ışığı yakmıştı..

2000-2005 yılları arasında  1000'den fazla Israelli teröre kurban gitti. Neden? Barışa şans vermek istedikleri için. Kurulduğu günden beri savaşmaktan yoruldukları için. Artık insan gibi yaşamak istedikleri için.

Bugünlerin gelişi  barışa verilen şans ile başladı. Israel solu 90'larda Araplarla barış için masaya defalarca oturdu.

Israelin kendilerine ödün vermeye hazır olduğunu görmelerinin ardından , gözlerinde düşmanın zayıf düştüğü imajı canlanan Araplar hiç bir zaman varlığını kabul etmeye hazır olmadıkları Yahudi Devletinden sadece uluslararası cemiyetin barış karşılığı ön gördükleri toprakları değil Israel'in  tümünü istediklerini çekinmeden söylerken teröre hız verdiler. Amaçları barış değildi.

1993 Oslo Antlaması ardından otobüsler, kafeler, restoranlar her yer hedefti, her zamankinden daha fazla hedef..

Parçalanan cesetleri duvarlardan kazımak, patlayan bombalardan geriye kalan otobüs iskeletinin içinde oturduğu yerde kömür haline gelmiş insan manzaraları ve bu dehşete tanıklık eden  beyinlerden yıllarca çıkmayacak travmalar bugünlere kadar bizi taşıdı..

Batı Şeria ile Israeli ayıran Duvar bu intihar bombalarının sonuçlarından.

Ülkelerinde gerçekleşen bir iki terör eyleminin ardından Aşırı Sağ Partilere verdikleri oy oranı bir anda fırlayan Avrupa Israeli utanç duvarı örmekle suçluyor.

Israel Barış yapmalı..doğru bence de yapmalı..


Sizinle barış içinde yaşamak isteyen insanlarla yanyana daha güzel bir dünya için barış en doğrusu. Büyük emeklerle, sevgiyle büyüttüğünüz çocuklarınızı bir gün savaşta kaybetmemek için barış . Umutla dolu bir gelecek için barış.  Hayatımıza anlamsızlık yükleyen bir savaşın ardından koşmamak adına barış.

Halbuki bugüne dek Israel'in Arapların ellerine teslim  ettiği her karış toprak bugün terör yuvası.

2000'de Ehud Barak'ın boşalttığı Güney Lubanan'da Hizbullah Israel'e karşı gelecek savaşta kullanmayı planladığı  binlerce füzeyi depolamakla meşgul , 2005'te Ariel Sharon'un çıktığı Gush Katif  bugün Hamasin  terör merkezi, Mısır'la yaptığı barista Begin tarafından Enver Sedat'a geri iade edilen Sinai Yarımadası Daesh'in en büyük terör üstlerinden biri bugün.

Üç karış toprağın ne tarafına dönerseniz radikal islam karşınıza çıkıyor.

Örneğin Golan Tepeleri.. Israel için hayati bir öneme sahip olan bu tepeler 1967'den beri Israel'in kuzeyini güvence altına alan tepeler.

Batı her fırsatta bu tepelerin de Araplara geri iadesinden bahsediyor.

Bugünkü durumu şöyle bir gözden geçirecek olursak,  Israel acaba hangi Araplara geri vermeli bu tepeleri?

Hizbullah? Özgür Suriye Ordusu?  Esad?  Daesh?  Hangi radikal grubu seçmemizi isterdiniz??

1967'de alınan topraklardan çekilmek mümkündü  EĞER

Karşımızda Israel Devletinin varlığını tanıyan , barış içinde yaşamayı gerçekten isteyen , çocuklarını korumak ve eğitmek için ellerinden gelen her şeyi yapan, Israel ve Uluslararası Cemiyet tarafından  kendilerine verilen yardımları eğitim için daha iyi bir gelecek için harcayan bir toplumla yaşamak durumunda olsaydık. İşte o zaman barış için ümit beslemek mümkündü. Ve bu uğurda çok daha fazla ödün ve toprak vermek mümkündü..

Kuzey Amerika'da yaşayan milyonlarca Kızıldereli'den geriye bıraktıkları  bir avuç insanla birlikte bugün İngilizce konuşan Kuzey Amerika kıtası, Güney Amerika'da İnkalar ve Mayalar'ın topraklarına  İspanyolcayı sokanlar, Avustralya'da Yeni Zelanda'daki yerliler yerine yeni kıtalarda yeni ülkeler kuranlar, Afrika Kıtasını bugüne dek sömürenler Israel'i yayılmacılıkla suçluyor.

Bense 8 milyon nüfusuyla 1948'den bugüne var olan  ülkeme bakığımda haritada hala küçük bir kırmızı nokta görüyorum.

Batı Şeria'da yerleşen yahudilerse Israel'in merkezini koruyan etten bir duvardır.

Keşke bu yerleri gerçek bir barış uğruna verebilecek bir ayrıcalığa sahip olsaydık.

Israel'in yayılmacı denen  politikasının temeli kanımca  sadece ve sadece çevresinde güçlenen radikal akıma ve düşmana karşı Israeli dar bir koridora sıkıştıramayacak kadar tehlike altına sokacak ödünlere şimdilik hazır olmamasının bir sonucudur.

Tapınak Tepesinde gezen güvenlik güçlerine duydukları husumeti en az Araplar kadar dile getiren Batı Basınının anlamadığı şey 1967'de Yerushalayım istila edilmedi , ilk kez özgürlüğe kavuştu.

Her yıl bir kaç milyon Hıristiyan Hacının ziyaret ettiği Saint Sepulcre Kilisesine varan Via Dolorosa yolunda Yeşhu'nun ( Hz, İsa'nın) çektiği acıyı anan inananları koruyan varlıktır Israel askeri . ( Sizler ona nefretle bakmaya devam etseniz de )

Yahudi Devleti bu şehirde üç dine var olmak özgürlüğünü getirmiştir.

Yerushalayım'de, eski şehirde  El Aksanın hemen dibinde bir kilisenin çanlarını hala  çalabilmesinin tek güvencesidir bu devlet.

Radikal İslami Avrupa'da Yahudi Devletine karşı savunan liberal dünya bunu bugün görse de görmese de ..

Franz Kafka'yı, Henri Bergson'u, Sigmund Freud'u Albert Einstein'ı,  Mendelssohn'u, Baruch Spinoza'yı ve daha nice yazar, düşünür, bilim adamı ve müzik insanını  Avrupa'ya hediye eden bir cemiyete karşı durmuş toplumların bugün Israel devletine karşı katıksız düşmanlığını anlayabilmek mümkün belki de....











23 Haziran 2017 Cuma



                        APARTHEİD ÜLKENİN MUTLU AZINLIĞI


Bundan iki hafta evvel birden bire dişim ağrımaya başladı.  İki yıl evvel de aynı şey olmuştu.  Sonunda bir sorun çıkmamıştı. Yine aynı diş, bu kez daha çok ağrıyor. Bu sefer kaçış yok diye düşündüm. Mutlaka bir sorun var. Ne kadar da nefret ederim dişçiye gitmekten. Ama çaresi yok tabii..
Bir kaç günlük bekleyişin ardından mecburen Dr. Halled'in kliniğinde buldum yine kendimi.
Doktor her zamanki babacan haliyle beni karşıladı.
Yafo'nun bilinmiş ailelerinden gelen Halled  Müslüman Arap bir Israelli. Hastalarının büyük çoğunluğu ise yahudiler. Onunla tanıştığım ilk günden ona kanım ısındı çünkü hastasını rahatlatan , güven veren kişiliğinin yanında  işinin ustası bir insan.
Dişçi koltuğuna  her zamanki ürkek halimle yerleşirken bu kez başıma mutlaka bir iş çıkacağından emindim. Fakat kısa bir muhayenin ardından , Halled  " Dişlerin mükemmel, hiç bir sorun yok. Sancının sebebini bilmiyorum ama bazen insanda açıklanması güç şeyler olur ve bunlar kendiliğinden geldikleri gibi geçerler " dedi.
Dr'dan çıktığımda çok mutluydum. Üzerimden büyük bir yük kalkmış hissi vardı.
Her zamanki güneşli havanın keyfini çıkarmaya karar verdim.
En iyisi yürümekti. Genç kızlığımdan beri en sevdiğim şey olabildiğince yürümektir.
Etrafımı seyrederek, günlük yaşam içindeki insanları gözlemleyerek yolları arşınlamak en büyük zevktir benim için.
Yaşadığınız yerde bir turist gibi gezinmekte mümkün zaman zaman. Kendiniz için programlamadığınız bir zaman boşluğuna soktuğunuz bir gezi.
Soldan gitsem, Yafo'nun denize bakan ara sokaklarından direk limana yürüyebilirim.  Sağdan gidersem Yafo'nun iki ana caddesinden biri olan Yefet'e , oradan da Bit Pazarı ve eski Osmanlı saatinin olduğu meydana kadar yolumu uzatmam da mümkündü.
Yafo bana Yeruşalayım'de ( Kudüs'te )  Eski Şehir 'in bulunduğu dar sokaklarda da hissettiğim benzer duyguları yaşatır. Tipik bir Ortadoğu şehrini solumak hissidir bu.

Dr. Halled'in kliniğinin bulunduğu noktadan denize devam eden ara yollar aslında çok hoş evlerle doludur.

Bu evler son yıllarda restore edilmiş, kimileri tamamen yeni inşaatler . Yafo gittikçe daha çok değer kazanıyor. Burada ev almak herkesin harcı değil. Milyonlarca dolarlık mülklerle dolu Yafo'nun bu bölgesi.  Kimi eski evlerin de yanında çoğu yeni yapılarla dolu dar yollar masmavi denize kadar uzanıyorlar.

Şimdilik sağdan gitmeye karar verdim. Yefet caddesi tam bir Ortadoğu karmaşası örneği. Buranın esnafının büyük çoğunluğu Israelli Araplar. Yan yana dizilmiş dükkanlar tipik Arap tarzını yansıtıyorlar. Dükkanlarının önlerinde iskemlede müşteri bekleyen genç adamlar bana İstanbul'un kimi semtlerindeki dükkan sahiplerini hatırlatıyorlar .

Yafo'da yaşayan bir çok Hıristiyan Arap ta var.

Bit Pazarına vardığımda ise ortam kısmen değişiyor. Yahudiler ve Arapların karma bir ortamda çalıştıkları Bit Pazarında  kafeler , küçük lokantalar gün geçtikçe daha çok yer kaplarken son yıllarda buraları daha bir bohem tarza bürünmeye başladı.

Ivır zıvır bir  çok şeylerin satıldığı, kimi el halılarının yerlerde satışa çıktığı dar sokaktan sağa saptığımda birazdan Osmanlı saatininin bulunduğu meydana çıktım. Yine sağımda Yafo'nun en ünlü Fırını; Abulafya.

Taa 1879 yılından bugüne işleyen Fırın Israellilerin en çok rağbet ettikleri yerlerden biri Yafo'da.
Haftasonu trafik tam bu noktada kilitlenir.

Yafo'nun en tanınmış başka bir Müslüman ailesi tarafından işletilen Fırını Israel'de tanımayan yok.
Bir çok hamur işi  çeşitleri , son derece leziz Borekas'ların  tadına bakmadan geçmek imkansız.
( Borekas kelimesi Börek'ten ladinoya uyarlanarak Borekas' a dönüşmüş ve aynı bu şekilde de İbraniceye girmiş )

Hemen karşımda  Osmanlı Sultanı Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yılı şerefine inşaa edilmiş Saat kulesi. (1903)

Bu küçük meydanın çevresi turistik dükkanlarla, kafeler, butik oteller ve eski tas evlerle çevrili. Kıyıya doğru yürümek için karşıya geçtim.
Elimde Abulafya'dan aldığım mütevazı öğle yemeğim, peynirli sambusak var.
Daha kuzeye doğru yürürsem buradan sonrası Tel Aviv sahili..

Yafo Tel Aviv birbirine geçmiş aynı şehrin iki farklı parçası.

Bu şehir kültürel açıdansa doğu ve batının birleştiği nokta.

Yafo'nun kıyı şeridinden güneye, limana doğru ilerlemeye devam ediyorum. Birden Yafo Camii'nden imamın sesi yükseliyor. İnananlarını namaza  çağıran imamın sesi.. Bir çok erkeği camiiye doğru giderken görüyorum. Şimdi Ramazan, müslümanlar en kutsal günleri yaşıyorlar. Oruç ve namaz bugünlerde onlar için herşeyden önemli.

Ve aklıma Erdoğan geldi. Israel'de imamların  ezan çağırıları ile ilgili alınan karara tepkilerini hatırladım .

Geçen aylarda Israel Meclisinden yeni bir karar tasarısı geçirildi . Bu tasarıya göre, günün belli  saatlerinde ( Sabahın ilk saatlerinde özellikle )  hoparlörler aracılığıyla namaza çağırı yapan imamların desibel indirmeleri gerekliliği idi.

Erdoğan her zamanki gibi fırsatı kaçırmadı tabii.  Bunun İslama yapılan bir saldırı olduğunu söyleyen Kasımpaşalı tv'de yine kükredi bol bol.

Tabii her fırsatta yapılan provokasyonlar halk içinde kesin yerini buluyor.

Dünya basınında bu konu nasıl yansıtıldı takip etmedim. Tek bildiğim , kimsenin kimseden çok farklı olmadığı.

Yafo'da gezerken insanların huşu içinde sürdürdükleri günlük hayatları en belirgin hatlarıyla gözüme çarpıyor. Zaten burayı hep çok sevmişimdir. Belki de müslüman bir ülkede büyüdüğüm için , çocukluğuma ait bir çok alışılmış şeylerin buralarda bana bir çeşit nostalji yaşatmasıdır bu hislerim.

Yafo aslında tam bir kültür salatası gibi.

Bir yandan tam bir ortadoğu şehri ama diğer tarafta ise insan manzaraları çok farklı ve  çeşitli. Günlük yaşam içinde rastlanan kimi alışkanlıklar, hayat tarzı herşeyden bir tat gibi burada mevcut. Ancak Batı'da rastlayacağınız türde görüntülerle, doğunun klasik özellikleri birlikte..
Yiyecekler, kokular , mimarı yapı ve her türden insan bu düşünceleri destekliyor.

Ama önemli olan tüm bunların birbiriyle son derece büyük bir uyum içinde var olması.

Geçenlerde Colombia Üniversitesi'nde, evet hani Amerika'nın en prestijli Üniversitelerinden birinde, Amerikalı öğrencilerin Apartheid  yani Irkçı Devletlere karşıtlığın dile getirildiği özel bir günde Israel karşıtı  yaptıkları gösterileri gösterdi Israel televizyonu.

Bu insanlar Colombia Üniversitesi bahçesinde Israel'e karşı bağırıp çağırırken, Israelli bir genç onlara yaklaşıp , kendini ve Israeli açıklamak istedi. Genç kız ona bağırdı. " Git buradan katil! " diye.
Bir Amerikalı için her Israelli bir katil. Her Israel vatandaşı  Irkçı ve gözü kan bürümüş azili bir katil!

O genç bayan Israelli bir gençle iki kelime konuşmak istemeyecek kadar nefretle doluydu.
İnsanlar sadece Amerika'da değil, tüm dünyada Israel karşıtı geniş bir anti propagandanın güdümü altındalar.

Apartheid bundan çok kısa bir süre önce Güney Afrika'da Afrikalıların kendi ana kıtalarında, kendi topraklarında  beyazlar tarafından yaşadıkları insanlık dışı ayırımcılıkların bir bütünüydü.
Bu ayırımcılıklar  en temel yaşam kurallarını içine alıyordu. Güney Afrika'da beyazlar zencilere hiç bir hak tanımayacak kadar ileri götürmüşerdi barbarlıklarını. .
Beyazların olduğu hiç bir ortama ait değildi bu insanlar.
Aynı bankta yan yana oturmalarının bile yasak olduğu bir ülke tüm dünyanın gözleri önünde yerel halkı yıllarca ezdi.
1990'da zencilerin hakları için savaşan  Nelson Mandela'nın hapisten salıverilmesinin ardından. 1992'de sadece beyazların katılımına izin verilen bir referandum sonrası yıllar süren bir geçiş dönemiyle, zenci karşıtı olan yasalar adım adım kaldırıldı.

Dünya bugün bağırıyor . Israel Apartheid ! " diye..


1948'den beri savaş halinde olduğumuz tüm Araplara rağmen Israeli düşünüyorum.

Bu ülkede yaşayan müslüman arapları düşünüyorum.

Sekiz milyon nüfus ve ortalama 20.770 km karelik yüzölçümü ile Amerika'nın New Jersey Eyaleti kadar  küçük olan  bu ülkeyi düşünüyorum .

Tüm dünyanın herkesten ve  herşeyden çok sorun yaptığı İsraeli ve Arap Israel sorununu .

Arada yürümeye devam ediyorum.
Sağımda güneşin altında pırıl pırıl parlayan Akdeniz. kuzeye doğru başımı çevirince Tel Aviv'in yüksek binaları gözüme çarpıyor.
Limanda ise  Arap balıkçılar ağlarını açıyorlar, bir sonraki gün tekrar balığa çıkmak için şimdiden hazırlanıyorlar.
Bir çoklarının dudaklarının arasında sigaraları koyu bir sohbet içinder. Kimi Arap çocukları limandan denize atlıyorlar. Bir huşu var her yerde.
Bir yanımda Ha Zaken ve Ha yam... Yani " Yaşlı adam ve deniz" Yafo'nun en gözde , Tel Aviv'in yine en popüler , en büyük restoranları arasında olan Ha Zaken ve Ha Yam .. Bu restoran da bir müslüman Araba ait.  Hafta içi olduğundan sadece, tek tük turistler yemek yiyorlar. Cumartesi günleri ise  insanlar kapıda uzun kuyruklar oluşturuyor,  çeşit çeşit mezelerin tadına bakmak, taptaze balıklardan yemek için.

Hayat zannedildiğinden ne kadar farklı Israelde.

Yafo'daki Araplara sormuşlar, kurulacak Filistin Devletine gitmeyi isterler mi diye, biz burada memnunuz demişler.

Ortadoğu kan gölü , her taraf barut kokuyor, Daesh, Al Kaida, Hizbullah ve bilimum Radikal İslami örgütler birbirlerinin boğazlarını kesiyor. Binlerce,  milyonlarca müslüman öldürüldü bugüne dek.
Araplar yaşadıkları 21 ülkede teokratik monarşiler, dikta rejimleri , muz cumhuriyeti cinsten cumhuriyetlerle yönetilimeye devam ediyorlar.

İnsan haklarının sıfır olduğu Ortadoğu'da yargısız infazlar Suudi Arabistan dahil olmak üzere günlük hayatın doğal bir parçası. Mısırda sünnet edilen kız çocukları, zina yaptıkları iddiası ile kocaları tarafından öldürülen binlerce kadın Arap ülkelerinde hayatın doğal akışı içinde var olan gerçekler.
Küçücük yaşta evlendirilen , gerdek gecesinde dedeleri yaşlarında erkekler tarafından iğfal edilmeleri sonucu yaşamlarını yitiren minicik kız çocukları.
Farklı inançlara sahip oldukları, değişik mezheplerden geldikleri için kafaları kesilen, hırsızlık yaptıkları iddialarıyla elleri bileklerinden ayrılan binlerce insan..
Kocalarını izni olmadan evlerinden dışarı çıkmalarına izin verilmeyen , kısacası insanı hiç bir hakka sahip olmayan kadınlar.

Düşüncelerini yazdıkları için, rejime karşı oldukları için yargısız direk içeri atılan düşünürler ve yazarlar.

Amerika  Colombia Üniversitesi'nde bağıran genç bayan çok şey bildiğini zannediyor.

Geçen haftalarda teyzem ameliyat geçirdiği zaman Israel'in en büyük hastanelerinden birinde onu ziyaret ettim. Tam odasına bulunduğum dakikalarda hemşirelerden biri tansyonunu ölçmek için odaya girdi. İşini severek yaptığı belli, güler yüzlü , sevimli genç hemşireyle hemen oracıkta laflaştık. Genç bayan çıktığında teyzem bana; " Burada çalışan çok Arap bayan var, hepside çok candan, işlerini sonuna kadar yapan güzel insanlar " dedi. Benim de yüzüm güldü.

Aklıma bir kaç gün evvel alışveriş yaptığım dükkanda yine bir iki çift laf ettiğim  başı örtlu Arap kız geldi.

Mc Donald's ta çalışan, New Pharm'da , Super Pharm, Bezeq'te Hot ve bilimum büyük firmalarda tercih edilen elemanlar aklıma geldi... heryerde birlikte var olduğumuz dostlarımız.

Üniversitelerde birlikte eğitim aldığımız Müslüman Araplar. Yine aynı üniversitelerde Profesör olanlar.

Hastanelerde hasta olan ve yine Dr'luk mesleğini yahudi meslektaşlarıyla yapıp yahudilere şifa dağıtan Israelli ve gururlu Arap vatandaşlarımız..

Bu ülkenin ikinci resmi dilinin arapça olduğu gerçeği, telefon açtığınız her resmi dairede size cevap veren telesekreterde kayıtlı ikinci dilin arapça olduğu. Kızımın okulda iki yıl mecburi arapça öğrendiği..

Tv'deki arapça alt yazılar, arapça programlar., Arap spikerler, ..Polis teşkilatının içinde görev yapan yüksek rütbeli Arap polisler...

Israel'in sekizinci cumhurbaşkanı Moshe Katsav'i yedi yıl hapis cezasına çarptıran Yüksek Mahkeme Kurulunun yargıçlarından birinin Arap olduğunu düşündüm.

Knesset'te ( yani Israel meclisinde ) milletvekili olan ve yeri geldiğinde Israel karşıtı akımların içinde işler becerdikleri halde hala daha o çatıda görevlerini sürdümeye devam eden Arap Milletvekillerini..

Israel'i suçlayan yazarların, politikacı ve ünlülerin umurunda değildir mutlaka  Hanan Zoabi , Azmi Bishara, Ahmed Tibi gibi Israel Meclis'nde görev yapıp Radikal İslami Terör örgütlerine destek vermeye devam eden Israel düşmanı Arap Milletvekilleri.

Azmi Bishara'nın başkanı olduğu Balad Partisinin terör destekçisi olduğu gerekçesiyle bir çok ülke tarafından ilşikleri kesilen Qatar tarafından Hamas'la paralel olarak finanse edilmekte olduğunu hatırladım birden.

Birileri bir yerlerde durmadan Israel Apartheid diye bağırıyor hala. Londra sokaklarında BDS örgütünü destekleyen İngilizler , Araplara destek amaçlı gösterilerde!..

Israel'in yıkılmasını arzu edenler dolu Avrupa'da ..

Ortadoğu'da demokrasinin tek kalesini de Uygar Batı yıkmak istiyor. Ekonomik ve politik akımlar Israel'i hedef alıyor, hiç durmadan.

Bu arada, liman'da yer alan eski Yunan manastırının hemen yanındaki dar taş merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya başladım. Yafo'nun uzun yıllar evvel restore edilmiş otantik sokakları öyle güzeller ki. El işi takılar, bir çok el sanatlarının sergilendiği, satıldığı galerilerle dolu. Tepeye doğru, balkonları Akdenize açılan evlerde kimi büyük Israelli sanatçılar oturuyor.

En yukarıya vardığımda Yafonun nadide parkı karşısına bir Fransisken Kilisesi olan St Peters'i almış.
Pazarları ülkede yaşayan Filipinli, Afrikalı ve bilimum inanalarına kapılarını açan kilise çok güzel.

Israel'de farklı dinler, inanışlar ve ırklar yasalarla koruma altında . Her din, her ırk bu ülkenin Yahudi Devleti adı altında kurulmasına rağmen yasalarla güvencesi altındadır.

Zaman zaman Israel'de çalışan Afrikalı işçilerin bayramlar, özel günler ve düğünlerde rengarenk kıyafetleriyle adeta bir panayıra çevirdikleri bu park denizden 80 m yüksiklikte. Cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar ve parkın en yüksek yerinde asılı Burçlar köprüsünde dilek tutan Çinli turistler.

Ortadoğu'da normal bir soluk alınabilen  bu yerde, Moshe, İtzik ve David'in yanında Ahmed, Mahmud,  Maryam  Suriye'den , Irak'tan, Yemen'den daha özgür yaşıyor aslında.

7500 yıldır hiç terk edilmemiş bir liman yeri olan Yafo'da insanlar sakin ve huzurlu bugün.

Israel'in yönetimi Araplara terk ettiği Gazze'de ise kendilerine seçtikleri Hamas  diğer Arap ülkelerinde devam eden zihniyetin buradaki şubesi olmaya devam ediyor.   Batı Şeria'da El Fetih'in yönetimi altında yaşayanlar kısmen daha iyi durumda olsalar da Araplar için yaşam bir çok bakımdan hep aynı.

Israele boykot çağırısı yapan Batılılar Israel'deki her nefes alan kurumu, müziği, sanatı , politikadan uzak tüm faaliyetler dahil  yaşatmamak için BDS 'si  kullanmaya kararlı. ( Bunun antisemitizmle ilgisi olmadığını söyleyen kimi Israelli solcular var hala )  Israelli sanatçıları, sporcuları , herşeyi sıfırlayarak Israelin varlığını her yönüyle yeryüzünden silmek için çalışıyorlar.

En büyük gerekçeleri ise Israel'in Apartheid olduğu.

Bu arada Daesh Suriye'de Irakın kuzeyinde ele geçirdikleri yerlerdeki Hıristiyan mezarlıklarını , kiliseleri, İsa ve Meryem Ana heykellerini kırıp yok etmeye devam ediyorlar. Kendilerinden başka tüm uygarlıklara karşı duranlar güç kazanırken Batı şimdilik işine geldiğine destek vermeye devam ediyor.

Avrupa'ya taşan radikal akımlar bile hala onları derin uykularından tam olarak uyandırmışa benzemiyor.

Israel'in hayati buluşlarını, bilgisayar ve sağlık ürünlerini boykot etmek işlerine gelmeyen iki yüzlüler kozmetik ürünlerini kullanmamak ve soda stream içmemek için süper marketlerde bağırmaya devam ediyorlar. Türkiye'de Coca Cola'yı yerlere boşaltan aptallarla Batı'daki sözde gelişmiş toplumlar arasında bazı yönlerden hiç fark yok aslında.